Albastı: Al, alkarısı, alanası, alkızı, albasması, alarvadı, alacama, albıs, almış gibi adlarla anılan, hemen hemen bütün Türk dünyasında görülen olağanüstü varlıklardan biridir. Türk korku yazarlarından Erkut Deral'ın "Gece Gelini" adlı romanı bu inanışı konu alır. Bu yaratık şamanizm dönemindeki Al ruhunun günümüzdeki temsilcisi sayılabilir. Elazığ'da bunlara "Elkarısı" da denmektedir. Keçi, tilki, kedi, köpek, buzağı, örümcek, kuş, gelin, kefenli ölü gibi çeşitli kılıklarda görünürse de daha çok, uzun boylu, uzun parmak ve tırnaklı, dağınık saçlı, yağlı vücutlu, el ve ayakları küçük, dişlek, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, çıplak gezen, göğüslerinden birini geriye atmış, tepesinde gözü olan çok çirkin, al gömlek giymiş bir şekilde tasavvur edilir. Muğla'da denizden çıkan ve yalnız bırakılan çocukları çalarak dalgaların dibindeki evine götüren bir kadın olarak tasarlanmaktadır. Dobruca Türkleri onu sarışın ve şişman bir kadın, Fergana Özbekleri pejmürde kılıklı, dağınık saçlı bir kocakarı, Gagavuzlar bir dev olarak tasvir ederler. Kırgız Kazak Türklerinin inanışlarına göre kara albastı ve sarı albastı olmak üzere iki ruh vardır. Kara albastı ciddi ve ağır başlı bir ruh olup sadece ocaklı insanlardan korkar. Sarı albastı ise hoppa ve şarlatandır. İnsanlara dokunmama sözü verebilir fakat fırsatını bulunca mutlaka zarar verir. Albastı'nın en çok lohusalara ve bebeklere düşman olduğuna, lohusanın ciğerini sökerek suya attığına veya yediğine, bu yüzden elinde ciğer bulunan bir kadın görülürse hemen yakalanması ve üzerine iğne, çuvaldız gibi bir metal parçası takılması veya zift dökülmesi gerektiğine inanılır. Onu yakalayan kişi ocaklı olur ve "Alcı" adını alır. Al karısı, alcının soyundan gelen kadınlara zarar veremez. Alkarısından korunmak için doğum yapan kadın kırk gün kırk gece dışarı çıkmaz. Ayrıca evde de yalnız bırakılmaz. Aynı zamanda başucuna Kur'an asılır. Yastığının altına bıçak, makas, demir para, iğne, çuvaldız, maşa gibi metal eşyalardan biri veya çörek otu, soğan, sarımsak kabuğu, süpürge konur. Bu ruhu kandırıp, şaşırtmak için orta yere erkek elbiseleri de bırakılır. Şayet anneyi değil çocuğu al basarsa bu çocuk "ayyaş" olacağı yani kendinden geçip bayılacağı için "ayyaş aşı" pişirilip dağıtılır. Bu aş sokaktan geçenlerin yakılan ateşe bir odun atmasıyla pişirilmektedir. Alkarısı kırmızı renkten korktuğundan lohusanın başına al tülbent örtüp, yakasına kırmızı kurdele takılır. Ziyarete gelenlere kırmızı renkli şekerden (nöbet şekeri) yapılan şerbet ikram edilir. Gagavuzlar ise doğumdan üç gün önce ve üç gün sonra lohusaya su yerine rakı içirirler. Alınan bu tedbirlere rağmen lohusanın çok ağrısı varsa, morarıyor, sayıklıyor, bayılıyorsa al bastığına karar verilerek bir hoca veya ocaklı çağrılır. Tüfek atılıp tencere kapakları vurularak, gürültü yapılıp bu ruhu kovmak için uğraşılır.
At Binen Cin: Caferi Türklerin inanışlarında gece atlara binerek dolaşan bu adla tanınan bir cin vardır. At sabahleyin terli ve yorgun bulunursa durum anlaşılır. Cin ata binince onun yelesini örermiş. Bu cini yakalamak için atın yelesine zift sürülür, onun buraya yapışması sağlanırmış Bu şekilde yakalanan cinler yakasına bir iğne takılarak esir edilir, her işte kullanılırmış. Fakat esir cin bir gün elindeki ekmeği bir çocuğa verir, onu kandırıp iğneyi çıkarttırır kaçarmış.
Çay Ninesi: Su merasimi ile bağlantısı olan mitolojik bir varlık. Yaşlı kadın kılığında, çayda (ırmakta) yaşadığına inanılır. 'Çay Ninesi', köprüden geçerken suya çok bakılırsa kızar ve insanın başını döndürür. Başı dönen insanın gözleri kararır ve çaya düşer.
Congolos: Yozgat civarında karakoncolosa verilen addır. Evlere kışın ortasında, soğukların en çok arttığı zamanda uğradığı için Yozgat'ta bugünlere "Congolos ayı" denir. Mevsim tarifleri "Congolos girdi, congolostan sonra" şeklinde yapılır. Bu yaratık, açıkta duran yiyecek küplerine tükürerek veya idrarını yaparak hastalıklara neden olurmuş. Bu nedenle hastalananlara "marazlı" denir. Congolos bazen de uyuyan insanı yakınlarından birinin sesini taklit ederek çağırır, uyanmazsa alıp götürür, dışarıda soğuktan donmaya terk edermiş. Bu yaratıktan korunmak için evlerin eşiğine pişirilmiş pancar gömülür veya lohusalara, dünürlere, sevilen kimselere verilirmiş.
Çarşamba Karısı: Çarşamba Cadısı adıyla da anılır. Çarşamba günleri ortaya çıkan, dişi, korkunç görünüşlü bir varlıktır. Dolaşma hakkı bir günle sınırlı olduğundan her yeri çabucak gezer. Bu yüzden amaçsız, hiçbir iş yapmadan ortalıkta dolaşan insanlara "Çarşamba karısı gibi gezip durma" denir.