Ademde midir suç yoksa fısıltılarla ruhuna sızan şeytanda mı? İnsanoğlunun içindeki mutlak masumiyet yerini suçluluk duygusuna bıraktığında, çehreler pişmanlık gözyaşlarıyla beraber yıkandığında, keder tohumları büyüyüp olgunlaştığında, kaç cennet cehenneme dönüşmüştür?
Yanı başımızdaki küçük bir kıvılcım hiç ummadığımız bir anda devasa bir yangına dönüşmeden, yüreğimize çöken hüznü nasıl fark edebiliriz ki?
İnsanın içindeki masumiyetin tükenmesi sadece bir değişim değil, acımasızlıkların sarıp sarmaladığı hayata karşı bir ağıttır. İşte bu anda, masumiyetin tükenip yerini belli belirsiz çığlıklara bıraktığı anda, onun zihni her zamankinden daha farklı işlemeye başladı.
"Ya çiçek açacaksın ya da bir bahçeyi yakacaksın, ikisi de senin elinde."
Zihninin derinliklerinde yankılanan ses durmaksızın aynı cümleyi fısıldıyordu ona. Son iki saattir hatırladığı tek şey bu sözlerdi zaten. Gözlerini kapadı ve zihninde yankılanan sesi susturmaya çalıştı. Ne var ki bastırdıkça ses daha da kuvvetleniyor, başındaki ağrı keskinleşiyordu. Yüzünden süzülen gözyaşlarını fark etmeksizin kelepçelenmiş ellerini sımsıkı kavradı. Başındaki ağrı öylesine şiddetliydi ki adeta onu öldürecek gibiydi. Bulanıklaşan gözlerini aralayıp yanında oturan iki polis memuruna baktı. Memurlar, ellerindeki silahlarla, hem acıyan hem de öfkeli bakışlarını ona yöneltmişlerdi. Hiçbir tepki vermeden gözlerini tekrar kapadı ve başını geriye yasladı.
"Ya çiçek açacaksın ya da bir bahçeyi yakacaksın, ikisi de senin elinde."
Ses onu ele geçirdikçe gözyaşları daha da yoğunlaştı ve sessiz hıçkırıkları yükseldi. Polis memurlarından biri dirseğiyle onu susması için dürttü. Başını öne eğdi, elleriyle gözlerini kapatıp derin bir çaresizlikle ağlamasını bastırmaya çalıştı. Son kez tüm bu yaşadıklarının birer kabustan ibaret olmasını diledi.
Polis arabası izlediği yoldan sağa saptıktan sonra adli tıp kurumunun önüne yaklaştı. Gelecek ayların daha sıcak olacağını fısıldayan Haziran'ın kavurucu sıcağından olsa gerek kurumun etrafında tek bir insan dahi görünmüyordu.
Araba kurumun kapısının önüne saptı ve durdu. İki yanında oturan polis memurları indikten sonra onu da arabadan indirdiler. Aciz kollarını tekrar polislere teslim etti ve içeri girdi.
Dışarının yüksek sıcaklığına rağmen içerisi ürperten bir soğukluğa sahipti. Grileşmiş duvarlar, bir zamanlar burada yaşanmış trajedilerin sessiz tanıklarıydı. Kendini bildi bileli hiç alışamamıştı şu duygusuz koridorlara. Buradaki sessizlik ya açılıp kapanan kapılarla ya da bir insanın feryadıyla bozuluyordu hep, bunu en iyi kendisi bilirdi.
Bir kat aşağı indikten sonra adli tıp uzmanı koridorun sonunda onları karşıladı.
"Şüpheli şahıs bu mu?" dedi adam beyaz önlüğünü üstüne geçirirken.
Ellerindeki kelepçeden onun şüpheli olduğunu anlamıştı ama yine de sormak istedi. Polis memurları onaylar biçimde kafalarını sallayıp ellerindeki dosyayı uzattılar.
Doktor dosyayı incelerken yavaşça başını sallayarak, "Tamam, şüpheliyi içeri alalım. Gerekli incelemelere başlayacağız." dedi.
Sağ tarafında duran polis memuru kelepçeyi çözdüğünde bileklerindeki acı donuk bakışlarını kırdı ve sızlanmasına neden oldu. Kelepçeler gevşerken bileklerindeki derin izler yavaşça belirginleşti ve ona bu kabusun gerçek olduğunu hatırlattı. İçinde biriken korku ve çaresizlik, yüzüne yayılan bir gölge gibi hislerine ağır basmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALEFİYET
Ficção GeralBir kibrit yak, şeytanı uyut. Cehennemin külleri sana ulaşmadan Cenneti ateşe ver, bahçeleri kurut. ༄ Hiçbir mücadelenin yara almadan bitmediği gibi hiçbir yara da kanamadan kapanmaz. Her yara kendi hikayesini anlatır, her acı da ruhun derinliklerin...