20.bölüm : Yolculuk

20 3 71
                                    

Sabah henüz herkes rüyalarında bambaşka bir gerçeklik yaşarken Minho gözlerini araladı. Hemen yanında mışıl mışıl uyuyan Jisung'un yüzünü gördüğü gibi gülümsedi.

Saçlarına küçük bir öpücük kondurup ses çıkarmadan kalktı. Jisung'u uyandırmamak için büyük bir özen göstererek odadan çıktı. Diğerlerine de kısa bir bakış atıp kendini dışarı attı.

Nereye gitmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Bugün pazardı, kiliseye gitmek dışında başka yapacak bir işleri yoktu. Haliyle boş zamanları çoktu.

Pazar günleri kurallar da gevşiyordu. Okulun yakınındaki mezarlığa gitmek bile çok büyük bir tehlike sayılmazdı.

Minho da tam olarak mezarlığa gidiyordu. Her bir adımında sabah ayazını iliklerine kadar hissediyordu. Çok uzun kalmayacaktı.

Kaç gündür sağanak halinde yağmur yağdığı için yerler hep çamur olmuştu. Botları çamura batmış olsa da çok umursadan ilerlemeye devam etti.

Gökyüzü her zamanki gibi grinin her tonuna bürünmüş, kasvetli bir manzara oluşmasına sebep olmuştu. Görüş açısındaki ağaçlardan birine konan kargaya bakarken duraksadı, bu aralar dikkati çabuk dağılıyordu.

Adımlarını hızlandırıp oyalanmadan mezarlığa ulaşmaya karar verdi. Çok geçmeden kendini belli eden mezar taşlarını görmesiyle yavaşladı. Dakikalardır yürüdüğü için nefes nefese kalmıştı.

Aslında çok uzak sayılmazdı ama biraz yürümek gerekiyordu. Çamur olmasa daha hızlı varacağını düşünerek ofladı. Nihayet istediği yere vardığında derin derin nefes aldı.

Nefesi düzene girdiğinde mezar taşlarının arasından geçip kimsenin kolay kolay farkedemeyeceği kadar küçük, toprağa saplanmış, uzun ince bir tahtanın önünde durdu. Yerin kirli olmasına aldırış etmeden çöküp gözlerini toprağın üzerinde gezdirdi.

Kim bilebilirdi bu toprağın hemen altında kedisinin çoktan çürümüş olan minik bedeninin yattığını. Elini toprağın üzerine koydu sanki bir kedi sever gibi.

Ara sıra buraya gelirdi. Yalnız kalıp derin düşüncelere dalmak için birebir yerdi. Birkaç kez Changbin ile Chan de gelmişti. Ne kadar ısrar etse de Hyunjin oralı olmamıştı. O da Hyunjin'in mezarlıklara olan derin korkusunu bildiği için ses çıkarmamış, yurtra kalmasına izin vermişti.

Bugün yalnız gelmişti. Kimseyi uyandırmadan sessiz sedasız varmıştı. Toprağın kokusunu içini çekip uzun uzun baktı yere. Ölüler diyarı her zamanki gibi sessizdi. Genelde insanlar bir mezarlığının yanında geçse bile hemen ellerini birleştirip dua ederlerdi.

Minho duadan çok dilekte bulunurdu. Gerçekleşmeyeciğini bildiği hayalperest dileklerdi. Kedisinin iyi olduğunu dilemek gibi gerçek dışıydı. Kemikleri çürümüş müdür diye düşünmeden edemedi.

Aradan yaklaşık bir yarım saat geçtiğinde artık geri dönmesi gerektiğine karar vermiş ve aynı yoldan okula dönmüştü. Yurt odasına dönerken içerden gelen seslerle uyandıklarını anlamıştı.

Kapıyı açıp içeri girdiğinde tüm gözler üzerindeydi. Herkes çoktan uyanmış, yataklar toplanmıştı. Minho gelmeden önce koyu bir muhabbet dönüyor gibi bir ortam vardı. Yerdeki şişe gözüne çarpınca bir kaşını havaya kaldırdı.

"Hayırdır ne dönüyor burada?"

Changbin heyecanla arkasına döndü. "Doğruluk cesaret işte."

Minho gözlerini devirdi. Bu kadar aptalca bir oyun oynadıklarına inanamıyordu. Gerçi Jisung'un çok da istekli bir hali olmasa da kendini oyunun ortasında bulmuştu. Hyunjin "Sende gelsene." deyince çok inat etmeden yerde bağdaş kurmuş arkadaşlarının yanına katıldı.

son of priest ☆ minsung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin