Dünya üzerinde bulunan binlerce inançtan en çok inanana sahip din olan Hristiyanlığın hüküm sürdüğü topraklardı burası. İnsanlar büyük bir bağlılıkla düzenli olarak ibadetlerini gerçekleştirirlerdi, bunu bir zorunluluk ya da görev olarak değil büyük bir zevkle yaparlardı.
Gençlerin okulu bırakıp kendini kiliseye adaması sıklıkla görülen bir durumdu ve büyük bir saygıyla karşılanırdı. Birçok aile çocuklarının bu türde bir davranış sergilemesini dört gözle bekler ve gerekirse bunu zorla yaptırırlardı.
Aile kavramı büyük bir önem taşırdı. Fiziksel veya zihinsel bir engeli bulunmayan her gencin zaman kaybetmeden bir aile kurması beklenilirdi.
Henüz evlenmek istemeyen gençler büyük bir tepkiyle karşılaşır ve ahlaksızlıkla suçlanırdı.Ortalama evlilik yaşı yirmi ila yirmi üç yaşları arasındaydı. Toplumun en küçük yapı taşı olan aileler genellikle bu yaşlar aralığında kurulurdu. Bu kaçınılmaz bir vazifeydi her bir birey için.
Lee Minho yakın zamanda evlenmesi gerektiğinin farkındaydı ve ona bu zorunluluk kadar sıkıntı veren bir şey yoktu. Bu öyle altından kalkabileceği, kaçabilebileceği bir şey olmaktan çok uzaktı.
Sakin kalıp bir çözüm bulması gerekse de hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Doğup, büyüdüğü bu şehirden ve geleneklerinden öyle nefret ediyordu ki ardına bile bakmadan kaçıp gitmek istiyordu.
Sürekli kaçtığı gerçek yavaş ve sinsi adımlarla peşinden geliyordu. Her geçen gün boğazını saran ipler sıkılaşıyor ve kendisine hazin sonunu hatırlatıyordu.
Keşkelerle dolu hayatında iyi ki dediği nadir şeylerden biri Han Jisung'tu. O gün kendinde değildi dizlerinin üzerine çökmüş yalvarırken. Kendi iradesiyle yapmamıştı, tamamen zoraki bir iç güdü tarafından kontrol edilmişti. Tanımadığı birinin ölümünü engellemek isteyebilirdi, merhametli ve vicdan sahibi birçok insan da tanımadığı biri olsa da birinin öylece ölmesini izlemek istemeyebilir, buna engel olmaya çalışabilirdi ancak Minho için durum farklıydı.
Jisung ilk değildi ve son da olmayacaktı. Daha önce de masum insanların ölüm fermanı okunmuştu aynı meydanda. Minho yine üzülmüş, içten içe kahrolmuş ama kılını bile kıpırdatmamıştı.
Gözünün önünde insanlar can vermiş ve o kayıtsız kalmıştı. Minho hiçbir zaman affetmedi kendisini. Bunun affedilir bir yanı yoktu. O haksızlığa göz yummuştu sırf korkaklığından dolayı.
Eskiden çok korkardı babasından. Babasını gözünde öyle büyütmüştü ki adeta ilah edinmişti. Onun sözünden çıkmayı aklının ucundan geçirmezdi, sorgusuz sualsiz uyardı babasının emirlerine.
O babasının biricik oğluydu, ona bir prens gibi bakmışlardı. Çocukken istediği her oyuncağı sözünü ikiletmeden alırlardı. Çılgına dönerdi yeni bir oyuncağı olduğunda, elinden düşürmezdi.
Babasının yanağına öpücük kondurup teşekkür ederdi. Mutluluktan yerinde duramayıp zıplar ve tekrar tekrar teşekkür etmekten bıkmazdı. En sonunda annesi ona sessiz olmasını söyleyince o minicik kalbi hiç kırılmaz ve hemen söz dinleyip sessizleşirdi.
Herkes örnek bir çocuk olarak gösterirdi onu. Babası ona nazar değmesin diye sık sık kiliseye götürüp kutsardı ve Minho'nun henüz bilemediği dualar ederdi.
Çocuklar onu kıskanırdı, bu yüzden çocukluğunda hiç arkadaşı olmamıştı. Yine de mutluydu. Kendisini koşulsuz seven anne ve babası yeterdi ona. Rüya gibi geçmişti çocukluğu ama her rüyanın bir sonu vardı.
Bir gün babası onu yanına çağırmıştı. Seve seve, hemen gitti oturma odasına. Babasının ona ne anlatacağını merak ediyordu. Yüzündeki gülümseme babasının ciddi yüz ifadesiyle karşılaşmasıyla soldu. Bir sorun olduğunu sezmişti. Kalbi korkuyla alev alırken çekinerek oturdu babasının karşısına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
son of priest ☆ minsung
FanficBaşrahibin oğlu ve tek varisi Lee Minho'nun bir idam mahkumu olan Han Jisung'a aşkını konu alan bir kurgudur.