Jisung sabah saatın dördünden sonra ancak uykuya dalabildi. Kafasındaki sesler sustuğu için değil bitkin düştüğü için gözleri kapanmaya ve düşünceleri her insanda olduğu gibi uykuya dalmadan hemen önce garip ve anlamsız bir hâl almaya başladığında bilinci kapandı.
Sabahın ilk saatlerinde Changbin tarafından uyandırıldığında başı fazlasıyla ağrıyordu. Herkes çoktan uyanmış en son o kalmış gibi görünüyordu. Duvardaki eski saate bakıp gözlerini ovuşturdu.
"Minho gelmedi mi daha?"
Chan olumsuz anlamda başını salladığında kaşlarını çattı. Çoktan gelmiş olması gerekiyordu. İç çekip yerinden doğrulduğu gibi kafasını yatağın kenarına çarpmasıyla acıyla inledi ve elini başına koydu. Yatağın demir kısmına sanki çarptığı şeyin suçuymuş gibi kısa bir küfür mırıldandıktan sonra ayağa kalkıp paytak adımlarla banyoya ilerledi. Bu sırada Chan arkasından "İyi misin?" diye seslense de yeni uyanmış olmanın verdiği uyuşuklukla cevap vermeye üşendi.
Sabahlardan nefret ediyordu. Uyandıktan sonra ilk yarım saat boyunca gerçeklik algısından yoksun şaşkın ve komik görünürdü. Şişmiş gözleriyle aynadan dağınık saçlarına bakıp elinden geldiğince düzeltmeye çalışırken Minho'nun ona daha önceden nasıl sabahları çok tatlı göründüğünü söylemesini hatırladı. Bu başta hiç inandırıcı gelmemişti çünkü kendini en çok sabahları çirkin bulurdu ama Minho'nun gözleri yalan söylemezdi. Öyle güzel bakmıştı ki o an gerçekten sabahları tatlı göründüğüne inanmak istedi.
"Aptal Jisung." diye söylendi karşısındaki aynaya doğru. Sonraki dakikalar yüzünü yıkamak, dişlerini fırçalamak, okul üniformasını giymek ve çantasını hazırlamak gibi sıkıcı işlerle geçerken bile Minho bir an olsun aklından çıkmadı.
Sınıfa vardıklarında Jisung sırasına tek başına otururken oldukça garip hissetti. Minho'nun yanında olmasına çok alışmıştı. Chan, Jisung'un dalgın halini farkedip ona doğru eğildi. "Yanına oturmamı ister misin?" diye sordu.
Jisung bir an düşünür gibi oldu ama sonra burada daha önceden Chan ile Minho'nun oturduğunu hatırlamasıyla tuhaf bir suçluluk hissine kapıldı. Onların düzenlerini bozmuş olmanın verdiği bir suçluluk hissiydi. Başını sallayıp Chan'ın yanına oturmasına izin verdi.
Chan çantasını sıranın oturağına yerleştirirken Jisung'un yüzünden hiç eksilmeyen endişe gözünden kaçmadı. "Merak etme eminim uyuya kaldığı için geç kalmıştır."
Jisung bir an ne olduğunu anlamayıp "Ha?" gibi bir ses çıkardı. Minho'dan bahsettiğini anlamasıyla içini anlam veremediği bir utanç duygusu kapladı. "Umarım." dedi Chan'la göz teması kurmadan.
"Bence onu seviyorsun."
"Ne?" Jisung bir anda öksürük krizine girmesiyle Chan panikle ayağa kalkıp sırtına vurdu. "Jisung iyi misin?"
Jisung öksürükleri arasında iyiyim demeyi başarabildiğinde en azından yüzünün kızarıklığına bir bahane bulabilmiş olmasına sevindi. Chan'ın kesinlikle onun utançtan değil öksürmekten kızardığına inanacağına emindi.
Jisung nefes alışverişinin tekrar düzene girmesiyle rahat bir nefes verdi. "Tabii ki seviyorum." dedim sesine tedirginliğini yansıtmamaya çalışarak ama pek başarılı olduğu söylenemezdi.
Chan'ın garip bakışlarına karşın kaşlarını çatıp bir şey demesini bekledi.
"Jisung ben senden büyüğüm biliyorsun değil mi?"
"Evet?"
"Hepinizden büyüğüm biliyorsun değil mi?"
"Evet?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
son of priest ☆ minsung
FanficBaşrahibin oğlu ve tek varisi Lee Minho'nun bir idam mahkumu olan Han Jisung'a aşkını konu alan bir kurgudur.