Acı çekmekten yorulmuştu, bir şeylere, birilerine kızmaktan bıkmıştı. Bu gece teslimiyet esir alacaktı onu ama en ilkelinden en derinine her bir duygu uçup gitmişti boş bir zindanı andıran kalbinden.
Başrahip, Bay Kang ile sıkıcı meselelerden bahsederken annesi de Yeorin'le içten bir bağ kurmaya çabalıyordu. Bir başına olan, kaybolmuş hisseden bir tek Minho'ydu. Duvardaki tabloya kaç dakikadır gözlerini diktiğinden bihaberdi. Annesinin siması daha canlıydı, babası aynıydı ama o küçücük bir çocuktu özel bir ressama yaptırdıkları tabloda. Renkleri hiç solmamış, diri kalabilmişti her bir parçası özen ve emek taşıyan işlemeli çerçevesiyle süsten de eksik olmayan tablo.
O zamandan bu zamana boyu uzamış, yüz hatları daha belirginleşmiş, daha güçlü olmuş olabilirdi ama ruhunda değişime yer yoktu. Dünyaya bir damla olarak düştüğü ilk gün neydi ise oydu hala. Sağanak bir yağmurun arasına karışan bir damladan öte olamazdı. Herkes öyleydi, herkes bir damladan ibaretti.
Herkes aptal göründü gözüne, koca bir cehalet silsilesinin altında kalmak üzereydi.
Tatsız birkaç konuşmaya katılmak zorunda kaldıktan sonra konu asıl yere gelebilmişti. Beklediği kadar korkunç değildi parmağına yüzüğün geçirilmesi. Sabah uyanınca o yüzüğün kaybolacağına inanmaktan fazlasını yapamadı.Yeorin'in iyi aile kızı tavırlarından iyice tiksinmeye başlamışken gecenin son bulması tek tesellisiydi. Evden ayrılırken yeni bir ağırlık eşlik etti ona, parmağını saran altın bir yüzük de vardı artık.
Yurda değil de Jisung'un evine gitmek geldi içinden. Ona ihtiyacı vardı, elinden tutup uzaklara kaçıp gitmeye ihtiyacı vardı. Herkesi gerisinde bırakıp kaçıp gitmenin ne kadar korkakça olduğu umrunda değildi. Onu olması gereken yoldan saptırmayan tek güç Jisung'a verdiği sözdü. İki gün kalacağı konusunda anlaşmışlardı, daha erken almaya gitmesi haksızlık olurdu.
Ayağına takılan bir taş sinirlerine hiç yardımcı olmazken eğilip taşı eline aldı ve kimseyi rahatsız etmeyecek bir tarafa koyup yoluna devam etti. Okula bugün kaç kez girip çıktığını hesaplayarak girdi. Jisung'un geleceği güne kadar okuldan çıkmaya niyeti yoktu.
008 numaralı odanın önünde durdu. İçeriden his ses gelmemesi, uyumuş olduklarını düşündürdü. Kapıyı açarken de ardından kapatırken de oldukça dikkatliydi.
Gözlerini devirdi ve sitemli sesiyle "Neden hala uyumadınız?" dedi."Sen gelmeden gözüme bir damla uyku girmedi." dedi hemen ardından Hyunjin.
Parmağındaki yüzüğün üzerinde dolaşan bakışlar ayrılmazken vakit kaybetmeden üstünü değiştirip kendini yatağa attı. "Sabah konuşalım, çok yoruldum." Israrlı olmamalarıyla rahatlayıp yüzüğü de çıkarıp karanlığa alışmış gözlerini kapattı. Uykuya dalabilmesini sağlayacak tek yol Jisung'u düşünmekti, öyle de yapacaktı.
O, Yeorin'le nişanlanırken Jisung ne yapıyordur diye düşündü. Çoktan uyumuştur diye geçirdi içinden. Minho geri döndükten sonra o evde neler konuşulmuştur diye merak etti. Sabrını koruyup uykuya dalmaya karar verdi.
Uzun bir zamandan sonra ailesine kavuşan Jisung ise ailesinin sorularına Minho'yla yaşadığı ilişki haricinde dürüst cevaplar verdi. Bundan kimseye bahsetmeye niyeti yoktu. Mümkünse sonsuza kadar bir sır olarak kalmalıydı.
"Soru sırası bende." dedi heyecanla karışık bir korkuyla. "Camların hali ne böyle?"
Odaya bunaltıcı bir sessizlik çökünce rahatsızca kıpırdandı. "Hadi ama söylesenize."
Babası yanına oturup saçlarını okşadı. "Oğlum."
Jisung o an anladı babası her ne diyecekse ondan sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı. Sessiz kalan oydu bu sefer. Bir tarafı ne olduğunu öğrenmek için can atarken diğer tarafı hiçbir şey duymak istemiyordu. Yine de kalp atışları normal seyrini koruyordu. En azından ailesi sapasağlam karşısındaydı. Biraz zayıflamış olmaları dışında sağlıklı görünüyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
son of priest ☆ minsung
FanficBaşrahibin oğlu ve tek varisi Lee Minho'nun bir idam mahkumu olan Han Jisung'a aşkını konu alan bir kurgudur.