Minho huzursuzca gözlerini araladı, ciğerlerini yeteri kadar oksijenle dolduramamanın verdiği sinirle doğruldu. Odanın boğuk havası bir kış sabahının kimine göre huzurlu kimine göre sinir bozucu hissiyatını yayıyordu.
Minho için bu sabah huzurlu olmanın yanından bile geçemezdi. Jisung'un sıcaklığından, kokusundan uzakken ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiydi. İçten içe bir insanoğluna olması gerektiğinden fazla bağlanmanın verdiği utanç hissi aralık bir kapının ardından kafasını çıkaran bir çocuk gibi gizlice ve korkuyla kendini belli ediyordu.
Bir insan ne kadar mükemmele yakın olsa da günün sonunda sadece bir insandı, taparcasına sevmek asla akıl kârı olmamıştı bu yüzden. Sevmek, içinde her zaman bir tutam deliliği barındırırdı.
Minho için zapt edemediği hisleri yüzünden deli diye anılmak ancak bir sivrisinek ısırığı kadar acı verebilirdi. İnsan dünyasından ayrılıp tehlikeli bir tutkunun kollarında huzur bulduğundan beri dünya umrunda değildi.
Onun zaten bir dünyası vardı. Öpüp koklamak, kollarını sarıp ona iyice sokulmak istediği bir dünyaydı.
Zihninin arka planında küçük bir sahne ve sahne ışıklarının tam ortasında Jisung geldiğinde yapacaklarına dair hayalleri canlanıyordu. Gözleri onu bulduğu an elleri belinde sıkı bir tutuşla kendine çekip Jisung söylenene kadar sarılacaktı. Jisung'un "Hyung yeter nefes alamıyorum." deyişini şimdiden duyabiliyordu. Sesi huysuz çıkacaktı muhakkak ama ardında korkmuş bir kedi gibi saklanan özlem tonunu da duyacağından emindi.
Jisung'un özlemiyormuş gibi tavırları da bir noktada yorgun düşecek ve daha sıkı sarılacaktı.
Okula döndükleri zaman bile yolda Jisung'u rahat bırakmak gibi bir düşüncesi yoktu. Her yerini öpecekti, son derece kararlıydı. Jisung'un bahanelerin ardına sığınmasına izin vermeyecekti, onsuz geçen koskocaman iki günün ardından buna hakkı vardı kendince.
Ayrı kaldığı günlerin hıncını çıkaracaktı. Jisung'un başını dizlerinin üzerine yatırıp saçlarını okşayacak ve küçük sulu öpücükler bırakarak Jisung'un huysuz yaşlı bir amca gibi sesler çıkarmasına yüzünde eksilmeyen bir sırıtışla gülecekti. İşte bir insanın beyaz, bomboş bir duvarı izlerken gözlerinin parlaması için ancak bu tür hayallere dalması gerekirdi.
Changbin'in uyku sırasında çıkardığı homurtuları ve kıpırdanmasıyla suç üstü yakalanmış gibi panikleyen Minho kaşlarını çattı uyuyan Changbin'e. Neden hayaller hep en güzel yerlerde kesiliyordu ki?
İçinden söylene söylene kalkıp banyoya gitti. Aynadaki yansımasıyla karşılaşınca daha yeni uyandığı için tombul olan elleriyle yanaklarını pat patladı. Bugün Jisung'u geri getirecekti. Hemen uyku modundan çıkması ve aynı zamanda hazırlanıp evden de çıkması gerektiğini buz gibi suyu yüzüne çarparak hatırlattı kendine. Şimdi daha ayık hissediyordu.
Birkaç dakikanın ardından kim bilir kaçıncı rüyasını gören arkadaşlarının yanındaydı tekrar. Üstünü bir çırpıda değiştirip yola koyuldu. Giderken aklına kırık camlar geldi. Oraya vardığı gibi bunu da sormayı aklına kazıdı.
Yolu iyice ezberlediği için adımları normale kıyasla hız kazanmıştı. İki günlük bir ayrılıktan bu denli etkilenmek bir noktada biraz utanç vericiydi. Ne kadar özlediğini belli etmeli miydi? Gururunun son damlasını yuttu ve gülümseyerek yürümeye devam etti.
Aklında Jisung, kalbinde tatlı bir heyecanla rüzgarlı havayı yarıp geçerken gözünün önüne gelen saç tutamlarını itemeyecek kadar dalmıştı. Bir taşa çarpıp yere yapıştığında acıyla yüzünü buruşturup hemen kalktı. Dizindeki acıdan kanadığını anlamak zor değildi. Yine de acı umrunda değildi, sadece Jisung'un yanına daha erken varmak istiyordu. Yarasıyla sonra ilgilenebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
son of priest ☆ minsung
FanficBaşrahibin oğlu ve tek varisi Lee Minho'nun bir idam mahkumu olan Han Jisung'a aşkını konu alan bir kurgudur.