-20.Bölüm-Kumar ve Rus Ruleti-

20 1 9
                                    

burası benim kızımın benim ellerimden canice alındığı Yer'di..

defalarca yutkunmama rağmen boğazımdaki yumru gitmedi, yardım etmedi bana tanrı. üç sene önceki kadın gözlerimin önünde, 20 adım önümde ve kollarında olan ölü bebeğine sarılarak ağlıyordu. 

"Annem uyan ne olursun, uyan Helin'im!"

haykırışlar yankılandı zihnimde, kadın ağlıyordu, ben ağlıyordum ölü bebeğimin kefenine sarılırken. koşmak istedim sarılmak istedim ama yapamadım, kitlendim ve nefes dahi alamadım.

kaderin çizelgesi yoldan çıkmıştı belli ki, yoksa neden tanrı beni bu oyun masasına yerleştirsin. tanrı o kadar acımazsız değildi, olmamalıydı. ben Rus ruletinin ve kumarın oynandığı masadaydım, ikisi de aynı masadaydı.

"Riva, iyi misin?" sesin sahibine döndüm yavaşça, acının sahiplik yaptığı bakışlarım her şeyi isyan ediyordu aslında. "bana bu kadarını nasıl yaparsın" yirmi yedi harf, beş kelime, bir cümle. bu kadar vazgeçişi simgeleyemezdi. depoya yürümeye başladım, en sonunda tutamadım kendimi, bağırarak ağladım ama susmadım susmayacaktım da, herkes acımı görecekti, ben alttan almayacaktım artık. deponun önüne geldim, karşımda şişkin karnını tutan heyecanlı bir kız, babasından umudunu kesmemişti. tam ormanın girişinde durdum. 

kolumda bir el hissettim. "Riva ne oldu" öfkeyle vurmaya başladım göğsüne, ittiriyordum, canını yakmak istiyordum. tıpkı benim yandığı gibi. "Senin YÜZÜNDEN! senin YÜZÜNDEN ÖLDÜ KIZIM" kollarımdan tutmaya çalışsa da nafileydi, bu ateş körüklenmişti bir kere, ama bu sefer sönmesine izin vermeyecektim. savaşın cebinden silahı aldım ve tam alnına doğrulttum. "geç şuraya" yüzüme öyle bir ifade ile bakmıştı ki kendimi küçük hissetmiştim. arkamda bana saldırmak için komut bekleyen korumalara durması için işaret verdi. 

"selvi ağacının dibindeki lavanta çiçeklerinin yanına otur Karadağlı."

anlamaz bir ifade ile bakarken dediklerimi yaptı, oturdu tam oraya. benim defalarca gelip ağladığım, etrafı yakıp yıkmam için sebep veren yere oturdu.

"sözümü tuttum annecim,  babanı getirdim sana.

isteyenler dipsiz kuyulara düştü, isteyen uçsuz bucaksız denize karıştı. ben ise karanlıkta kayboldum. 

savaş hışımla ayağa kalktı ve gözleri lavantalara kitlendi. "niye kalktın Karadağ! ben o yerde kaç defa isyan ettim tanrıya haberin var mı!? korkaksın, ne cüretle benim kalkmaya utandığım yerden, uzaklaşmak için kadere danışırsın!" haykırışımla birlikte çaresizce bana baktı, ellerini bana uzattığında bakışlarım ellerine döndü, titriyordu. 

"şu dünya da kimse ellerimi bacaklarımı titretecek kadar büyük bir darbe vuramamıştı bana ama sen, beni kendi enkazımda bırakmaya çalışıyorsun."

"canım acıyor çünkü! bil istiyorum ya, bil. Nasıl acılar içinde kıvrandığımı bil Karadağlı. nasıl bir cehennemde yandım gör!"

sağanak yağış bastırdı, gürledi gök. "canım acıyor, kızımı özledim. Helin'im" sesim titredi. kızımın adımı her söylediğimde sesim titredi. "seni benim kollarımdan alıp soğuk zemine yatırdılar ya annecim, ben onun da intikamını alacağım." gözlerim depoya çevrildi. baktım silik izlere.

babasının elinden kurtulmaya çalışan hamile bir kadın, ve acı sonu.

"tunç nerede." hayal kırıklığı, öfke, kin, her şey sesimde toplanmıştı sanki.

"deponun 2. odasında."

adımlarım hızlandı, ayakkabılarıma bulanan çamuru bile umursamadım. ardından koştum sanki saatlerce koşsam gidemeyecek gibi hissettim. umutsuzdum, güçsüzdüm,  yaralıydım.

Esaretin Gölgesi (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin