ACININ KANATLI KAFESİ
16.09.2024ஜ
33. O BAŞ DÖNDÜRÜCÜ
ஜ
Song: Hotel, Montell Fish
🥂
Birine baktığınızda hissettiğiniz duyguları yazma şansınız olsaydı, ilk ne yazardınız? Muhtemelen bu baktığınız kişiye göre değişirdi, etrafınızdaki herkese farklı duygular besleyerek, aslında kalbinizdeki odacıklardan onlara yer seçmiş olurdunuz.
Miray. Roman. Aleksey. Üç isim dönüp duruyordu kalbimin etrafında, hepsine sırayla yer ayırıyordum ama birbirlerine öncelik tanımak onların elinde olan bir şeydi. Kan bağım olan bir yana, diğerini kalbimin en can alıcı kısmına koymuştum. Kan bağımız yoktu ama kalbimiz bir gibi benimsemiştim onu.
Diğeri de... Sevdaya doğru yürüyordu. Kendine sevdamı layık görmüştü ve kalbimi zorluyordu. Kapımı ona araladım, zorluk çıkarmak yerine ona bir yol verdim ama kapıyı tamamen açıp açmamak ona kalmıştı. Kendisi sürekli şaşırtarak gir çık yapıyordu ve ben bundan kesinilikle hoşlanmazdım.
"Memnun değil misin?" Bakışlarım camın ardındaki Miray'a döndü. Bir süre önce gelmişti, durumu pek iyi sayılmazdı. Her şey başa dönmüştü, en çok da buna üzülüyordum. İlaçları bir nebze olsun işe yarasa bile vücudundaki yaralar için oluşturulan steril ortam artık yoktu.
"İyileşsin, gerisi önemli değil." Kollarını göğsünde birleştirmiş, aynı benim gibi camın ardındaki kız kardeşime bakıyordu. "İyi olacak," dedi bunun güvencesini verircesine. Onu iyi etmesi gerekiyordu, onu iyi edeceğini biliyordum ama kötü adamlara karşı ne yapacağımızı bilmiyordum.
Kötü adamlar... Ne kadar da çocukça bir terimdi bu böyle. Biraz büyümem gerekiyordu, hala çocuk kalmış sayılırdım. Aynaya baktığım zaman çocukluk yüzümü kaybettiğimi fark edip buna üzülüyordum. Küçük Mirel artık gitmişti, ne kadar bakarsam bakayım onun kadar masum olamıyordum ve küçük Mirel, artık ellerimin arasından kayıp gitmişti.
"Umarım Roman," ona doğru döndüm, camdaki yansımamı görmek bile istemiyordum. Sarı saçlarım iyice uzamıştı ve artık kesilmeyi hak ediyorlardı. Elim, rahatsız edici şekilde yakut yüzükteydi. Safir olan sol elimdeyken, sağ elime taktığım ihtişamlı yüzük yakuttandı. İki elimde dünyaları taşıyor, göğsümün arasındaki ağırlıkta da hayatımı sürdürüyor olmalıydım.
Parmaklarım kutunun üzerinde biraz fazla oyalandı ve o, bu detayı fark etti. Sertçe yutkunuşunu görmemek imkansızdı. Yarın, İspanya'ya doğru yola çıkacaktık. Hedefimiz belliydi, ne yapacağımı bilmesem bile orada olmak zorundaydım.
"Mikail ile olan benzerliğinden söz etmemiştin." Girişteki adamı anımsamaya çalıştım, o bilse de ben henüz bu isimleri tam olarak aklımda tutamıyordum. Tek kaşı havaya kalktı. "Rozanne mi söyledi?"
Omuzlarımı silktim. "Annen çok da ağzı sıkı birine benzemiyor." Saklanması gereken bir sır varsa, son söylememiz gereken kişi Rozanne olmalıydı. Ondan sonra iş bitiyor, cümle alem duyuyor olmalıydı.
"Bunu saklamıyordum." Başımı salladım imayla, bana hiç öyle hissettirmemişti ama. "Ondan bahsetmekten hoşlanmıyorum." Dedi. "Genelde bahsetmem bile, onunla kan bağı dışında hiçbir şeyimiz yok." Yüzünü buruşturdu, resmen bundan ve o adamdan iğreniyordu. "Elimde olsa o kan bağını da söküp atmanın bir yolunu bulurdum, merak etme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ACININ KANATLI KAFESİ
Teen Fiction"Neden siyah?" "Siyah güzeldir, insanların beyazı görmesini de engeller." Çünkü beyaz zaafları temsil eder. Zaafların varsa sen bir hiçsindir ve onları gizlemek için bürünmen gereken ziftliğe sahipsindir. Bürün katran karasına; siyahı beyaz, beyaz...