Sabah yine çayın yanında bir sürü şey atıştırmıştı. Saat iki olduğu halde açlık hissetmiyordu. Eczanede bir gün önce mal sayımı yapılmış, ortalık biraz toparlanmıştı. Hastanelere uzak olmasına rağmen yoğundu eczanesi. Yıllardır aynı mahallede oturduğu için herkes ilacını ondan alırdı. Eski bir mahalle olması ve yaşlıların çokça bulunması işlerini arttırıyordu.
"Kolay gelsin, Mert. Yağmur yok mu?"
Mert, yirmi üç yaşındaydı. Askerden geldikten sonra Nil'in dükkânında çalışmaya başlamıştı. Ondan bir yıl kadar sonra Yağmur'u işe almışlardı. Yağmur, on dokuzuna yeni girmişti. Mert yakışıklı, sarı saçlı ela gözlüydü. Yağmur ise siyaha yakın kahverengi saçları, kahverengi gözleri ile çok güzeldi. Nil ikisinin yan yana güzel bir çift olduklarını düşünüyordu. Ama Yağmur, Mert gibi maaşlı bir erkeği değil, zengin erkekleri beğeniyordu. Nil bir iki kez konuşmak istemiş ama Yağmur kendi annesi gibi sıkıntı çekmek istemediğini söylemişti. Annesi para bulamadığı için Yağmur, okulu yarım bırakmıştı. Evlendiğinde çocuklarının parasızlık yüzünden eğitimini yarım bırakmasını istemiyordu. Nil'in söyleyeceği söz burada bitiyordu. Onun için dua etmiş, bu düşünceleri yüzünden mutsuz olmamasını dilemişti.
Mert, özlem yüklü bir sesle, "Markete gitti. Yemek getirmiştim evden, o da içecek bir şeyler alacakmış." dedi.
Nil'in ablalık damarları kabarıyordu ara sıra. Yağmur'un inatlarını bildiği için Mert'i uyardı. "Yine asitli içecek alacaktır. Sen sakın içme. O da laf dinlerse iyi olur. Yoksa mide ilaçlarından ona da satarız."
"Ben, ayran istedim ama onun ne alacağı meçhul."
"Neden bu kadar geçe kaldı yemeğiniz?"
"Saat on gibi bir şeyler yedik. O tok tuttu."
"Öğünlerinizi bozmayın."
"Diyene bak sen?"
"Ben hata ettim diye sizin yapmanız mı lazım? Öğlene doğru o kadar çok abur cubur yedim ki karnım ağrıyor şimdi. Aslında Yağmur'a soda mı aldırsaydım?"
Deminden beri arkasından konuştukları Yağmur kapıdan girdiğinde önce Mert'e gülümsedi. Mert'in ilgisinin bal gibi farkındaydı. Ama onun bu ilgisi Yağmur'un egosunu tatmin etmekten öteye gitmiyordu. Sonra da Nil'e bakıp, "Sana bir şey almadım, abla! Ne istersin?"
"Soda içsem mi diyordum ama vazgeçtim. Tokum zaten. Siz yiyin yemeğinizi ben bakarım dükkâna."
"Kendine ne aldın, Yağmur?" Mert, ona olan ilgisini saklayamıyordu artık. Nil, genç çocuğun Yağmur'un karakterinin farkında olup olmadığını merak ediyordu. Yağmur, Mert'in ilgisinin bilincinde onu parmağında oynatıyordu. Mert de ondan gelen küçük ilgiden bile büyük mutluluklar çıkartıyor, Yağmur'un arada bir dükkâna gelen iyi giyimli erkeklere olan ilgisini ya fark etmiyor ya da etmiyor gibi gözüküyordu.
"Bu sefer söz dinledim. İkimize de ayran aldım."
"A öyle mi? Teşekkür ederim." İşte yine Mert kızın yörüngesine girmişti. Ah bu çocuk akıllanmayacak, diye güldü Nil...
Dükkâna giren müşteri ile ilgilendikten sonra günlük gazeteyi okumaya başladı. Gerçi artık tüm haberler bayatlamıştı. Yine de asıl görmek istediği haberi üçüncü sayfada buldu.
'Bir fabrikanın otoparkında başından tek kurşunla vurulmuş bulanan muhasebecinin ölümü, sırrını koruyor. Mafyanın ihtarı mı?'
Yazının altında, yakın arkadaşken ortak olan, çok para kazanınca da araları bozulup rakip olan iki işverenden bahsediyordu yazı. İkisi arasında husumet olduğu zaten biliniyordu... Patronun, istediği kadar kar edemediğini, işlerinin kötüye gittiğini, o gün kavga ettiği muhasebeciyi akşam öldürdüğünün sanıldığını, polisin geniş çaplı araştırmaya devam ettiğini yazıyordu.
Nil, bu yazıları kimin yazdığını çok merak ediyordu. Çünkü olayın ne eski ortakların 'yeni' rekabeti, ne mafyanın korkutması, ne de patron çalışan kavgası ilgisi yoktu.
Nil, gerekeni polise söylemişti. Onlar çözecekti zaten yakında olayı...
**************
Aynı saatlerde Hakan, yarından itibaren kendisine ait olacak masanın önündeki koltukta oturmuş, ortadaki sehpaya koyduğu dosyaları incelemeye devam ediyordu. Ceketini çoktan çıkartmış, içindeki gömleğin üstten iki düğmesini açmış, kollarını kıvırmıştı. Aslında böyle giyinmekten hoşlanmazdı ama ilk gün biraz da mecburdu. Fevzi Bey ile son baktıkları dosyaya sıra geldiğinde saat dört olmuştu.
*****
Fevzi Bey ara sıra onu tek bırakmış, tüm katları gezmiş ve mesai arkadaşları ile onların makamlarında vedalaşmıştı. Akşam çoğu ile yemekte görüşecekti. Zaten sık sık da uğrayacağını biliyordu. Emekli olan tüm eski arkadaşlarının yaptığını o da bir süre yapacaktı... Ama bir gün artık o kapı ona uzak ve soğuk gelecekti... Çünkü tüm masalarda artık tanımadıkları oturuyor olacaktı...
Kendi odasına geri döndüğünde, koltuğun hala boş olduğunu, Hakan'ın ise misafir koltuğunda oturduğunu görüp, bu saygılı genç adam ile birlikte çalışamayacak olmanın üzüntüsünü yaşamıştı. Onun başarılı olacağını biliyordu. Zaten dosyası da başarılarla doluydu.
Hakan'ın dosyası ilk eline ulaştığında çok etkilenmişti. Oraya tayin olan en genç başkomiserdi. Ankara da çözdüğü davalar yüzünden, bir nevi ceza olacak İstanbul tayini, bir diğer yandan onun başarılı sicilini daha da parlak hale getirecekti. İstanbul da olay çoktu. Bu da işi çok yoğunlaştırıyordu. Ama ekip de çoktu. Doğru organize edilen ekipler kısa sürede olayları çözüp, davaları kapatıyordu. Elbette yıllarca devam eden davalar da vardı.
***********
Hakan, Fevzi Bey odasına girince hafifçe kalkıp sonra koltuğuna oturmuştu. Elindeki dosyadaki bilgiler tutarsız gelmişti. Şu otoparkta öldürülen muhasebecinin dosyasıydı. İki gün önce işlenen cinayet ile ilgili, olay yeri incelemenin edindiği bilgiler kafasını kurcalıyordu.
"Amirim, bu dosyada özel bir not var. Bu sizin bana daha önce söylediğiniz şeyle mi ilgili?"
"Neymiş o?"
"Hani şu falcı? O mu dedi size, kadın eli var cinayette diye?"
"Evet."
"Bunu söyleyeceğimi sanmazdım ama sanırım haklı!" Ses tonu ve yüz ifadesi falcı ile aynı fikirde olmanın rahatsızlığını taşıyordu. Fevzi Başkomiser, bizim kızın çekeceği var bu adamdan, diye düşündü.
"Ne buldun?"
"Amirim, bakın resimlerde bir sürü ayak izi var. Maktul, doksan kilo. Kas kütlesi ağır. Şüpheli denilen patron da yüz kilonun üstünde. Ama arabanın yakınındaki erkek ayakkabısı izleri daha hafif birine ait. Tanınmak istemeyen bir kadın da olabilir. İzmarit de tamamen kafa karıştırmak için atılmış olmalı. Ya da daha önceden içilmiş bir sigaradan kalmış olabilir!"
"Ver bakayım o resimleri."
Fevzi Bey, eline aldığı resimleri incelemeye başladığında Hakan'ın haklı olduğuna karar verdi. Yakından çekilmiş fotoğraflar, toprak alanda belirgin izler bırakmıştı. Bu izler de fark çok açıktı. Zaten Nil de ona 'kadın' katil aramaları gerektiğini söylemişti.
Bu kız nasıl biliyordu bunları?
Hiç bilememişti zaten nasıl olup da en olmaz davalarda kendisine bilgi aktardığını. Kendisinden önceki başkomisere söylediğini kendisine de tekrarlamıştı. Kahve falında görüyordu. Ama kendisi de nasıl olup onları fincanın içinde gördüğünü bilmiyordu. Eskilerin dediği gibi gönül gözü açıktı bu genç kadının. Bazı şeyleri fazla kurcalamanın gereği yoktu. Allah bilirdi o kadarını...
Hakan da elindeki diğer resimleri incelerken hangi kadınların olayla ilgili olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Muhasebecinin karısı dâhil olmak üzere tüm kadınları sorguya almak gerekiyordu. Tuhaf olan sigara izmaritinin özellikle olay yerine atılmış olmasıydı. DNA testinin sonucu yarın gelecekti. Sigaranın yönlendirmesi dosyanın gidişatını değiştirecek miydi?
Sanmıyordu...
O yanıltmaydı...
Emindi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR!
AventuraCinayet Masasının çevik polisi Hakan Çevik... İşinde taviz vermeyen, kurallara bağlı bu polisin bile 'hayır' diyemeyeceği güçler var. Nil Aydıner, eczacılık yaparken bir de Yosun Güzellik Merkezinin sahibi oldu. Kahve fincanını bahane ediyor ve bi...