2. Bölüm

324 25 24
                                    

Rüzgar'dan

Nil'in odama gelip 'iyi geceler' demesinin üzerinden yarım saat geçmişti. Işıkların kapanmış olması ve büyük ihtimalle herkesin uyumuş olmasının verdiği rahatlık sayesinde yüzümdeki aptal sırıtışı saklama gereği duymuyordum. Bu kızı seviyordum. Hem annem hem kız kardeşim hemde ablam gibiydi.

Tavandaki, yapışkan, karanlıkta parlayan yıldızlar bu gece daha parlaktı sanki. Hâlâ bozulmadıklarına inanamıyorum. Bunu çocukça bulabilirsiniz keza buradaki çoğu kişi öyle buluyor. Ama benim bulduğum tek şey huzur. Ben neredeysem onlarda orada olacak. Şimdi uyumam gerek. Tunç'a bir özürden fazlasını borçluyum.

"Kahvaltıda ne varmış öğrenebildin mi?" diye sordum lavabodan gelen Tunç'a.

"Evvet. Haşlanmış yumurta!" deyip üstünü değiştirmeye başladı. Saat yediyi kırk dört geçiyordu. Okul servisine yetişmek için on altı dakikamız vardı. Siyah pantolonumun düğmesini ilikleyip ayakkabılarıma yöneldim.

"Acele et. Daha üstünü bile giymedin."

"Evet canım arkadaşım. Ve bu yüzden benim yemeğimi poşete koymanı rica ediyorum senden. Serviste yerim."

"Neden bunu yapayım?" ayakkabılarımı giymiştim.

"Çünkü bana borçlusun."

Evet... O konu. Tamamen unutmuştum.

"Serviste görüşürüz." deyip çantamı sırtıma geçirerek çıktım odadan. Vee unuttuğum bir şeyi hatırlayarak odaya geri döndüm.

"Cem çoktan yemekhaneye indi." dedi Tunç. Aklımı okuyarak.

Yine tam yemekhaneye gidecekken durdum. Bir şey daha unutmuştum. Odaya geri döndüm.

"Al poşet dedi." dedi Tunç elindeki beyaz poşeti uzatarak. Kesinlikle aklımı okuyordu.

Hızlı adımlarla iki oda ve bir lavabonun bulunduğu koridorumuzdan geçerek yemekhaneye girdim.

07:48

On bir kişi yemek yiyordu ve dört kişide yemek sırasındaydı. Normalde burasının daha kalabalık olması gerekirdi. Nedeni büyük ihtimal yaz tatiline sadece iki hafta kalmış olmasıydı. Ve mezun olmama.

Cem uzaktaki masalardan birinde yumurtasını soyuyordu. Hemen sıraya girip iki tabldot aldım. Birkaç dakika sonra sıra bana geldi.

"İkinci tabldot?" diye sordu Müzeyyen teyze. Genelde iyiydi fakat sabahları çok huysuz olurdu.

"Tunç. Hâlâ üstünü giyiyor. Ben almassam geç kalıcak."

"Kendisi gelsin." bomboş bir ses tonu. Bunu bilerek yapıyordu, eminim.
"Saat yedi elli iki hadi ama Müzeyyen teyze." dedim kıvranarak.

"Tamaam." deyip iki tabldotada iki yumurta haşlaması, kibrit kutusu büyüklüğünde peynir, üçer tane siyah zeytin ve dörder tane Pınar müdirenin özel speciali olan fındık! Her sabah yenmeliymiş. Ve iki dilim ekmek.

Çay veya meyve suyu almadan Cem'in yanına oturdum. Kahvaltasını bitirmek üzereydi. Cebimden poşeti çıkarıp tabldotla birlikte uzattim.

"Şunları poşete koysana. Geç kalmayalım."

Hiçbir şey demeden koymaya başladı. Bir şeyler dönüyordu.

Hızlı hızlı kahvaltımı yaptıktan sonra Cemle servise binerken saat yedi elli dokuzdu. Tunç en arkada bize yer tutmuştu. Nil her zamanki gibi en önde oturuyordu.

"Hey Rüzgar?" dedi arkasını dönerek. Makyaj yapmamıştı. Böyle daha güzeldi.

"Efendim?" "Yakan bozulmus." dedi kendi yakasını göstererek. Kırmızı, lacoste tarzı tshirtümün yakasını düzelterek arkaya oturdum ve poşeti Tunç'a verdim.

KİMSESİZLER Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin