≁
Gökgürültüsünün çıkardığı ses ile bir kez daha yorganımı çeneme kadar çekip kolumu yanımda uyuyan Aphelios'un üstüne attım. Bundan rahatsız olup kıpırdandı fakat umursamadım. Yine bir hafta sonu, salonumdaki koltukta uzanmış ilgimi çeken bir filme odaklanmaya çalışıyordum. Aklımın içinde dönen cümleleri bir kere bile olsa unutmaya çalışıyordum. Bunu başarmak çok zordu. Son hafta hariç susturabilsemde son bir haftadır susmuyorlardı. Umursamaz gördüğüm benliğim beni çok güzel kandırmıştı. Kafamın içini umursamazdan gelemiyordum. Canım fazla sıkkındı ve tek yapabildiğim bütün gün böyle uzanmaktı.
Çalan telefonumu bile duyamıyor, belki de onu umursamamayı beceriyordum. Yerdeki alet çaldıkça çalıyordu fakat umrumda bile değildi. Sadece gözlerim ekranda sabit bir yere takılmıştı, düşünüyordum. Sarıya boyattığı kısaltılmış saçlarını, bana bakınca koyulaşan açık kahvelerini-sanırım karamel demeliydim gözlerine. Buna karar vermiştim koskoca bir haftada. Karamele benzer göz rengi vardı. Hatta neredeyse aynıydı. Bu yüzden, karamel gözlerini... ince belini tamamen saran kolumu, Kalın ses tonunu, esmer tenini ve bunlar sayesinde oluşan sert imajı, sert görüntüsü, kollarımda aciz kalışı. Bütün bunlar, çıkmıyordu aklımdan.
Daha tanışamadık, Jeon.
Siktir Jeon, sandığımdan daha da fena ettin beni.
Sandığımdan daha kötü yerlere geldik, Taehyung. Kafama vursalardı da kaldırmasaydım o başımı, görmeseydim o güzelim yüzünü. Doğrusu, her türlü bulurduk birbirimizi diye düşünüyorum.
"Sikeceğim ha." Susmak bilmeyen telefona karşı sinirle soludum ve yere eğilip telefona uzandım. Aphelios burun kıvırtıp koltuktan kalkı ve yerdeki yatağına yattı. Ekranda parlayan isim, en yakınıma aitti.
"Ne var?" Diye sordum. Direkt başladı söylenmeye telefonu açar açmaz.
"Korktum amınakoyayım, dakikasında aç bir kerede şu telefonları. Kapıyı çalıyoruz açmıyorsun," titrek bir nefes aldı. Bu titrek nefesini duyar duymaz boğazıma bir yumru oturdu. Yoongi, sert bir çocuktu. Sosyaldi, eğlenceliydi, gülerdi falan ama bazen çok sert olurdu. Ve şimdiye kadar ağladığını, sesinin titrediğini görmemiştim, "Jeongguk cidden korktuk..." kısık sesine karşı istemsizce dudaklarım büzüldü. Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledim.
"Özür dilerim, apartmanın zilleri bozulmuş geçen gün... söylemeyi unuttum." Dediğimde derin bir iç daha çekti. Kapıyı açıp telefonu kapadım. Bu sefer Yugyeom oturuyordu merdivenlerde. Kapı açılır açılmaz ayağa kalkıp yanımdan geçti. Bu tavrına karşı omuzlarımı düşürüp Yoongi'ye diktim bakışlarımı. Ayakkabılarını çıkarıp kolunu omzuma attı ve içeriye götürdü bizi.
"Cidden az kaldı, çok pis bozacağım ağzımı. Siktiğim bir çocuk yüzünden neden kendini bu kadar üzüyorsun? Ödüm kopuyor Jeongguk üzüntüne yenilip bir şey yapacaksın diye." Yugyeom söylene söylene koltuğa attı kendini. Bende eski yerime oturdum. Yoongi'de yanıma oturdu.
"Abartıyorsunuz. Dediğiniz gibi, gelip geçecek duygularım için neden kendime zarar vereyim? Aptal değilim ben, ölmeye meyilli değilim." Dediğimde kafasını iki yana sallamıştı Yugyeom.
Dediğim gibi, kardeşten farksızdık. Hatta kardeşten bile fazlasıydık biz. Birbirimizin en değerlisiydik. Onların anne ve babaları vardı ama onlar kadar değerliydim ben. Benim annem ve babam yoktu, anne-baba diyebileceğim iki kişi vardı ama.
"Kendini bi bizim yerimize koy, öyle laf yapsın ağzın." dediğinde omuz silktim. Konuşmaya halim yok gibi hissediyordum ama konuşmazsam beni tam şurada döveceklermiş gibi hissediyordum. Çünkü tam bir haftadır ölü gibiydim. Hep az konuşuyordum ama bu aralar hiç konuşmuyordum. Evden okula, okuldan eveydi günlük hayatım. Aphelios'u iki kere dışarı çıkarıyordum. Ayrıca okula sürekli geç kalıyor, ders aralarını dersin bulunduğu yerde kafam sıranın üstünde uyuklayarak geçiriyor, erkenden ayrılıyordum dersten.