Kaçışa Beş Kala

2 0 0
                                    

Ne kadar zamandır buradayım bilmiyorum ama artık daha iyiydim. Tek eğlencem buradan dışarıyı seyretmekti. Bu pencere binanın arka tarafına bakıyordu ve tek manzaram binanın etrafını saran üzeri dikenli tellerle çevrilmiş duvar ve onun arkasından geçen toprak bir yoldu. Bir de günde iki kez geçen bir at arabası. Muhtemelen civarda yaşayan çingene bir aileydi. Gücümü topladıkça ayakta daha uzun kalmaya başlamıştım ve tek başıma da rahatlıkla yürüyebiliyordum. Odanın içinde yürüyebildiğim kadar yürüyüp hem planımı şekillendirmeye çalışıyor hem de vücudumun ihtiyacı olan gücü geri kazanmaya çalışıyordum. Başlarda çok zorlansam da planım şekillendikçe yürümek daha da kolaylaşıyordu. Bazen saatlerce odanın içinde bir o yana bir bu yana planımı düşünerek volta atıyordum ve ne kadar yorulduğumu ancak durunca fark edebiliyordum. Artık hazırdım. Planım iyice şekillenmişti artık sadece hayata geçirmem gerekiyordu. Öncelikle öğrenmem gereken çok fazla bilgi vardı ve beni bu bilgiye sadece Doktor ulaştırabilirdi. Bu geçen sürede aramız artık çok daha iyiydi.  Bana karşı o kadar çok utanç duyuyordu ki ne dersem yapardı. Bana verdiği ilaçlar ve ara ara getirdiği yemekler sayesinde kendimi toparlayabilmiştim. Şimdi ise artık bu kafesten çıkmanın vakti gelmişti. Doktora buradaki kameraların nereleri gördüğü ve dışarıda kaç kişi olduğunu, Alçin’in buraya nasıl geldiğini, ne sıklıkla dışarıdan araç geldiğini öğrenmesini söylemiştim. Tabi tüm bunları söyler söylemez doktor korkudan kafayı yemişti ama dedim ya zayıf noktası olan birini yakalamak daha kolaydı. Duvar’ın kızına bir şey yapmasından Duvardan korktuğundan daha fazla korkuyordu. Bir şeyi yapmak zorunda kaldığında korku sadece bir duygudur. Doktor daha fazla böyle yaşayamayacağının farkındaydı. Belki sadece kendisi olsa buna devam edebilirdi ama artık kendinden daha fazla düşündüğü biri vardı ama yine de harekete geçmek için zamana ihtiyacı vardı bu yüzden üç gündür ortalarda yoktu ama bu sayede yeni birini daha görebilmiştim. Adem… Bana kalırsa her insan bir hayvanı temsil eder; Adem şimdilik bir fareydi. Duvar’dan ödü kopan ama dışarıda polis tarafından aranan suçlu bir fare. Buranın temizliğini yapıyordu genç ve birazda saf bir çocuktu ve doktor başka kimseye güvenmediği için yanıma Ademi yollamıştı. 20 yaşlarında anca vardı ve bu dünyaya birilerine hizmet etmek için gelen insanlardan biriydi. Neden Duvardan bu kadar çok korkuyordu bilmiyorum ama ondan nefret edecek kadar çok korkuyordu. Bu nefret işime yarayabilirdi. Eğer ona bu hayatta en çok korktuğu şeyi yok edebileceğinin garantisini verirsem artık bir fare değil bir köpek olurdu. Benim köpeğim. Henüz onu neresinden yakalamam gerektiğini bulamamıştım ama hızlı olmam gerekiyordu çünkü doktor istediğimi yapmaya cesaret edip yanıma gelebildiği an Ademi bir daha göremeyebilirdim.
“Şu canım önünde ne var abla ya ne zaman gelsem oradasın?” gelen sesle birlikte irkildim. Bunu kesinlikle çözmem gerekiyordu. Aldığım ilaçlardan mı bilmiyorum ama dikkatim eskisi kadar kuvvetli değildi. Eskiden bir sineğin sesini bile duyabilirdim ama şimdi kapının sesini bile duyamıyordum. Düşünmekten ve güneşe doğru durmaktan iyice çatılmış kaşlarımı düzeltip ifademi yumuşattım ve hafif bir tebessüm koydum dudaklarıma. Bir abla gibi görünmeliydim. İplerini verebileceği sahibi olmalıydım. Yavaşça arkamı döndüm.
“Sende her seferinde böyle sessiz gelmekten ne anlıyorsun bende onu anlamıyorum. Korkuttun beni.” Dedim. Adem çok uzun boylu bir çocuk değildi. Dikkat çekmeyen ve zararsız görünen bir tipi vardı. Sokakta görseniz hüküm giymiş bir kaçak olduğuna inanmazdınız. Dikkatinizi çekmezdi bile. Görünmez olan insanlardandı. Peki soru; görünmek istiyor muydu?
“Pardon abla korkutmak istememiştim ama çok dalgındın kapıyı çaldığımı bile duymadın.” dedi. Dikkatimi toplamayı öğrenmem gerekiyordu. Bu kadar derinlere dalacak lüksüm yoktu.
“Dalmışım işte öyle, sen niye geldin?” dedim. Heh dedi ve arka cebimden bir hap kutusu çıkardı. Bu haplar her gün içtiğim vitaminlerdi. Ya da belki de vitaminden farklı ilaçlardır ne oldukları hakkında hiçbir fikrim yoktu ama işe yarıyorlardı. Gücümü toplamama yardım ediyorlardı. Bunları Adem getirdiğine göre doktor yine dediklerimi yapamamıştı.
“Bunları Aslı abla yolladı şimdi bir tane, akşama da bir tane içecekmişsin abla.” Dedi. Yanına gidip ilaçları elinden aldım.
“Bunları sen getirdiğine göre doktor bugün de gelmeyecek sanırım.” Dedim. Adem ile muhabbet etmenin bir yolunu bulmalıydım.
“Doktor gitti abla senin haberin yok mu?” dedi. Bunu kesinlikle beklemediğim için şok oldum resmen. Doktor planımın mihenk taşıydı ve eğer gittiyse en başa dönmek zorunda kalırdım.  Onun olmadığı alternatif bir plan yapmak çok zordu.
“Nasıl gitti? Ne zaman gitti?” dedim telaşımı gizleyemeyerek. Eğer kendi gitmediyse Duvar onu yollamıştı ki bu benden şüphelendiği anlamına geliyordu. Eğer şüphelenirse saldırırdı ve benim elimde hiçbir şey yoktu. Bir saldırıya karşı hiç hazır değildim. Adem de bu telaşıma şaşırdı ellerini kaldırıp
“Sakin ol abla kızını görmeye gitti Cuma gününden, pazartesi gelir o korkma ilk gidişi değil.” Dedi ve ben derin bir oh çektim içimden. Çok üstüne gittiğim için kaçtı sanmıştım. Doktoru fazla mı hafife alıyordum acaba? Ya da fazla büyütüyordum. Belki de sandığım kadar cesur olamayacaktı.
“Haa öyle desene oğlum sende, yüreğime iniyordu.” Dedim. Bir an korkudan elim ayağım titremişti ve ayakta kalmak istemedim daha fazla. Geriye dönüp yatağa oturdum. Adem de beni korkuttuğu için baya üzülmüştü yanıma gelip oda yatağa oturdu.
“Abla valla ben bu kadar korkacağını bilemedim. Haberin vardır sanıyorum. Kusura bakma.” Dedi. Size demiştim ya Adem şuan bir fare olsa bile aslında bir köpekti. Sahibinin onu affetmesi için her şeyi yapabilecek potansiyele sahipti ve bende iyi bir insandım bana tutunmasını sağlamalıydım.
“Önemli değil Adem tamam.” Dedim ve elimi omzuna koydum. Biraz şefkat kendini daha mahcup hissetmesini sağlardı. Yüzünde hala mahcup bir ifade varken harekete geçmenin tam zamanıydı. Elimi omzundan çektim ve
“Adem sana bir şey soracağım.” Dedim. Adem oturduğu yerde dikleşti.
“Sor abla buyur.” dedi.
“Benim hakkımda ne biliyorsun?” dedim. Önce önümü görmeliydim. Ben onun gözünde kimdim bunu bilmem gerekiyordu. Sorumla birlikte Adem ne diyeceğini bilemiyor gibi yere bakmaya başladı. Benim hakkımda her ne biliyorsa bu onu ya korkutmuştu ya da… ya da utandırıyordu. Benden neden utanıyordu?
“Yani abla ben pek bir şey bilmiyorum. Zaten ben çok bir şey bilmem söyleneni yaparım.” Dedi. Utanıyordu. Ama neden utanıyordu? Burada tutulduğum için mi? Bir temizlikçiydi alt tarafı doktordan farklıydı durumu niye utansın ki? Kim olduğumu bile bilmiyor olabilirdi. Başka bir şey olmalıydı. Eğer burada tutulduğum için değilse bu utancı o zaman neden… Buraya hapsolmama yardım ettiği için olabilir miydi?  Adem görünmezdi ve saklanmak zorunda olan bir fareydi. Üstelik aranan bir fare. Çok fazla zayıf noktası vardı ve buralardan onu tutabilen herkes istediğini yaptırabilirdi. Beni buraya getiren Ademdi. O halde kim olduğumu da biliyordu. Fark ettiğim gerçekler içimde bir ateş yaktı bu öfkeyi tanıyordum. Beni buraya tıkanları yakmak istediğim ateş şimdi Adem için yanıyor onu da kül etmek istiyordu ama belli edemezdim. Anlamamış gibi yapmam gerekiyordu.
“Ne yaptın ki Adem?” dedim. Nasıl yaptığını öğrenmem gerekiyordu. Yüzünü yerden kaldırmadı.
“Abla ben o şerefsizle tanışmadan önce sokaklarda kağıt topluyordum. Gece gündüz demeden sokaklardaydım. Sonra bir gün gece vakti Kadıköy taraflarında işe çıkmıştım yine. Oralarda sarhoşu, pisliği çok olur bende 15 yaşlarında falanım küçüğüm yani ama ekmek parası işte korksam da giderdim mecbur. Sokaktayken korktuğunu bir hissetsinler hemen tepene çökerler ondan cebimde hep bir bıçak olurdu. Korktuğumdan ama valla bak kimseye bulaşmazdım. Neyse bir akşam gece iki belki üç hatırlamıyorum ama geç yani. Ara sokakta bir çöpü karıştırırken bir ses duydum. Öyle üç beş sarhoş kavga ediyor sandım ciddiye almadım baktım bir kadın sesi geldi yardım istiyordu. Koştum bende bir kadını sıkıştırmışlar. Oralarda o saatte böyle şeyler çok olur. Herkesin kafa güzel tabi bende birkaç tartışmaya denk geldim ama böyle sevgililer kavga ederler sonra da giderlerdi. Öyle bir şey sandım başta ama gidince bir baktım üç tane tinerci kadının birini sıkıştırmışlar ablanın da kafası güzel belli zor ayakta duruyor. Çocukların da çapı benim gibi, dedim oğlum Adem sen bu gece bu kadını bırakırsan öbür tarafta bunun hesabını veremezsin. Daldım çocuklara. Daldım ama onlar üç kişi ben tek abla zaten kavgayı görür görmez topukladı. Korktu tabi oda ne yapsın? Neyse biraz direndim ama üçe tek nasıl direnirsin? Aldılar beni aralarına o ara cebimdeki bıçak geldi aklıma bende çocuktum abla korktum dedim şimdi burada öleceğim. Böyle ölmeyeyim dedim. Böyle çöplerin içinde bari cesedim rezil olmasın dedim.  Bıçağı çıkardım sapladım bir tanesine. Yere yığılıverdi. Diğerleri de onu öyle görünce korktular kaçtılar. Bende korktum. Elimde bıçak, yerde kanlar içinde bir çocuk. Dedim şimdi bittin Adem. Kaçsam ayaklarım tutmuyor kaçamıyorum da. Sonra o geldi. Ben dedi her şeyi gördüm ama polis anlamaz dinlemezler seni hayatın biter dedi. Öyle korkmuştum ki sadece başımı salladım. Aldı beni bir eve götürdü burada saklan bir süre ortalık durulsun benden sana zarar gelmez dedi. İnandım zaten başka çarem de yoktu. Bir süre kaldım orada sonra bir gün geldi Adem dedi senin bıçakladığın çocuk ölmüş her yerde seni arıyorlar. Katil oldum ben. Sadece korkmadım abla vicdanım o sapladığım bıçak oldu kalbime saplandı. Allahtan korktum, kendimden utandım.” Adem ağlamaktan daha fazla devam edemedi. Her zaman bir yolunu buluyordu işte. Herkesi bir yerinden yakalıyordu. Doktorun söylediği doğruydu insanların zayıf noktalarını bir köpek gibi kokusundan tanıyordu. Adem iyi bir çocuktu sokakta olmasına rağmen sokağın kurallarını bilmesine rağmen yine de o kadına yardım etmişti. Oysa sokağın ilk kuralını herkes bilirdi. Gözlerini hep açık tut ama hiçbir şeyi görme.
“Peki hiç demedin mi kimsin sen, bana niye yardım ediyorsun diye” dedim. Şoku atlattıktan sonra mutlaka sormuş olması gerekiyordu. Adem gözlerini sildi derin bir nefes aldı.
“Sordum tabi sormam mı? Benim dedi bir mücevher markam var. Şaşırdım tabi. O kadar zengin adam o gece orada ne işi vardı acaba dedim. O gece bir arkadaşımla eğlenmeye çıkmıştım dedi ama yalan çok sonra öğrendim. Neyse günler geçti ben tabi adamı kahramanım görüyorum. Abi gibiydi yani çok ilgiliydi. Abla ben hayatımda ilk kez akşam ne yiyeceğim diye düşünmedim, nerede yatacağım diye düşünmedim. Ben bir yemek, bir yatak istedim sadece. Bir de biri beni karşılıksız sevsin istedim herhalde. Öyle değilmiş meğer karşılıksız sevgi diye bir şey de yokmuş. Birkaç ay sonra değişmeye başladı. Hani sanki yükmüşüm gibi. Seni saklayarak bende suç işliyorum ama olsun sen sakın kendini kötü hissetme derdi. Manipülatif pislik. Arada sinirlenirdi o zamanlarda böyle ağzından kaçırır gibi başıma kaldın, nankör derdi. Abla ben nankör değildim ama öyle hissettim. Borcumu ödemem gerekiyormuş gibi hissettim. Hani öl dese ağzımı açmaya hakkım yok gibi. “Dedi. Şerefsiz piç. Hep aynı yolu izliyormuş. Önce dünyanın en iyi insanı olup hiçbir karşılık beklemediğine inandırıyor sonra yavaş yavaş seni kendisine borçlu hissettiriyordu. Onun hakkında kötü düşünmek bile günah gibi geliyordu. Herkesin her seferinde bu tuzağa düşmesi… komik mi desem trajikomik mi?
“İnanmış olman senin suçun değil Adem. Hepimiz bir yerinden bu hayata tutunmaya çalışıyoruz. Ne yazık ki tutunmak için berbat bir dal seçtik ama yine de bu bizim suçumuz değil.” Dedim. Tamam tamamen dürüst değildim çünkü bu herifin tüm manipülasyonlarını görmüştüm. Yani görmemek kesinlikle onların suçuydu ama ben iyi kalpli ve kandırılmış bir kızdım. Rolüme sağdık kalacaktım.
“Haklısın abla ama o zamanlar göremiyorsun işte. Neyse bir süre böyle geçti. Sığındığım o ev kafes oldu sanki. Gitsem gidemem her yerde beni arıyor polisler kalmam gerek istenmediğimi bildiğim yerde kalmak zorundayım. Eve çok uğramazdı ama ben o evde yokken bile bir şeye dokunmazdım böyle bitki gibi olduğum yerde duruyordum. Etrafı temizliyordum. Görünmez olmak için elimden geleni yapıyorum. Belki varlığımı fark etmezse git demez diye. Bir gün geldi ama nasıl korkmuş artık ne olduysa titriyor. Peşimde biri var Adem dedi. Sana yardım ettiğimi öğrenmişler videomuzu çekmişler tehdit ediyor beni biri dedi. Açtı telefonunu videoyu gösterdi benim çocuğu bıçakladığım anı çekmiş diğer videoda da onunla ben adamın yaralı bedeninin yanında. Kafamdan aşağı kaynar su döküldü sanki. Öyle çok korktum ki ama bu sefer kendim için değil onun için. Bana giydirdiği minnet hırkası boğazıma sarıldı. Ne yapsam bilemedim. Biraz sakinleşti ne yapacağız abi dedim. Ondan kurtulmalıyız Adem dedi. Ben kimseyi öldüremem abi polise teslim olayım senin bir suçun yok zaten anlatırım her şeyi dedim. Senin gibi sokak çocuğunu dinlerler mi sanıyorsun dedi, kendinle beraber beni de mi yakacaksın sana yaptığım bunca iyilikten sonra. Öyle deyince bir şey diyemedim. Haklı dedim. Ben bir şey düşüneceğim korkma dedi beni orada bıraktı gitti. Abla bir hafta her sese korkar oldum. Çıt çıksa kalp krizi geçirecek gibi oluyordum. O korkuyla zaten insan aklını tamamen kaybediyor. Bir haftanın sonunda senin fotoğrafınla geldi. Bu kadın beni tehdit ediyor bana takıntılı aşık dedi. Bir süre bu kadını kimsenin bulamayacağı bir yere götüreceğiz dedi. Bende inandım.” Yine ağlamaya başladı. Elimi omzuna koydum ve cevabını bildiğim soruyu sordum.
“Adem” dedim. O anlar gözümde canlanırken bir an duraksadım.
“O gün bana o mesajı atan, arabamın frenlerini kesen, beni sıkıştıran arabadaki de sen miydin?” dedim. Ağlaması şiddetlendi. Oturduğu yerden dizlerimin önüne çöktü. Ellerime sarıldı.
“Abla affet! Ben nasıl yaptım bilmiyorum. Bana bir planım var dedi ama Allah belamı versin kimse zarar görmeyecek dedi. Ben böyle biri değilim abla hipnoz olmuş gibiydim sadece bana söyleneni yaptım.” Dizlerimin önünde diz çökmüş bu çocuk sandığım gibi sadece bir kurban değildi. Beni buraya iten ellerden biriydi. İçimdeki o ateşi tekrar hissettim. Ademi şu an burada o ateşle yakabilirdim ve her hücremle bunu yapmak istiyordum ama bekledim. O yüzünü dizlerime kapatmış ağlarken bende onu izledim, onunla ne yapacağımı düşündüm. Birini ısır dediğimde bir an bile düşünmeyecek bir köpeğe dönüşebilirdi Adem. Onu burada öldürürsem bir silahımı kaybetmiş olurdum. Uzun süre kullanabileceğim bu silahı ne kadar zorlanırsam zorlanayım yanımda tutmam gerekirdi. Ademin zayıf noktası bir yere ait olmamasıydı. Bir evi yoktu ve bir eve sahip olmak için her şeyi yapardı. Bana tutunmasını sağlarsam onun sahibi olurdum. Üstelik bana karşı büyük bir vicdan azabı çekiyordu. Elim ona karşı çok kuvvetliydi.
Yine de onu boğsa mıydım?
Boğmak işime gelmezdi.
Ellerimi yatağa yasladım. Dizlerimi Ademden uzaklaştırdım ve
“Git Adem.” Dedim. Birincisi eğer gitmezse onu gerçekten boğabilirdim. İkincisi beni biraz dağılmış görmesi gerekiyordu. Ona kızgın olduğumu görmeliydi ki daha çok vicdan azabı duysun. Şu an Ademin vicdanı en çok işime yarayacak şeydi. Adem ondan uzaklaştığımı görünce daha da panik oldu.
“Abla ne olur affet. Beni de kandırdı.” Son bir çabayla ona inanmamı bekliyordu. Çaresiz ve kimsesiz biriydi ve bana tutunmaya dünden razıydı ama onu kendime bağlayacak ipleri güçlendirmeliydim. Bunun için de önce onu biraz itmeliydim.
“Adem beni biraz yalnız bırak. Lütfen.” Dedim. Gözlerim iyice dolmuştu. Ona sırtımı döndüm ve yatağa uzandım. İşte şimdi ona gerçekten sırtımı dönmüştüm. İyi anlaştığı, onu sevme ihtimali olan biri daha kaybetmek üzereydi ve bu korku ona her şeyi yaptırabilirdi. Ayağa kalktı bana zaman verecek ve sonra bana geri gelecekti. Bu sefer tasmasıyla birlikte. Odanın kapısı kapandığında yerimden doğrulmadım. Camdan dışarıyı izledim bir süre. Yaprakların rüzgarda sallanışını seyrettim. Çok vaktim olmadığını biliyordum. Bir an önce planımı hayata geçirmem gerekiyordu. Doktor geldiğinde artık harekete geçmeliydim. İçimden bir ses doktorun eli boş gelmeyeceğini söylüyordu. Duvar hedefine hep iyi insanları koymuştu. Aslında bu çok mantıklıydı çünkü iyi insanlar sevmeyi ve sevilmeyi bilirlerdi. Bu yüzden buna ihtiyaç duyarlardı ama benim ya da Duvar gibi kötüler biz sevmeyi de sevilmeyi de bilmezdik. Bu yüzden buna ihtiyaç duymazdık. Biz nefreti bilirdik ve buna ihtiyaç duyardık. Bir sevgiye sahip olmaya yaklaştığımızda bu yüzden bunu mahvetmek için elimizden geleni yapardık. Adem de doktorda sevilmek istemişler ama bunun için çok yanlış adamı seçmişlerdi. Duvar oyuncaklı değil onlarla oynamayı seven bir adamdı. Oyunun şiddeti ya da en sevdiği oyuncağının zarar görmesi umurunda değildi. Umurunda olan tek şey ne kadar eğlendiğiydi. Mihriyle birlikteyken mutsuz olmadığına emindim çünkü her şeye sahipti. Mihri sayesinde parası da vardı. Zeki, zengin, yakışıklı ve güzeller güzeli bir karısı adam neden bunu mahvetmek istesin ki. Aslında cevap basitti. Duvar bu her şeyin yolunda olduğu hayatından çok sıkılmıştı. Kaosa ihtiyacı vardı. Tıpkı bir bağımlı gibi yoksunluk çekiyordu. Mihri iyi olan taraftı ama çok zekiydi. Bir tersaneyi yöneten kadın zaten nasıl aptal olabilirdi ki? Erkeklerin dünyasında var olmayı başarmıştı. Tabi bazen ben gözünü açıyordum ama benim işim entrikaydı. Mihri kadar tek düzeliği sevemiyordum. Kabul etmek istemesem de ben de Duvar gibi kaosu özlüyordum. Duvar belki de Mihri’yi buraya bu yüzden tıktı. Ona karşı koysun ve savaşsın diye. Sonunu bildiğini sandığı bir savaş onun için risk değil sadece yeni bir oyun olacaktı ama hayır, bilmediği çok büyük bir şey vardı. Ben. Benimle savaşacağını bilmiyordu ama anlaması uzun sürmezdi. İspatlayamazdı ama anlardı. Anlamasıyla bir sorunum yoktu ama bunu asla itiraf edecekte değildim. Varlığını kimseye kanıtlayamadığı biriyle savaşacaktı.
Onu delirtecektim.

Bugün pazartesiydi ve artık doktorun gelmesi gerekiyordu. Daha fazla bekleyemezdim. İlaç saatim gelmişti. Birazdan Adem gelirdi. Onunla günlerdir konuşmuyor yüzüne bile bakmıyordum. O günün ertesi günü yanıma gelmiş konuşmak istemişti ama ona hiç pas vermemiştim. Beni kaybettiğine inanması lazımdı ki benim için her şeyi yapabilsin. Bir hedef gösterdiğimde sorgulamadan ısıracak kıvamda olası gerekiyordu. Çünkü ona yaptırmayı düşündüğüm şey için vicdanından daha kuvvetli olmalıydım. Yatağımda dizlerimi kendime çekmiş planımı son kez gözden geçiriyordum. Eğer her şey istediğim gibi giderse ölümüm ilan edilmeden ortaya çıkabilirdim. Eğer geç kalırsam sahip olduğum her şey kardeşime otomatik olarak da Duvar denen şerefsize kalacaktı. Buna ölsem izin vermezdim. Kapının açılma sesini duyunca kafamı kaldırdım ve işte görmeyi beklediğim yüz buradaydı. Doktor pek cesur biri sayılmazdı ama doğru yerden yakalamıştım. Bu yüzden bana geri gelmişti. Bana tutunmuştu. Tedirgin adımlarla içeriye girdi. Korkuyordu ama ona verdiğim umut korkusundan daha büyüktü.
“Bir an korkup kaçtığını zannettim.” Dedim. Ki bu yakan değildi Adem gittiğini söylediğinde neredeyse kaçtığına emindim. Gülümsedi ama gülümseyişinden bile korkusu belli oluyordu.
“Aslında kaçmıştım ama kızımı görünce aklıma söylediklerin geldi ve geri geldim işte.” Dedi. Annelik büyük bir lanetti işte. Kendi canını yakan adamı bir şekilde affedebiliyordun çünkü zaafın haline geliyordu ama kızının canını yakma ihtimali, sadece düşüncesi bile bir anneye her şeyi yaptırabilirdi. Doktor yanıma gelip yatağa oturdu ve cebinden bir kâğıt çıkartıp bana uzattı. Kâğıdı alıp açtığımda bir bilet olduğunu gördüm. Vapur biletiydi.
“Şu an büyük adadayız. Buradan günde sadece bir kez kalkan bir vapur var. Saat beşte kalıyor ve Mimarsinan’a gidiyor. Oradan sonrasında minibüslere binip Beylikdüzü’ne metrobüse git orda durağın yanında su saten bir çocuk var çocukta bir anahtar olacak siyah Hyundai i10’u bul. Oradan sonrasında yalnızsın. Yapabileceklerim bu kadar.” Dedi. İtiraf etmeliyim ki bu kadarını beklemiyordum. Her şeyi düşünmüştü. Sandığım kadar aptal değildi. Bilete tekrar baktım. Selvi Arıcı adınaydı.
“Selvi Arıcı kim peki? Benim olmadığımı anlamazlar mı?” dedim. Anlaşılırsa beni vapura almazlardı ve anında yakalanırdım.
“Bileti bir arkadaşımın kimliğiyle aldım. Kontrolde sadece biletin üstündeki barkodu okutuyorlar o yüzden sıkıntı olmaz merak etme.” Dedi. Daha önce hiç vapura binmemiştim bu yüzden biraz cahil olabilirdim ama neyse ki ortağım akıllıydı.
“Büyük adada mıyız?” dedim. Bu kadar zaman beni neredeyse İstanbul’un dibinde mi tutuyordu yani. Camdan sadece bir ormanı görebiliyordum bu yüzden daha uzakta hatta bir ara yurt dışında bir yerlerde olduğumu bile düşünmüştüm.
“Asla eve dönemeyeceğimi düşündüğüm onca vakit meğer evden sadece birkaç dakika uzaktaymışım.” Gülmeye başladım. Şerefsiz piç insan aklıyla oynamayı çok iyi biliyordu.
“Evine geri döneceksin.” Doktor elimi tutup aklınca bana destek oluyordu. Bende rolüme sadık kalarak elinin üzerine diğer elimi koydum.
“Birlikte döneceğiz. Peki öğrenmeni istediğim şeyleri öğrenebildin mi?” Dedim. Sonra yalandan akıttığım birkaç gözyaşını elimle silerek
“Evet öğrendim. Kameralar haftalık kayıt yapıyor sadece bir kez gizlice kamera odasına girebildim ve her yeri görüyorlar. Adanın tepesindeyiz yürüyerek aşağıya inebilirsin ama uzun sürer o sürede de zaten yakalanırsın.” Dedi. Her yeri gören kameralar beni riske sokabilirdi.
“Öğle yemeği sırasında korumalar değişiyor. Kameraların başındaki korumayı oyalayabilsen bile kaçmak için en fazla üç dakikam olur. Çok az.” Dedim. Üç dakikada eğer uçamazsam kaçmam imkansızdı. Kafasını salladıktan sonra birkaç saniye yere baktı. Sonra aniden bana döndü
“Eğer senin odanı gören kamerayı bir gün önceden bozabilirsek o zaman üç dakikadan fazla zaman kazanırız.” Dedi.
“Neden birgün önce?” dedim. Kameranın bozulduğunu fark ederlerse hemen tamir ederler ya da kapıma bir değil iki koruma dikerlerdi o zaman kaçmam daha da zorlaşırdı.
“Buraya tek bir tamirci gelir onun da kameradan anladığını sanmam eğer akşamdan kamerayı bozabilirsek servisin gelmesi en erken ertesi gün öğleni bulur.” Dedi. İhtimale bel bağlayamazdım. Kafamı hayır anlamında salladım.
“Olmaz çok riskli hem bizim yaptığımızı anında anlar. Kameralara dokunamayız.” Dedim. Aklıma gelen fikirle
“Beni tutukları odayı gören bir kamera var mı?” dedim. Orası rutubet kokuyordu büyük ihtimalle bodrum katta bir yerdi. Oraya kamera koyması çok zordu.
“Odayı gören bir kamera yoktu ama koridorda vardır.” Dedi.
“Bodrum katta mı tutuyordunuz beni.” Şimdi biraz vicdanı sızlayacaktı falan ama bu detayı bilmem gerekiyordu.
“Burası eski bir Rum yetimhanesi alt katta mahzenler var. Bizimki gibi bir bodrum değil yani. Birkaç tane oda yapmışlar. Çocukları cezalandırıyorlardı büyük ihtimalle.” Dedi. Dünya’nın hangi zamanına gidersek gidelim zalimler hep vardı işte. Orada bir zamanlar çocukların kapalı kaldığını bilmek benim bile vicdanıma dokunmuştu. Çünkü nasıl bir cehennem olduğunu görmüştüm. Oradan çıkan birinden normal olmasını beklemek imkansızdı.
“Güzel o zaman şöyle yapıyoruz; sen beni oraya geri gönderiyorsun.” Dedim. Evet oraya bir daha asla dönmeyeceğimi söylemiştim ama kısa süreli bir geri vites beni daha ileriye götürecekti. Böyle düşününce aptal gibi duygularımın beni yönlendirmesine izin verecek değildim. Bu söylediğime şaşırdı tabi ki onun benim kadar ileriyi görmesini beklemiyordum.
“Delirdin mi sen saçmalama” dedi. Tek seferde kendiliğinden anlaması imkansızdı zaten.
“Bak ne yaparsak yapalım benim kaçtığımı hemen fark ederler. Kamera başında duran adam yenisi gelmeden o bilgisayarın başından kalkmaz. Onları oyalasak bile en fazla üç dakika. Üç dakikada ışınlanamazsam kaçmam imkansız. Eğer orada olursam üç dakikada en azından koridoru geçip arabaya yetişebilirim.” Dedim. Plan boktandı. Sadece doktorun mantıklı olduğuna inanması gerekiyordu.
“Emin misin?” dedi tereddütle. Mantıklı gelmiyordu ona ama bana inanıyordu bunu gözlerinde görebiliyordum. Zaten başka da çaresi yoktu. Başımla onu onayladım.
“Tamam o zaman. Ben ayarlarım bir gün önceden aldırırım seni oraya.” Dedi.  Bana güveniyordu şu ağar pembe desem bile bir bildiğin var diyecek kadar güveniyordu hem de. Şimdi bu güvenin arkasına saklanarak öğrenmem gereken şeyleri kolayca öğrenecektim.
“Neyse planımız hazır olduğuna göre başka şeylerden konuşalım. Anlatsana ne yaptın kızın nasıl annen nasıl?” bana ihtiyacım olan detayları ver.
“Mihri o kadar büyümüş ki sana anlatamam. Bir saat bile görmesem gözüme büyümüş geliyor. Elimde olsa bir saniye bile gözümü üzerinden ayırmam.” Son cümlesinde yüzünü bir hüzün kapladı. Kızından bahsederken gözlerinin içi parlardı ve onu görememek Doktoru mahvediyordu. Bu özlem işime gelmiyor değildi tabi. Anneler gerekli şartlar sağlandığın çok tehlikeli silahlara dönüşebilirlerdi.
“Annem de biraz rahatsızdı. Belinde fıtık var Mayıs da onu zorluyor ama bana belli etmek istemiyor.” Annesinden bahsederken gözlerinde yine bir hüzün beliriyordu. Buradan ilerleyebilirdim çünkü annesine karşı suçlu hissediyordu ve konuşmak isteyecekti.
Ayrıca kızının ismini Mayıs mı koymuştu.
“Demek ismi Mayıs ne güzel bir isim. Niye Mayıs peki?” dedim. Kızının ismini spesifik bir ayın ismi koyduğuna göre kesinlikle bir anlamı olmalıydı.
“Belki saçma bulacaksın belki de yargılarsın bilmiyorum ama Duvar biz birlikteyken her mayıs ayında çok sinirli, depresif böyle bir tuhaf davranırdı. Bazen giderdi bir hafta dönmezdi, bazı geceler çok içerdi sonra eve gelirdi ama böyle zil zurna sarhoş. Öyle ağlaya ağlaya uyurdu. Ne biliyim kızımla bağ kurmasın istedim galiba. İsmini duymamak için bile olsa ondan uzak olsun, kızımı sevmesin istedim.” Dedi. Onu yargılamamdan çekiniyordu ama bence sonuna kadar haklıydı. Duvar gibi adamların sevgileri zehirli olurdu. Her gün senden bir şeyini alır ama bunu öyle büyük bir sevginin arkasına saklanarak yapardı ki fark etmezdin bile. Büyük bir salaklık gibi geliyordu kulağa ama o anın içindeyken bunu görmek imkansız oluyordu.
“Onun sevgisinin bedelini ödeyen biri olarak seni asla yargılamam. Bence en iyisini yapmışsın ama merak ediyorum Duvar nasıl öğrendi kızı olduğunu.” Duvarın doktorun hayatında şu an nerede olduğunu öğrenmem gerekiyordu.
“Hamile olduğumu öğrendiğimde annemle çok büyük tartıştık. Duvardan olduğunu anladı tabi ‘o herife nasıl tekrar bulaşırsın.’ Konulu bir sürü kavga ettik işte. Aldırmamı istedi. Bilmiyorum belki de aldırmalıydım ama yapamadım işte. Onun bir suçu yoktu ki. Neyse bir şekilde annem de ikna oldu. Hamileliğimin sekizinci ayında o aradı. Açmadım tabi ki ama bir hafta her gün durmadan aradı. En sonunda açtım. Senden bahsetti ‘bana takıntılı biri var sana yaşattıklarımı şimdi o bana yaşatıyor beni tehdit ediyor’ falan gibi bir sürü şey uydurdu işte. İlişkinizi biliyordum sosyal medyadan başta inanmadım ama bana bir sürü ekran görüntüsü attı. Ona attığın mesajlar vardı. Sonra bir video gönderdi senin elinde bir kadeh ona doğru fırlatırken. İnandım bende başta oh olsun dedim yalan yok ama sonra bebeği öğrendiğini söyledi. Eğer bebeği öğrenirsen ona zarar vereceğini söyledi…”
“Bir dakika beni videoya mı almış.” Şerefsiz pislik. Kadehi ona bile atmamıştı ki. Kim bilir ne zamandır bunu planlıyordu. Belki de tanıştıkları andan beri
“Kadehi ona bile atmadım ki kapının olduğu duvara fırlatmıştım.” Dedim. Doktorun yüzüne alaycı bir gülüş oturdu.
“Gerçeğin ne olduğunun ne önemi var ki. Bütün mesele nasıl göründüğü. Video da sadece bir adama kadeh fırlatan bir kadın var altına hangi hikâyeyi koyarsan nedeni o oluverir.” Haklıydı. Mihri’yi gafil avlamıştı neyse ki ben o kadar kolay lokma değildim. Yine de o video bana sıkıntı çıkartabilirdi. Bunu çözemem gerekiyordu. Sırayla her şey sırasıyla.
“Sonra ne oldu peki devam et sen.” Dedim.
“Sonra işte bebeği öğrendiğini duyunca korktum ne istiyorsun dedim. Seni buraya getireceğinden tedavi olmana yardımcı olacağından falan bahsetti ama ona inanmadım. Belki evet hasta olabilirdin ama o asla birine yardım etmezdi biliyordum. Ona hala her istediğini yaptırabileceği kadar bağlı olduğumu o kadar emindi ki benden şüphelenmedi bile. Ona tamam deyip geçiştirdim sonra sana bir mektup yazdım. Bir dergide verdiğin röportajda okumuştum şirkete senin adına gelen mektupları okuduğunu söylemiştin. Seni uyarmak istedim işte.” Mihri’nin romantik tarafı ilk kez bir işe yarayacaktı demek. Resmen bana ne olacağını söyleyen bir mektup vardı ama bana ulaşmamıştı bile. Mihri tüm mektupları okurdu bu mektubu atlaması imkansızdı.
“Mektubun bana ulaşmadı ki.” Dedim. Böyle bir mektup olsa kesinlikle bilirdim.
“Biliyorum çünkü mektubu Duvar bulmuş. Bursa’ya geldi, çok öfkeliydi. İşte o zaman oynamayı bıraktı. Hamile olmama rağmen tokat attı bana yere yapıştım. Anneme de aynı şekilde. Onun dediklerini yapmazsam bebeğimi öldüreceğimi söyledi. Kendi kızını bile öldürecek kadar gözü dönmüştü. Mecburen kabul ettim. İki hafta geçmeden de Yalova’ya taşındık. Çınarcık’ta bir eve yerleştirdi bizi sonra doğurdum. Gözümü bir açtım kızımın başında duruyor. Ne kadar korktum anlatamam sana. Öyle kızımın üzerine eğilmiş bir şeyler anlatıyordu. Uyandığımı fark edince birkaç ay sonra planını başlatacağını söyledi sonra da gitti. Mayıs iki aylıktı geri geldi. Sonrası burası işte.” Dedi. Mayısın 15 aylık olduğunu söylemişti daha önce yani ben bir senedir bu delikte miydim?
Zamanı düşünme.
Hikaye bitmişti ama hala biraz daha detaya ihtiyacım vardı.
“Annen için zor olmuştur kızının peşinde bir manyak, evini bırakmak zorunda kalmış. Hiç bilmediği bir yere gitmiş.” Bana annenle ilgili biraz detay ver.
“Oldu tabi ben annemde hiç hastalık bilmezdim ama bu olanlarda sonra annemde tansiyon, kalp ne ararsan çıktı. Benim peşimde heba oldu biliyorum ama annemi görsen o gittiği her yeri güzelleştirir. Bursa da kadınlarla beraber işlettikleri bir kafe vardı. Bütün çalışanları kadındı. Yalova’ya yerleşince orada da çevredeki kadınlarla küçük bir yer açtı. Çınarcık’ta kime sorsan gösterir. Orada bile kısa zamanda ünlü oldu annem. Sadece Meliha desen bile tanırlar. Biliyorum çok zorlanıyor ama oturup bir köşede ağlamanın da bir faydası yok işte.” Annesi kızı gibi kaderine ağlayacak tipte bir kadın değildi demek ki ama işte insan çocuğunu kendine benzetemez. Annesinin akıllı olması işime gelmeyen bir durumdu ama olsun sorunları tek tek çözmek gerekirdi. Onu da bir yerinden yakalayabilirdim.
“Annen bana yardım ettiğini biliyor mu peki?” dedim. Şimdi sıra annesinin benim hakkımda ne bildiğini öğrenmekteydi. Başını aşağı yukarı salladı.
“Burada ne döndüğünü biliyor haliyle seni de. Sana yardım edeceğimi söyledim ama pek gönlü yok. Korkuyor benim için.” Dedi. Korkması normal sonuçta hayatı bu salak yüzünden mahvolmuş kadının şimdi tekrar bir şey yapar da daha kötü olur her şey diye ödü kopuyordur. Üstelik artık korktuğu tek kişi kızı da değil bir de torunu vardı. Neyse ki ben kızının şu an da tutunabileceği en doğru daldım.
Şimdilik tabi.
“Merak etme buradan çıktığımda onları koruyacağım.” Dedim. Şimdi planımı tamamlamalı ve buradan çıkmalıydım.
“Bilet bu Perşembe için kesilmiş pazartesi günündeyiz. Her Perşembe gelen arabayla mı ineceğim.” Dedim. Perşembe günleri buraya gelen bir araba vardı. Tahminim erzak getiriyordu. Çünkü içinden çıkan adam bir sürü poşetle buraya gelip en fazla 10 dakika içinde geri dönüyordu.
“Yani ben öyle düşündüm. Ben bir şekilde korumaların dikkatini çekerim ne biliyim bağırırım falan sende o arada arabanın bagajına girebilirsin.” Bu çok riskliydi ve işe yaraması çok düşük bir ihtimaldi ama doktorun bir planı vardı. Sadık kalacaktım.
Şimdilik.
“Tamam sen daha fazla burada kalma dikkat çektik zaten yeterince. Sonra tekrar konuşuruz.” Dedim. Başıyla beni onaylayıp ayağı kalktı. Sonra bana döndü tekrar.
“Adem çok üzgündü. Sana anlattıklarından haberim var Mihri o sadece bir çocuk ve kandırılmış tıpkı bizim gibi. Biliyorum affetmen hiç kolay değil ama en azından konuşmasına izin versen.” Dedi. Adem meselesini uzatmanın bir anlamı kalmamıştı zaten. Perşembeye kadar Ademin benden başka gidecek yeri olmadığına inanması lazımdı. Zaten yüzüne bakmadığım süre de iyice korkmuştur.
“O çocuğa kızgın değilim doktor. Her şeyin de farkındayım ama bende insanım, onu görmek bana ağır geldi sadece o kadar. Sen söyle gelsin.” Dedim. Biraz üzgün biraz kırgın kızı oynamaya devam etmem en iyisiydi. Ademi yakalamam gereken noktayı bulmuştum ve şimdiye zaten istediğim kıvama gelmiştir bile.  Doktor odadan çıktıktan sonra beş dakika geçmeden Adem geldi. Tedirgin ve çekingen adımlarla kapıdan içeri girerken yüzüme bakmıyordu. Bence göreceği şeyden korkuyordu. Eğer ona nefretle bakarsam ne yapacaktı? Buradan çıkacağımı bildiğine emindim. Eğer ben gidersem Duvarın onunla bir işi kalmazdı o zaman ona ne olacaktı? Tüm bunlar Ademi iki sonuca götürüyordu. Ya beni Duvara ispiyonlayacak ya da benim yanımda durup bana yardım edecek. Duvara beni şimdiye kadar ispiyonlamamıştı ama bana da gelmemişti. Hala bir ikilemdeydi ve ben bugün o ikileme son vermek üzereydim.
“Geleyim mi abla?” dedi sonunda kafasını kaldırıp. Şu an ürkek bir kuş gibiydi gözümde. Neyse ki çok doğru bir yere sığınmak üzereydi.
“Gel.” Dedim. Affedici kız rolüne bürünmeden önce onun tarafından ihanete uğramanın beni ne kadar çok kırdığı görmeliydi.  Çekingen adımlarla yatağın yanındaki sandalyeye oturdu. Ellerini önünde bağlamış ona keseceğim cezayı bekliyordu. Suçluydu ve bir cezası olacaktı tabi ki ama listemin başında Adem yoktu. O bana lazımdı, istediğinde her şeye gözlerini kapatabilecek kadar birine bağlanabilen biriydi ve bu benim en çok ihtiyacım olan şeydi. Adem karşımda ne yapacağını bilmez bir halde kıvranırken onun acısına son verdim.
“Doktor söylemek istediğin şeyler olduğunu söyledi ama sen pek konuşmaya hevesli değil gibisin.” Dedim. Sesim buz gibiydi. Ona hiç yardımcı olmuyordum. Adım atması için cesaret alabileceği hiçbir boşluk bırakmıyordum. Ben istediğimde benim istediğim aralıktan girmeliydi.
“Söyleyeceğim evet ama ne desem için soğur bilemiyorum. Sonuçta yerden göğe kadar haklı olan sensin. Gelme dersen gelmem yani beni görmek sana kötü hissettiriyorsa abla ben…”
“Gelme Adem.” Diyerek onun sözünü kestim. Söylediğimle sonunda kafasını kaldırıp bana baktı. Şaşırmıştı çünkü onu affedeceğime inanıyordu. Şimdi panik onu ele geçirmeye başlamıştı. Çünkü ben yoksam oda yoktu. Bu ihtimal bir anda onun için bir düşünceden fazlası oldu.
“Ne?” dedi.
“Sana gelme dedim. Gözüme görünme dedim. Şimdi ne olacak?” dedim. Artık saldırıya geçip onu ele geçirme vaktim gelmişti.
“Ben şey…” Ne diyebilirdi ki? Onu büyük bir bilinmezliği içine atmıştım. Şu an beyni son hızla çalışıyordu ve bütün felaket senaryolarıyla aynı anda baş edemeyecekti. Biraz daha zorlarsam bir panik atak krizi geçirip bayılabilirdi ama bana canlı lazımdı.
“Ben sana söyleyeyim buradan çıkar çıkmaz beni o adama ispiyonlayacaksın.” Dedim.
“Ben hayır abla.” Dedi panikle. Bu paniği onun nasıl biri olduğunu anlamış olmamaydı. Ondan zekiydim ve ne yapacağını bir kitap gibi okuyabiliyordum. Yani benden korkması gerektiğini biliyordu.
“Evet öyle yapacaksın. Çünkü başka çaren yok. Ben buradan çıkacağım Adem ve sende bunu çok iyi biliyorsun. Ben gidince sen ne işe yarasın ki onun için. O yüzden iki seçeneğin var ya beni burada tutacaksın ya da benimle geleceksin ama az önce sana gelme dedim. Tek seçeneğin kaldı. Hayatın pahasına beni ispiyonlamaz mısın?” dedim. Sesiz kaldı bir süre ama cevabı o da bende biliyorduk. Sonunda kafasın bir kara vermiş olacak ki
“Hayır bunu bir daha yapmayacağım.” Dedi. Kararlıydı yani bunu yapmayacağına çok inanıyordu ama yapmaması aptallık olurdu. Ben onun yerinde olsam yapardım. Hayatta kalmak için her şeyi yapardım. O da yapacaktı çünkü sokaktan gelmişti. Sokaktan gelen herkes hayatta kalmanın değerini bilirdi.
“O zaman ispatla perşembe günü buradan kaçacağım. Beni ispiyonlarsan Duvar müdahale eder ve burada kalırım.” Dedim.
“Peki söylemezsem?”
“O zaman başına gelecekler de bana yaptığının cezası olur.” Dedim. Ona hiç taviz vermiyor gibi göründüğümü biliyorum ama aslında gidebileceği tek bir seçenek bırakıyordum. Bunun farkında değildi ve asla da olmayacaktı.
“Ben gideyim o zaman.” Dedi ve odadan çıktı. Her adımında omuzlarına yüklediğim yükü görebiliyordum. Şu ana kadar her şey istediğim gibi ilerliyordu ama yine de insanlara güven olmazdı. Buradan çıkana kadar hiçbir şey kesin değildi benim için. Yine de içten içe buradan çıkabileceğimi bilmek beni mutlu ediyordu. Sadece dört gün daha beklemeliydim. O ana kadar arkama yaslanıp şöyle güzel bir uyku çekebilirdim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 18 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ölümcül Şeyler:Bir Psikopatın Doğuşu Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin