" Umudun tutunuşu" ( Part 1)

1.7K 210 38
                                    

Hepinize merhaba :)
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; Bu bölüm çok fazla yazım yalnışı olabilir, eksik ve yalnış kelimeler. Bunun için özür dilerim.
Sebebi ise hastalık arkadaşlar buraya kendi sorunlarımı yazmayacağım sadece bunun için geçerli bir nedenim olduğunu bilin. Bu yazacağım bölümün devamı gelecek yakın bir zaman da, inşallah uzun yazabilirim.
Telefondan ilk kez yazıp yayınlıyorum pekte sağlıklı düşündüğüm söylenemez.
Umarım seversiniz :)

Siyahlığın sindiği her bir hücresine değen nefes, çağırıyordu ışığa. Yürüyordu bilmediği bir yerde. Issızlığın sarıp sarmaladığı bir yerdi burası. Yaprakların sesi ona tanıdık birini hatırlatıyordu. Kışın içini ısıtan çay gibi.

Boş sokaklar da bir ses vardı. Ağlayan bir ses. Burada durduğu zaman boyunca, her zaman duymuştu bu sesi. İyi geliyordu ama bu ses ona. Peşinden sürüklüyordu.
Boş bir sokağa girdi. Gökyüzü, maviye küsmüştü. Siyahın asaleti örtmüştü her yeri. Yüzüne vuran rüzgarın sesi, kulağına bir şey fısıldamıştı. Lütfen.

Adımlarını sıklaştırdı. Bu yerin kokusu tanıdık geliyordu ona. İçine çekmeyi doyamadığı, özlemini çektiği bir şeydi sanki. Duyduğu sert sesle, etrafına baktı. Yankılanan ses ona bir şey daha demişti; Bana.

Rüzgar tüm gücüyle esiyor, tenini kazıyordu adeta. Boş bir girdap gibiydi ya da daha farklı. Sokağın bitiminde ki, büyük ağaca baktı. Gür bir meşe ağacıydı. Yaprakları birbirine yumuk gözlerle sarılmıştı. Rüzgarın oynattığı yapraklar uykulu bir sesle mırıldanmıştı ona; Dön.

Adımlarını koşar hale getirdi. Bu yer ona tanıdık bir sesten, bir şeyler diyordu. Kestane rengi saçlarına rüzgar asılıyordu. Su birikintilerine basarak koşmaya devam etti. Issız boş bir sokağa girdiğin de yetmeyen nefesi kesilmişti.

Gökyüzünün izin verdiği sürece içeriye giren ışık, ıslak yerleri pırlanta gibi parlatıyordu.

Yürüdüğü, girdiği sokaklar, o ağaç ona yabancı değildi. Burada ki kokuyu hissediyordu. Zambağın meltem rüzgarıyla buluştuğun da tenine değen nefesin, rahatlatması gibiydi.

Yavaş adımlarla ilerlemeye devam etti. Karanlıkta görünmeyen bu yeri az bi ışıkla fark edebiliyordu. Rüzgarın eliyle, kapanan cam sesi yankılanırken bu yerde, yanından geçerken ona bir şey daha demişti; Sevgilim.

Bu kelime, içine işlenmişti adeta. Uzun zamandır hissetmediği acıyı sadece bir kelimeyle hissetmişti. Sevgilim. Dizlerinin üzerine çökmüştü. Koyu kahveleri siyahın aşkına tutulmuştu. Kestane rengi saçları, yaramaz bir çocuğun eliyle karıştırılmış gibiydi.

Ellerini, başının arasına alacağı sırada, çıkmaz sokağın sonun da siyah bir siliuet gördü. Hareket ediyordu. Gözleri balıkçı ağına takılan, balık gibiyken yavaşça, ayağa kalktı. Karşısında ki siliuet her saniye başka bir kimliğe bürünüyordu. Koyu kahveleri büyümeye başlamıştı. Yanına gittiği şey siyah bir siliuet olmaktan çıkıyordu.

Kuzey. Bu ses ondan mı gelmişti? Adımlarını hızlandırdı. Ona görmek istiyordu. Saç!.. Bu saçlar kahverenginin en yumuşak tonuydu. İnce beline kadar inen saçları saçları, rüzgarın etkisiyle etrafa saçılıyordu. Omuzları yere bakıyordu. Zayıf bedeni titriyordu.

Yanına yaklaştıkça çıkardığı tiz çığlıkları duydu. Dokunmak istiyordu ona. Titriyen omuzlarını durdurmak. İki adım arkasındaydı. Kokusu rüzgarla karışıyor, sonra tenini okşuyordu.

Lütfen Kuzey, lütfen... Sessizliği delen tek ses, bu cılız sesti. Ama bu sesin kırıntıları içinde ki, eksik parçaları dolduruyordu. Konuşmak istiyordu ama yapamıyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu. Bildiği tek şey, kelimleri cam parçalarının arasından toplamak kanatacaktı ellerini.

Seni seviyorum. Gözlerini kapatmasının tek nedeni beyaz ışıktı. Sanki siyahlık bir battaniye gibi kaldırılmıştı üzerlerinden. Renklerin birbir uyanmaya başladığını hissediyordu. Ellerini gözlerinin üzerine siper ederek, aralamaya başladı. Önünde ki, mavi elbiseli kıza baktı.

Artık omuzları titremiyordu. Sesler yok olmuştu. Görmek istiyordu onu. Dokunmak ve hissetmek.

İki adım atarak ulaşmıştı yanına. Güzel, beline kadar inen ince telli saçlara baktı. Yabancı değildi ona, aksine tanıdığını hissettiren bir şey vardı. Görmese de, bağırarak varlığını hissettiren.

Kahvelerini, aşağı indirdiğin de yerde ki kan damlalarını gördü. Koyu kırmızı...
Kahvelerini biraz yukarı kaldırdığın da, akan kanın nedenini görmüştü. Kırmızılık kaçak bir firar kadar hızlıydı. Konuşmak istiyordu ama yapamıyordu. Yüzünde hissettiği nemlilikle, ellerini yüzüne götürdü. Neydi bu?

Seni seviyorum. Bakışlarını tekrar çevirdiğin de, gördüğü şey, fırtınılar kopartmıştı. Aşkın kılıcı açtığı yaraları dikiyordu. Bu gözler, ona doyamadığı günleri hatırlatmıştı. Karanlığına doğan tek şey; kehribarın rengiydi.

Gözleri neşeli değildi, umutsuzluğun liman attığı gözlere hasretle baktı. Neredeydi bunca zaman? Küçük burnunun etrafı kızarmıştı. Dudakları pembenin içine gömülmüş, hafif dolgun dudakları aralanmıştı.

Sonsuza dek... Dediğin de, her şeyin anlamsızlığı tek bir cümleyle anlamlığa yemin etmişti. Ona ulaşmalıydı. Ona ihtiyacı yoktu. Çünkü ona muhtaçtı.

" Sonsuza dek."

Telefondan yazmak gerçekten çok zormuş. Yalnışlıklarımı mazur görün lütfen. Umarım bu bölümde bazı şeyler aydınlanmaya başlamıştır. Gelecek bölüm de, kaldığımız yerden devam edeceğiz umutlarım :)

UMUDUN ADI AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin