Kafasına silah dayalı olan ve çaresiz David, tam korkmaya başlayacaktı ki... Düşürdüğü silahı tekrar beline koyduğunu hatırladı. Hâlâ durumları eşitleyebilirdi. Hemen David'in bacağının dibindeki, elinde tentürdiyotlu pamuk bulunan Zabıta Hüsnü'nün karısı Zehra duruyordu. David, el çabukluğu gösterdi ve bir eliyle belindeki silahı eline alırken diğer koluyla da kadının boynundan tutarak kendine çekti. Artık durum iki-sıfır olmuştu David'in lehine. Hüsnü karısına David'in bir zarar vermesi konusunda tedirgindi. Bu, suratından anlaşılıyordu... Elindeki silahı birden düşürdü yere ve sonunda başladı yalvarmaya: " Bırak karımı, zarar verme ona... Ne istiyorsan yaparım, lütfen... " David kötü adam rolüne pek alışkın değildi. Daha önce kimse ona bu şekilde yalvarmamıştı. Bir an tüm gücün kendinde olduğunu hissetti iliklerine kadar. Bu durum onu da tedirgin etmişti. Yanlışlıkla onlara zarar vermekten korkuyordu David. Bu durumda bile çaresizlik süzülüyordu gözlerinden. Yorgundu. Bezmişti hayattan, biraz da onun halsizliği vardı üzerinde...
Şu an zabıta Hüsnü'nün karısı Zehra'nın boynu, David'in kolu arasındaydı. Korkmuş kadın esir pozisyonundaydı yani. Tabii silah David'in elinde olduğu sürece...
David kadını sürüklüyordu kapıya doğru. Aklında kimseye zarar vermek yoktu. Kadını elinden bırakıp kaçmak vardı aklında sadece. Hüsnü şaşkın gözlerle olan biteni takip ediyordu. Silahın karısının kafasına doğrultulduğunu kabullenemiyordu. Her saniye eriyordu sanki.
David esir tuttuğu kadınla beraber kapının dibine gelmişti. Tam kapıyı açacaktı ki dışardan ayak sesleri geldi ve daha yarım dakika geçmemişti ki aniden kapı çaldı. Evin içinde bir telaş başladı. David hızla bir plan yaptı ve hemen uygulamaya koydu: "Hüsnü !!! Sen kapıyı açacaksın ve gelen her kimse başından savacaksın. Eğer bir yanlış yaparsan karına elveda demiş olursun, ona göre..."
David Zehra'nın ağzını kapayarak kapının hemen arkasına geçti ve kafasına dayadı korkudan benzi solmuş mâsum kadının. Fazla zaman kaybetmişlerdi. Kapı tekrar çalındı. Hüsnü tedirgin bir şekilde açtı kapıyı... Gelen polisti. Uzun boylu, hafif kilolu başında şapkası olan Polis Memuru: "Bir kaçak arıyoruz da, bu gece bir memur arkadaşımızı şehit edip kaçtı. Buralarda şüpheli kimseyi gördünüz mü? " Bu soruya Hüsnü acilen cevap verdi: " Hayır, memur bey, dediğiniz gibi birini görmedik. Öyle bir durum olursa tuşlarız 155'i. "
David de Polis Memuru da memnundu cevaptan. Polis, tam teşekkür edip gidecekken yerde duran silah - şu karısı esir alındığında Hüsnü'nün elinden düşürdüğü tabanca - birden gözüne ilişti yorgun görünen polis memurunun. Bekletmeden sordu: "Yerdeki silah neyin nesi peki ?" . Hüsnü de artık başından savmak istiyordu polisleri, ter içinde kalmıştı alnı. Bekletmeden cevap verdi O da: " Ben bir zabıtayım ve telsizimden anons geldi, duyduklarım bizi de tedirgin etti ve tabancamla oturuyordum. Kanepeden yere düşmüş sadece... Problem yok. ". Hüsnü'nün söyledikleri Polis Memurunun içini rahatlatmış olacak ki başka bir soru sormaksızın teşekkür ederek, arkasına bakmadan, arkadaşlarını da toplayarak gitti.
Kapı kapandığında David kocaman bir oh çekti. Başından aşağı soğuk sular dökülmüştü sanki bir yaz gününde... Kadını serbest bıraktı. Biraz beklemeliydi polislerin uzaklaşması için... Gidip kanepenin yanındaki silahı aldı eline. Şarjörünü çıkardı hızlıca, tüm mermilerini teker teker çıkardıktan sonra cebine koydu. Arkasında tehdit unsuru bırakmak istemiyordu. Zehra ve Hüsnü'nün cep telefonlarındaki hatları aldı ve onları da cebine attı. Ev telefonunun kablosunu kesti. Hatta bir an Hüsnü'yü ve karısını öldürmek bile geçti aklından. Şeytan iş başındaydı anlaşılan. Ama o kadar da değildi. Sonuçta şu polis öldürme olayını saymazsak katil değildi David. İçinde de bir gram kötülük yoktu. Bunları neden yaptığını da bilmiyordu aslında. Belki de ihbar edilme ve yakalanma korkusuydu tüm bunları David'e yaptıran.
Aklına gelen fikir farklıydı bu sefer. Hüsnü bir zabıtaydı sonuçta ve elbiseleri geldi aklına. Onları giyip hiç çaktırmadan bir zabıtaymışcasına yaşamına devam edebilirdi kısa bir süre de olsa. Kim anlayacaktı ki ? Hem yanında taşıdığı tabanca da farketilmezdi böylece.
İlk önce iki tane uzun halat ve koli bandı istedi David. Hüsnü ve Zehrayı sırt sırta verip ellerinden ve ayaklarından iki ayrı sandalyeye bağlaması için önemliydi halatlar. Koli bandını ise ağızlarını bantlamak için kullanacaktı. Bu onları biraz idare ederdi, en azından David uzaklaşana kadar... Zehra bant ve halatları getirdikten sonra David yaptı yapacağını. Bağladı onları, ağızlarına da yapıştırdı bandı. Sonra Hüsnü'nün zabıta elbisesinin tam takımını giydi. Hem yırtık ve kanlı elbiselerinden kurtuldu hem de artık halk arasında pek fark edilmeyecekti. Her şeyi tam giymişti. Zabıta Hüsnü'nün telsizini de alıp her şey için teşekkür ettikten sonra evden çıktı David. Geride ise şaşkın, eli kolu bağlı ve korkunç anlar yaşamış bir aile bıraktı. Bunun için üzgündü. Ama yapacak pek bir şeyi yoktu.
Kapıdan çıkmıştı artık ama ne yapacağı hakkında ufacık bir fikre bile sahip değildi. Hava da soğumaya başlamıştı. Yağmur az evvel dinmişti. Yerler çamurdu hep. Nereye gideceğini bilmiyordu. Biraz yürüdüktan sonra orman arkasında kalmıştı. Küçük ama görkemli bir Camii gördü hemen ilerde. Belki orada bir gece konaklayabilirim diye düşündü. Saat 12.03'ü gösteriyordu. David Camii'nin önüne geldiğinde İmam Camii'den çıkıyordu. Yatsı namazında saatini unutmuştu. Onu geri almaya gelmiş ve almıştı. Tam kapıyı kilitleyecekti ki David dikkatini çekti zabıta üniformasıyla. " Selamun Aleyküm" diye seslendi İmam. İngilizce aksanıyla "Selam" diye aldı cevabını. Aslında David biliyordu 'Aleyküm Selam' demesini, öğrenmişti dil öğrenirken din ve kültürünü de Türkiye'nin. Ama Hristiyandı sonuçta. Bilerek kullanmıyordu bu tür kalıpları. Her pazar kiliseye giderdi David. Ama bu pazar sabahı hiç müsait değildi. Olanlar bitenler... Taşıyamayacağı yükten fazlasıymış gibi geldi ona yaşadıkları. 'Daima Zirveye' diyen, bir zamanlar parmakla gösterilen bu adam artık bir katildi, bir hırsızdı ve bir kaçaktı...
İmam efendiden Camii'de kalmak için izin almıştı genç Hıristiyan. Yatacak yeri ve yapacak bir şeyi kalmamıştı. 'Gün ola hayrola' dercesine yeni bir güne uyanmak istiyordu sadece. Yarın kalkar kalmaz ABD'deki müdürü Bay Mahone ile görüşmesi gerekiyordu. Artık Amerika'ya dönme vakti gelmişti. Burda daha fazla yapamayacaktı. Kaçarak yaşamanın zor olacağını biliyordu. Buna kalkışmanında yorucu olacağını... Hapsız bir gün daha geçirmişti. Halsiz bir şekilde Camii'de kendine yatacak bir köşe buldu. Bugün ve bir kaç gündür başına gelenleri düşündü. Düşündükçe sinirleniyor, psikolojisi bozuluyor; sinirlenip psikolojisi bozuldukça da düşünüyordu... Saçma sapan bir kısır döngünün içinde buldu kendini birden. Dünya siyasi haritasına bakıp Türkiye'nin çevre ülkelere göre çok daha iyi olduğunu düşünmüştü halbu ki. Çektiği acılar yine ona keşke dedirtiyordu. 'Savaş veya ekonomik kriz olan bir ülkeyi seçseydim' tarzı keşkelerdi bunlar. Gece gece artık saçmalamaya başlamıştı. Uyku akıyordu gözlerinden... Bitkindi. Göz kapakları yerdeki çekime daha fazla dayanamayacaktı. Beklenmedik bir şekilde uykuya daldı...
Yorum...
![](https://img.wattpad.com/cover/43884750-288-k812505.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERGÜZEŞT-İ DAVID
Historia CortaSergüzeşt-i David : Adı üzerinde "David'in Serüveni" dir. David'in başından geçen olayları anlamaya çalışacağız beraber. Bazen bir POLİSİYE'nin içinde; bazen bir MACERA VE AKSİYON'un tam ortasında bulacağız kendimizi. Heyecan ve merak dolu bu romanı...