Hafta sonlarında her zaman iyi ve pozitif hissetmişimdir. Her sabah geç kalktığım için gülerek uyanmışımdır. Ama bu sabah ötekilerden çok farklı. Evet yine geç kalmıştım ama ağlamaktan gözlerim şişmiş ve gözyaşlarımdan ıslanan yastığımın garip kokusu her tarafımı sarmıştı. Yine aklıma Egehan geldi, gözlerim doldu. Hayattaydık ikimizde ama imkansızdık. Ki ölümler bile ayıramıyorken bazı insanları bu çok saçma değil mi? Ve bir de niye bu kadar odundu ki? Bir kız gelmiş sana seni sevdiğini söylemiş. Sen ne yaptın? "Bin ilif adindi birini siviyirim." Gıcık şey. İnsan olmadığı için insan ruhundan da anladığı yok öküzün. Sakinleştim. Bugün Ece'yle buluşup birlikte ağlayacaktık zaten. Şimdiden kasmaya gerek yok diye düşündüm. Saat 13.42 idi. Ece bu saate kalmaz çoktan uyanmıştır dedim ve aradım. Çaldı, çaldı, çaldı.. Tam kapatıyordum ki açıldı. "Alo?" dedi. Sesi çok yorgun geliyordu. "Ece bugün buluşacaktık ya beş on dakikaya hazırlanıp yürüyüşe mi çıksak?" dedim. "İyi olur, ben de kendime gelmiş olurum."
Telefonu kapattıktan sonra hazırlanmaya başladım. Babam işi dolayısıyla erkenden gitmişti. Annem de kahvaltı yapmadığımı bildiğinden beni uyandırmamıştır diye düşündüm. Kahvaltı yapmazdım. Sabah kalkınca anında yemek yeme düşüncesini ne aklım ne midem kaldırmıyordu. Tabi ki güzelim bir brunch olmadığı sürece. Tuvalete girip elimi yüzümü yıkadım. Sonra dişlerimi fırçalayıp saçımı tepeden at kuyruğu yaptım. Aynaya baktığımda mosmor gözaltlarımla karşılaştım. Çok hafif bir makyaj yapsam fena olmaz diye düşündüm. Zira gözaltı şişliklerimi kapatmanın en iyi yolu makyajdı. Kendimi daha iyi hissetmek ve özgüvenimi arttırdığını düşündüğüm için klasik siyah göz kalemimi de sadece alta çektim. Özel bir yer ya da karşılaşabileceğim özel bir kişi olmadığı sürece 'ağır makyaja hayır!' politikamı savunuyordum. Siyah rahat bir eşofman altı ve üzerine askılı beyaz bir badi giymiştim. Mutfağa girdim. Annem konfora çok önem verirdi ve sırf bunun için bile mutfağa kanepe koydurtmuştu. Kanepeye yayılmış duran anneme koşup yanaklarından öptüm ve "Annem Ece'yle yürüyüş yapacağız." dedim. "Tabi tabi çıkın. İyi olur sizin için de." dedi. Güzel. İyi bir makyaj yapmıştım sanırım. Fark etmemişti. Çünkü annem hemen anlardı bir şeyler olduğunu.
Yürüyüş yapacağımız için şu an Ece'nin de kendine hazırladığını düşündüğüm su ve limon karışımını hazırladım. Yağ yakmaya yardımcı oluyordu. Aslında Ece tarçın da koyuyordu içine ama ben görüntü ve kokuya önem verdiğim için sadece limon sıkmakla yetiniyordum. Ben tarçını salebe bile atmıyordum ki limonlu saçma sapan bir tarife atayım. Her neyse son kez aynada kendime bakarken bu sırada Ece'yi aradım. İkinci çalışta açtı. "Çıkıyorum ben." dedim. "Ben daha hazır değilim ki." dedi. Süslü ya. Hayır kime süsleniyorsun sevgilin senden ne kadar uzaklıkta oturuyor diye düşünsem de "Sen beni ararsın hazır olunca." demekle yetindim. Tunay Ece'nin sevgilisiydi. Peşinden ne koşmuştu da Ece pas vermemişti. Hayır bir de popüler bir de yakışıklı.. -Tamam enişteyle oyun olmaz.- Ece'yle anlam verememiştik. Evet Ece de güzel kızdı fakat boyunun kısa olduğunu iddia edip sıkıntı yaratıyordu. Bana bakmaz bir iş var bu işin içinde diyordu. Tunay Ece'nin peşinden üç ay koştuktan sonra bir gün dayanamayıp patlamış ve "Seni seviyorum. Seni boyun kısayken de sivilcen çıktığında da garip gülümsemenle de seviyorum. Bunu anla artık ya. Ben yoruldum Ece." diye bütün okulun önünde isyan etmişti. Ece, bütün okul, hademeler şok tabi. O gün bugündür çıkıyorlar işte. Arada ufak tartışmaları, kıskançlıklar oluyordu tabi ki ,bu arada hiç kıskanmam biliyorsunuz beni(!), ama sanırım bu ettikleri ilk ciddi kavgaydı. Evet Ece her ufak tartışmayı büyütüp beni çileden çıkarırdı ve biz 2 saat telefonda sadece bu konuyu konuşurduk ama bu sefer gerçekten kötü olduğunu ağlamasındaki tondan hissettim. Kesin bir şey yapmıştı. Yani umarım ciddi bir şeydir çünkü benim uğraştığım şeyler ve bulunmakta olduğum konum da pek iç açıcı değildi. Onu avutmakla belki unuturum olanları diye düşünürken telefona mesaj geldi. Whatsapp dedikodu grubundan gelmişti. Normalde hemen bakmazdım mesaja ,çünkü popüler olmak bunu gerektiriyor (!), bu sefer girdim baktım nasıl olsa işim yoktu. Mesajın Rukiye'den olduğunu gördüm. Mesaja tıkladım ve okumaya başladım. "Bu mesajın tamamını okuyacağıma söz veriyor-" A hadi ama Raki böyle saçma bir mesaj atmış olamaz değil mi? Sonunda ne dediğini merak ederek okumaya devam ettim. "İlk önce bir dilek tut. Dileğini üç kez içinden tekrarla. Bu mesaj Mekke'den geliyor. Mesajı Allah rızası için 9 kişiye gönder ve bekle. Gün son bulmadan isteğin gerçekleşecek. Unutma bunu Allah'ın rızası için yapıyorsun." Puf.. Böyle şeylere neden Allah'ı karıştırıyorsunuz ki yani? Mesajı kopyaladım. Evet, maalesef bu saçma şeyi yapacaktım. Dileğimi tuttum. Gerçekleşmeyeceğini biliyordum tabi ki ama tuttum işte. -Dilekler söylenmez.- 9 tane böyle şeylere inanan kişi seçtikten sonra mesajı onlara attım. Sonra da telefonum çaldı zaten. "Tamam çıkıyorum." dedim. Giydim spor ayakkabıları, aldım suyu, fırladım dışarıya. Kulaklığı boynumdan geçirip telefondan rastgele bir şarkı açtım. Bu sırada buluşacağımız yere doğru yürüyordum. Kulaklarımı MFÖ'nün en sevdiğim şarkısı olan 'Ah Bu Ben' doldurdu. Müziğin etkisiyle başka dünyalara dalmıştım ki bir varlığın kırk kurt gücünde üstüme atlamasıyla renksiz, sıkıcı dünyama geri döndüm. Ece gibi küçük bir insanın kırk kurt gücünde bana sarılmasını sadece Tunay'a olan siniriyle bana olan özlemini birleştirmesine bağladım. Aksi takdirde tehlike altındaydım. Her an "Call 911! Help me!" diye bağırabilirdim. Her neyse ben de sarıldım. Okullar yüzünden çok sık görüşemiyorduk. Ama olan her şeyden haberim vardı. Ama detaylı konuşmamız gerekiyordu. Çok sıkı sarıldığı için belim ağrımıştı ve 'Ah Bu Ben' şarkısı o acıma arka fon olmuş beni ağlatmak için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. Ayrıldığımız gibi Ece'nin gözünden iki yaş süzüldü. Valla bu Ece'yi ağlatan bütün insanları bir kazan içerisinde toplayıp diri diri kısık ateşte yakmak istiyorum. Kız o kadar çirkin ağlıyor ki.. Ve bunu bir tek ben çekiyorum. Yüzü kırışıyor, ağzından garip sesler çıkıyor ve en kötüsü sümüğün burundan firar ettiği an oluyor. Oğlum üzmeyin şu kızı. Tokat attım. E kendine gelmesi gerekiyordu değil mi? Her zaman söylediğim gibi "Onunla doğmadın ve onun yokluğu yüzünden ölecek değilsin. Şimdi kendine gel ve anlat. Ne yaptı bu çocuk?" dedim. Bazen sert çıkışıyordum. Evet ilk defa tokat atmıştım ama onun yufka yüreğinden faydalanıp onu üzen pis yaratıklara katlanamıyordum artık. Zaten derdim gökdelenleri aşmış bir de onlara sinirlenip dengemi daha fazla alt üst etmek istemiyordum. Yarım saat tokat attığım yöne ağzı açık bir şekilde baktı. Kendine gelmişti sonuçta değil mi? Hiç beklemediğim bir anda bana dönüp hızlıca tokat attı. Reflekslerim bile onun hızının yanında yavaş kalmıştı. İçimden 'İşte benim kızım.' diye geçirsem de dıştan "Ne vuruyorsun kızım!" diye bağırdım. Bu da bana iyi gelmişti. Belli etmesem de kendi benliğimden uzaklaşmaya başlamıştım son birkaç gündür. Bu ben olamazdım. Her boka ağlayan sulu göz kız triplerindeydim. Ve emin olun bu geçekten ben değilim. Feridun Düzağaç'ın da dediği gibi 'Bir uçurumun en ucundayım, o kadar yokum ki görmüyorlar.' Duygularımı göstermemekte inatçıyım. Halbuki göstersem belki biri yardım eli uzatacak. Ama yok.. Tek Ece biliyor ne yaşıyorum, ne hissediyorum. Çok yoruldum. Gerçekten. Tek onunla paylaşmak da yorucu. Tek o biliyor ve diğer insanlardan bu duygularını saklamak zorundasın. Tonlarca ağırlıkta bir yükle 160 katlı bir gökdelenin en tepesine çıkma görevi verilmiş ve o gün asansörün bozulacağı tutmuş gibi hissediyorum. Ve bunu bastırmak için yapılabilecek en ufak bir şey maalesef ki yok..
Ece'yle yürüyüş yapacağımız alana doğru ağır adımlarla yürüyorduk. Bir yandan da Ece kavga etmelerine neyin sebep olduğunu anlatıyordu. Tunay'ın eski sevgilisi Ada Tunay'ın peşini bırakmıyormuş. Ece de onunla konuşmanı istemiyorum, kıskanıyorum seni diye itirafta bulunmuş. Tunay "Kıskanılmak güzel bir şeymiş ama biz Ada'yla arkadaşız." demiş. Ece de "Ben 'just friend' ayaklarında eski sevgilisiyle takılan bir sevgilim olsun istemiyorum Tunay." demesin mi? Tabi haklı da. Ama Tunay "Ayrılalım o zaman." demiş. Yani bakın ben diyorum. Erkeklerin aptal genlerinden gelen bir öküzlük var bence. Evet Darwin evrim teorisinde yanıldı. Ama maymundan geliyoruz dediği için yanıldı. Kesin bu erkekler odun ile abaza bir öküzün çiftleşmesinden meydana gelen saçma sapan bir şeyin evrim geçirmesi sonucu oluştular. Kesin yani.
Ece anlatırken ağlıyordu ben de en klişe avutma yöntemi olan 'boşver kızım o kaybetti' gibi bir şey demedim tabi ki. Ece'ye intikam gazları verdim. "Ece intikam soğuk yenen bir yemektir ama ben dondurma hariç hiçbir yemeğin soğuğunu sevmem. Biz de Tunay'ı sıcacık bir yemek olan yeni bir aşkla vuracağız." Ben 'zafer bizimdir' edalarıyla elimi kaldırıp göğe gülümserken Ece bana 'hiçbir bok anlamadım' bakışını attı. Teker teker anlatmaya başladım. Başka biriyle mutlaka onu vurabilirdi. İllaki sevgililik değil 'best friend boy and girl' temalı bir şeyler yapabileceğimizden emindim. Kıskanç biridir umarım diye içimden geçirirken boş bankların olduğu yere doğru ilerledik. Banka oturduğumuzda hala nefes nefese neyi nasıl yapacağını anlatıyordum ki önümüzden kızıl saçlı bir bayan geçti. Yanında yaşlıca bir kadın vardı. Kol kola yürüdüler. Onları göstererek "Ay Ece şu Nalan Hoca mı acaba?" dedim. Ece "Saçmalama tek kızıl saçlı o mu var dünyada?" dedi. Haklıydı. Tek o yoktu ya. Yüzünü de görememiştim tüh. Neyse Tunay'ı gafil avlayacaktık. İçimizden zafer çığlıkları atarken Ece "Hadi yürüyüşe çıkmadık mı?" dedi ve ayaklanırken limon, su, tarçın üçlüsünü mideye indirdi.
Tempoyu tutturmuş yürüyorduk. Keyfim yerine gelmişti. Hareketli bir parça da açıp telefonu cebime attım. Başımı kaldırdığım gibi karşıdan gelen kişiyi görünce yavaşlayarak olduğum yerde durdum. Olamaz!
MERHABALAR :)
UMARIM BEĞENİRSİNİZ, VOTE VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM..
TEŞEKKÜRLER :))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİRKİN
Teen FictionÇirkin ve bir o kadar da platonik bir genç kızın hikayesinin anlatıldığı bu kitapta her yaştan kesit kendine ait bir şeyler çıkarabilir. Hem kendisiyle hem aşkıyla savaşan karakterimiz acaba savaştan galip gelip yüzü gülecek mi? Yoksa kaybedenler ku...