*Multimediadaki Egehan'ın aldığı kolye.*
"Sadece Egehan ve Begüm Abla vardır ya." dedim ve kapıyı ittirip içeriye girdiğimizdeki manzara, yanıldığımı suratıma beş bin defa vurdu. İçimdeki sesler birbirine girmişken aklım ilk defa olaya müdahale edip "Geldiğine bin pişman döneceksin." dedi.Begüm Abla, Egehan ve arkadaşları bir masa seçip oturmuşlardı. Bu cümlede hiçbir problem yok gibi gözüküyor değil mi? Ama aslında çok büyük bir yanlış var. Ya bir göz yanılması ya da gerçek. Kalbim lütfen göz yanılması olsun diye sayıklarken aklım ben demiştim diyerek sırıtıyordu. Begüm Abla, Abrek ve Arda yan yana oturmuştu. Karşılarında ise arkası dönük olan Egehan ve onun yanında oturan manken fizikli bir kız vardı. Donakalmıştım ancak kendimi toparlamam gerekiyordu. Aksi takdirde Begüm Abla bizi görmüştü ve elleriyle gelsenize diye işaret yapıyordu. Egehan bunu görünce arkasına dönecekti ki yanında oturan kız sağ elini Egehan'ın omzuna attı ve bize doğru dönmesini engelledi. Daha şimdiden bu kızdan soğumam doğal mıydı? Her neyse. 'Özgüven' dedi iç sesim. Özgüvenimin şu anda tavan yapması gerekiyor iyi hissetmem için. Ama sonra gözlerimi açıyorum ve o kızın fiziğini görünce bir kendine bak bir şu kıza Egehan senin neyine baksın deyip kendi kendime düşüncelerimi çürütüyorum. Böyle düşüne düşüne masaya ulaştık ve herkese selam verdik. Daha sonra kız ayağa kalktı ve "Merhaba İrem ben." dedi. Çok yapmacık bir şekilde gülümsüyordu. Bu kızda bir şeyler var ama diyerek ben de elini sıktım ve "Eda." dedim. İrem Ece'yle de tanıştıktan sonra tekrar Egehan'ın yanında yerini aldı. Begüm Abla İrem'i Egehan'ın okuldan bir arkadaşı olarak tanıttı. Okulda çok yakınlarmış ve burada toplanacaklarından haberi olmuş o da atlamış gelmiş. Ne kadar iyi arkadaş ama. Bir de bu yetmezmiş gibi demez mi "E zaten geç kaldılar, acıktım ben. Başlayalım yemekleri almaya." İyice sinirlerimi bozmuştu. Sen dağdan gelip bağdakini nasıl kovuyorsun yani? Bu kaba lafın üzerine herkes tepkisiz kalırken Egehan İrem'e bakıp sırıtmaz mı? Sinirlerim gerilmişti. Ayağa fırladım birden. "Dilek çok acıkmış almaya başlayalım o zaman." dedim. Diğerleri de ayaklanırken İrem "Dilek kim ya? İrem İrem!" dedi. Hiç kale almadım ve yemeklerin alınacağı bölüme doğru yürümeye başladım. Benim de bir sınırım var değil mi ama? Birkaç sosis, sucuk aldım. Fırından yeni çıkmış sıcacık ekmekleri de doldurdum tabağa. Daha sonra peynirli omleti de aldım ve şu şahesere bakın dercesine havaya kaldırdım. Gözlerim ışıldarken Egehan'ın bana baktığını gördüm. Direk eski pozisyonuma döndüm ve somurtmaya devam ederek birkaç zeytin ve salatalığı da tabağa attım ve Ece'ye "Ben masaya geçiyorum." dedim. O da "Ben de geleceğim. Geç sen." dedi. Kafa salladım ve gittim masaya oturdum. Görgüsüzlük olmasın diye başlamayayım diyordum ama tabağın mükemmelliği gözlerimi kamaştırıyordu. Daha masaya gelen yoktu, birkaç zeytin yesem fark edilmez herhalde deyip tam çatalı batırıyordum ki İrem masaya geldi ve "Aa.. Çok ayıp. Herkes oturmadan mı?" dedi ve küçümser bir bakış attı. O sırada Egehan da tabağını masaya bırakıyordu. İrem kendini iyi göstermek için Egehan'a dönerken gülümsedi ve "Ben bir de salata tabağı alacağım. Dikkat ediyorum da biraz." dedi ve gövde gösterisi yapar gibi vücudunu gere gere yürüyerek uzaklaştı. Bütün hücrelerim çirkef kokusu alıyorum diyerek yerlerinden hoplarken Egehan'ın tebessümü beni benden alıyordu. Ama hemen tabağıma döndüm. Sonra bana doğru uzatılan porselen yumurtalığın içine konmuş haşlanmış bir yumurta kapladı kadrajımı. Kafamı kaldırdığımda Egehan'ın uzattığını gördüm. "Bu ne?" dedim. "Senin için aldım. tokuştururuz beraber." dedi. Sonra da ekledi. "Kim kimin yumurtasını kırarsa o bugünlük ona hizmet eder. Anlaştık mı?" "Ama ben haşlanmış yumurta sevmem ki." dedim. "İrem yer biz tokuşturalım da." dedi. Kendinden çok emin davranıyordu. Acaba benim onun kölesi olmamı mı istiyordu? Niye böyle bir şey istesin ki. "Tamam." dedim. İrem'in tabağını kendi oturduğu yere çekip benim yanıma oturdu. Tabağını önüne doğru çekerken "Sen mi vuracaksın, ben mi vuracağım?" dedi pis pis sırıtarak. Şöyle yumurtalara bir göz gezdirdim. Kestiremiyordum hangisinin kırılabileceğini. Fizik olarak düşündüğümde ben vurursam kırılır diye bir hipotez attım ortaya ve "Ben vuracağım." diye atladım. İkimiz de gülüyorduk. Biraz yakınlaşmıştık. Sonra arabozucumuz İrem geldi ve "Niye yer değiştirdik ki?" diye carladı. Egehan'ın surat ifadesi ilk defa rahatsız olmuşçasına asıldı. "Öyle gerekti." dedi Egehan. İrem, Egehan'ın bu tavrı sayesinde daha fazla ağzını açamadı ve durumu kabullenip en sona oturdu. Herkes gelmişti masaya. Begüm Abla "Hadi herkese afiyet olsun!" dedi capcanlı sesiyle. Biz de Egehan ile bakıştık ve ben yumurtamı aldım. Savaşa gidiyormuşçasına gözlerimizi kıstık. Yanaklarımızda bir siyah boya eksikti sanki. Hızlı bir hamleyle yumurtamı Egehan'ın yumurtasına vurdum. Kırılan parçalar yere ve masaya dağılırken kırılan yumurtayı merak ediyorduk ikimizde. Baktığımızda ise benim yumurtamın kırılmış olduğunu gördüm. "Ya bu nasıl olabilir? Bir kere kanunlara aykırı. Kabul etmiyorum ben bunu." diyerek mızmızlanırken Egehan'ın asi görüntüsünün altında yatan minik balet canlanıverdi ve utanmasa masaya çıkıp bale yapacaktı. O kadar sevindi. "Kabul etsen de etmesen de sen yenildin. Bu günlük ben buradan ayrılana kadar kölemsin küçük hanım." dedi ve sırıttı. O sırıtarak bana bakarken ben somurtamıyordum ki. Ben de güldüm. Birbirimizin gözbebeklerinin tam içine bakıyorduk. Sonra Begüm Abla boğazını temizler gibi öksürerek bize baktı. Hemen önüme döndüm. Kesin kızarmışımdır şimdi. Allah kahretmesin ya! Tabağımdaki zeytinleri o yandan o yana oynatıyordum ki Egehan "İçecek bir şey almayı unutmuşum ya. Eda'cım sen bana bir portakal suyu alır mısın?" dedi ve yamuk bir gülümsemeyle yüzüme baktı. "Tabi Egehan'cım." dedim en yapmacık olan gülümsememi gönderirken. Gidip bir tane portakal suyu aldım ve götürdüm. "Buyurun beyefendi, başka bir arzunuz?" dedim garson gibi eğilerek. Dalga geçtiğimi o da anlamıştı ve güldü. Tam yerime oturuyordum ki "Bir de çay kapıp gelsen?" dedi. "Çay?" dedim gözlerimden soru işaretleri fırlatırken. "Ne çayı? Portakal suyu getirdim ya." dedim. "Yok çay benim için değil. İrem için." dedi. Yüzümdeki kaslarımda çeşitli tikler ortaya çıkmaya başlamıştı. "İrem!.. Tabi ben İrem'e de getiriyim." dedim ve yerimden tekrar kalkarak çay alıp geldim. Önüne sertçe bıraktım ve gülümseyerek "Afiyet -zıkkım- olsun inşallah." diyerek yerime oturdum. Tam ağzıma omletten atmıştım çiğnemeye başlıyordum ki İrem "Ama bu çay çok koyu olmuş." dedi. "Uşağın vardı burada!" dedim Egehan 'yapma' şeklinde kaş göz yaptı. "Tabi canım! Ver onu sen! Ben değiştireyim onu. Ver!" Daha açık bir çay getirdim ve hiçbir şey demeden yerime oturdum. Ece tabağına yumulmuştu. Egehan tam ağzını açıyordu ki "E ama yeter!" dedim. "Sen bir şey içmiyor musun diyecektim." dedi. "İçmiyorum." diyerek tabağıma eğildim. İrem "Ayol bu da atarlı çıktı." dedi. Kendimi tutamayıp "Atarlı senin.." diye cümleye devam edecektim ki Egehan bir eliyle elimi tutarken diğer eliyle de ağzımı kapatıyordu. O kadar yakındık ki. Çok saçma bir pozisyonda yine birbirimize bakıyorduk. Biz öyle donakalmışken İrem "Ay bu kızın bir de ağzı bozuk." diye cırladı. Begüm Abla "İrem!" diyerek onu durdurmaya çalıştı ama kafam atmıştı bir kere. Ben bir hışımla kolumu Egehan'dan kurtardım ve "Bırak!" diyerek elini ağzımdan da çektim. Ayaklanırken "Yeter!" diyerek çıkışa doğru yöneldim. Egehan "Eda!" diye seslendi. Tansiyonu yükseltmiştim ama ben öyle her önüme gelenin bana emretmesini kaldıramam. Ece hala lokmalarını ağzına tıkıştırıyordu sonra kapıda olduğumu görünce hemen ağzındakileri çiğneyip boğulmamaya dikkat ederek yanıma koşturdu. Ece'yi beklediğimi gören Egehan hemen yanıma gelmeye yeltendi. Yarı yolda Ece'yi durdurup "Sen masaya git Eda'yı da alıp geleceğim." dedi. İçimdeki ses çok beklersin derken yürümeye başladım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Böyle olduğunda da hep titrerdim zaten. Elimin titremesini durdurmak için elimi yumruk yaptım. Sağ gözümden yaş aktı. "Hayır, hayır!"
"Eda! Eda bekle ne olur." Bana yetişmişti. Saçımla yüzümü kapatmaya çalışarak akan yaşı sildim. "Git." diyebildim sadece. "Hayır! Hayır, bak gitmiyorum. Dinle beni." Kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Tam "Sana öyle davrandım çünkü-" diye açıklama getirecekti ki telefonum çalmaya başladı. Arka cebimden telefonu çıkarttığımda daha kimin aradığını göremeden elimden alıp çimenlere doğru fırlattı. Ne yapıyorsun dememe kalmadan "Dinle beni!" dedi. Sakinleşmeye çalışıyordum. "Tamam dinliyorum. Geçerli bir sebep söyle bana. O kıza hizmetçilik yapmamı isteyecek ne geçerli sebep bulacaksın merak ediyorum. Hadi söyle." dedim. Gözümden istemsizce yaşlar akıyordu. Arkamı dönüp yaşları silmeme izin vermeden yaklaşıp "Şş.. tamam." dedi. Elleriyle göz yaşlarımı sildi ve gülümsedi. "Öyle davrandım çünkü ne zamana kadar sabredebileceksin görmek istedim. Kalbini kırdım istemeden, biliyorum. Çok üzgünüm. Beni affetmen için sana küçük bir şey versem?" dedi ve cebinden bir kutu çıkardı. Kutuyu açtı ve bana uzattı. Çok güzel bir kolyeyle karşı karşıya kaldım. Eminim ki şu an ağladığım için kızaran gözlerim kolyenin güzelliğiyle kocaman açılmıştır. "Bu çok güzel ama benim için almadığını biliyorum. Sen git İrem'e tak bunu. Görüşürüz." Tekrar kolumu yakaladı ve "Çok ama çok yanlış anlıyorsun. Ben bunu senin için aldım. Dün piknikte ne olduğunu ne için ağladığını bilmiyorum ama ben bunu sana seni mutlu etmek için aldım ve şu anda daha deminki davranışımın özrü için kabul etmeni istiyorum. Lütfen." dedi kafasını hafif sola eğerek. Ben bir şey demeyince "Takayım mı?" dedi ve kolyeyi kutusundan çıkararak arkama doğru geçti. Saçlarımı yana doğru aldım ve kolyeyi takmasına yardım ettim. Bugün Begüm Abla'yla konuşmadan önce kolye taksam mı diye düşünmüştüm de aceleden takamamıştım. Kolyenin renkleri de çok güzeldi ve kıyafetime uyuyordu. Gerçekten etkileyici bir seçimdi. Mutlu olmuştum ancak şu an eve dönmek istiyordum. Egehan tekrar önüme geçtiğinde "Egehan, teşekkür ederim çok güzel ama ben eve dönmek istiyorum." Lafımı bölmesine izin vermeden devam ettim "Şimdi içeri gidelim. Ablana da ayıp oldu. Onla da görüşeyim, Ece'yi alıp giderim oradan. Başka zaman tekrarını yaparız." dedim. "Peki nasıl istersen. Bu arada çok yakıştı güle güle kullan." dedi. Tekrar teşekkür ettim ve çimlerin üzerinden telefonumu alıp mekana doğru yürümek için hareketlendim. O da arkamdan geldi ve hayret edilecek şekilde kibarlaşarak kapıyı açtı ve geçmeme izin verdi. İkimiz de girdiğimizde bana baktı ve masaya doğru yürümek için yeltendi ancak kafasını kaldırınca olduğu yerde durdu. Şaşkın bir ifade suratını kaplamıştı. Ben onu izliyordum. Egehan şaşırınca ben de masaya doğru döndüm bir kız daha eklenmişti masaya. Ve onun da fiziği o kadar mükemmeldi ki. İrem ile selamlaşıyorlardı. Herhalde İrem kendi gibi gıcık birini daha çağırmıştır diye düşünüyordum ki kulaklarımda Egehan'ın ağzından dökülen isim yankılandı. "Elif?!"
UMARIM BEĞENİRSİNİZ!!
VOTE VE YORUM YAPARSANIZ ÇOK SEVİNİRİM..
ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER.. :))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİRKİN
Novela JuvenilÇirkin ve bir o kadar da platonik bir genç kızın hikayesinin anlatıldığı bu kitapta her yaştan kesit kendine ait bir şeyler çıkarabilir. Hem kendisiyle hem aşkıyla savaşan karakterimiz acaba savaştan galip gelip yüzü gülecek mi? Yoksa kaybedenler ku...