"Kızım bir şey diyeyim mi? Sen üzülme diye demedim ama ben onu geçen gün bir kızla gördüm sarmaş dolaş. Alışveriş merkezinde yürüyorlardı." O an. İşte tam o anda hatlar kesildi. Yine ses gitti, dünya durdu. Kan akışım zayıfladı. Nefesim kesildi. Bu doğru olabilir miydi? Elif ile miydi? Sarmaş dolaş ha? Ah! Hayır. Burada ağlayamazdım..
Bağdaş kurarak çimenlere oturdum. Gözümden bir yaş süzüldü. Belki yanlış görmüştür. Belki o Egehan değildir. Ya o ise.. Ne bekliyordum ki. Yıllar sonra gelip açıldığımda hayatındaki her şeyi bırakıp bana koşacağını mı? Ah! Çok zavallıydım. Gerçekten. Acınacak haldeydim. Çocuğun bir sevdiği, bir hayatı var ve benden tamamen bağımsız olarak yaşıyor. Bir anda bunların hepsini değiştirip kollarını, kalbini bana mı açacaktı?Kendimi boş yere umutlandırmıştım. Boşa çaba sarf ediyordum. Sanırım bu sefer gerçekten nakavt olmuştum. Oyun bitmişti ve ben yenilmiştim. Şimdi ringden gözyaşlarıyla inmek düşüyordu bana. Bu kadardı işte. Pes ediyordum. Her şey bitmişti. Herkes kendi yoluna bakacaktı. Ben bir süre kadar nefes alan ölülerden olacaktım ve bunu aileme çaktırmamaya çalışacaktım. O ise Elif ile mutlu günleri bekleyecekti. Hikayenin sonundaydık. İrem "Eda, çok üzgünüm. Orda mısın canım?" dedi. Ağladığımın anlaşılmaması için kasmayacaktım kendimi. Zaten İrem üzüldüğümü ve şu an ağladığımı tahmin ediyordur. Ki daha önce de onun, onların yanında ağladığım için rahat davrandım. "Buradayım." diyebildim sadece hıçkırıklar arasında nefes almaya çalışırken. "Eda ne olur yapma. Bak değmez onun için. Hem sana erkek mi yok?" dedi. "İrem kapatıyorum, görüşürüz." diyerek telefonu kapattım. Arkadan Ece "Eda hadi gel bak sana benimkilerden ayırdım bir tane. Soğuyacak, çabuk ol." dedi gülerek. Göz yaşlarımı sildim ve boğazımı temizledim. Hala nefesim arasındaki hıçkırıklarım ve yanağımdaki kızarıklıkların geçmediğini bildiğim için arkam dönüktü. Evet ağladığımda yanaklarım kızarıyordu ve şempanzeye benziyordum. Tam saçlarımı açıp ağladığım ve yanağımdaki kızarıklıklarım belli olmasın diye yüzüme doğru getirecektim ki yanıma biri bağdaş kurarak oturdu. Döndüğümde Egehan olduğunu gördüm. Hemen kafamı çevirdim. "Kimle konuştun bu kadar saat?" dedi. Yüzüme bakmaya çalışırcasına kafasını yaklaştırıyordu. "Iı.. Arkadaşımla." dedim. Burnum tıkalı olduğu için Aşk-ı Memnuda oynayan 'Matmazel' gibi konuşmuştum. "İyi misin sen? Bak bakıyım bana." dedi. Eliyle çenemi yakalamış kendine çevirmeye çalışıyordu. "Ya bırak. Bıraksana. Ne yapıyorsun Egehan?!" diye cırlıyordum kulağının dibinde. Sonunda kalkıp hem önüme geçmişti hem de çenemden tutup hızlıca kendine çevirmişti. Kızarmış gözlerimle karşılaşmış olacak ki "Sen kiminle konuştun? Ağlatmış seni. Ne dedi? Cevap versene!" diyerek kızaran gözlerimin irileşmesine neden oldu. Çok yakındık ve beni sorguluyordu. Saçlarımda açıktı zaten iyice bir terleme gelmişti. Sıcak bastıkça basıyordu. Nefes almam güçleşirken kendime gelip "Ah! Yeter be! Sana hesap mı vereceğim ben?!" diyerek ayaklandım. Egehan pozisyonunu hiç bozmadan şaşırmış olduğu yerde dururken masaya doğru yöneldim ve "Ece kalk gidiyoruz." dedim. Abrek "Hop! Ne bu şiddet bu celal?" dedi ve Arda'yla birlikte güldüler. Ben de "Buradan sana bir kayarım o zaman asıl şiddetle tanışırsın canım. Ama bu tanışmanın senin için olumlu sonuçlanacağına söz veremem." dedim ve dudak büzdüm. Sonra Ece'ye yönelip "Ben gidiyorum. Gelmek istemiyorsan burada onlarla birlikte kalabilirsin. Size mutluluklar." dedim ve tam arkamı dönüyordum Egehan çıktı karşıma. "Benim yüzümden gidiyorsanız kalın. Biz gideriz." dedi. "Canım, çok centilmensin ama senin geri döneceğini bildiğim bir ortamda dahi durmam ben." diyerek gülümsedim. Arda "Ay! Sen patlıyorsun! Onlar nasıl laflar öyle kız." gibi bir tepki verdi gülerek. Abrek de "Ov! Abi bu laf baya ağırdı ama ya." dedi. Ece de ayaklanmıştı. Daha fazla konuşmadan Nalan Hocaya selam verip gideriz diye planlıyordum ki Begüm Abla'nın sesini duydum. Bize sesleniyordu. Arkamı dönmek dahi istemiyordum. Duymamazlıktan mı gelsek acaba? Ne yapsak diye düşünüyordum ki Begüm Abla burnumuzun dibinde bitti. Ece zaten gidiyoruz diye hiç hoşnut değildi. Keyif alıyordu şu üç öküzün yaptığı esprilerden. Begüm Abla sizi gidi küçük fareler bakışını yollayıp "Nereye bakayım?" diye sordu. "Yoksa şuradaki çeşmede elimi yıkamamdan fırsat bilip kaçacak mıydınız?" dedi kafasını kaldırıp yukarıdan bize 'ben yemem' bakışını atarken. Ece "Hah! Ne güzel konuştun Begüm Abla. Gideceğim diye tutturdu. Konuş ikna et şunu ne olur." dedi. Yani bir insan bu kadar mı satıcı olabilir? Yuh yani. "Ece'cim sen kal o zaman ben ufaktan-" diyordum ki "Yok sen öyle ufaktan. İkinizde masaya! Çabuk!" dedi. Egehan bana bakıp bakışlarını yere eğerek tebessüm etti. Ece masaya ilerliyordu. Begüm Abla beni durdurup "Ne oldu sana bakıyım?" dedi. Bunlar ablalı kardeşli neden sormaktan bıkmıyorlar. İnsana azıcık nefes aldırın yahu. Değil mi ama? "Bir şey yok Begüm Abla. Ne olacak?" dedim başımı yere eğerken. "Suratıma bak bakıyım." dedi. "Bugün de herkes suratımın meraklısı olmuş diye mırıldanırken kafamı kaldırdım. "Eda'cım Egehan ile ilgili bir şey mi oldu?" dedi. 'Kız! Bu yoksa büyücü müyücü olmasın? Ay! Baktı suratıma anladı yeminle ya. Gözlerimden mi okuyor ki? Yoksa! Egehan'ın psişik bir ablası mı var yoksa?! Aman Allah'ım! Ne hallere düştüm Ya Rabbi? Nerelere gideyim ben şimdi? Nerelere vurayım başımı?' diye düşünürken yüzümde istemsizce korkmuş bir ifade oluşmuştu. Mimiklerimi çok derin şeyler düşündüğümde kontrol edemiyordum. Resmen düşüncelerimi yüz ifademe yansıtıyordum. Begüm Abla "Eda'cım. Sen iyi görünmüyorsun. Zorlamayayım ben seni. Eve git istersen." diyerek beni kendime getirdi. "Tamam çok iyi olur Begüm Ablacım sağ ol." dedim. "Tamam canım. Telefon numaram var sende zaten. Akşam bu konuyu konuşacağız. Unuttum sanma." dedi gülümseyerek. Ben de tebessümle karşılık verdim. Ece de oturduğu yerden tekrar kalkarak yanıma geldi ve "Bir karar veremediniz yani." diye kızdı. "Hadi hadi. Nalan Hocalara da selam verip gidelim artık." dedim. Tam onlara doğru yürüyecektik ki Egehan "Görüşürüz." diye seslendi. Dönüp baktım. "Bay bay." dedim. Nalan Hocalara da görünüp eve doğru yürümeye başladık. Gerçekten bu günü unutamayacaktım sanırım. Ece yol boyu mızmızlandı. Her dediğine dinlemeden "Evet haklısın." diyerek geçirdim. Onun için de bir değişiklik olmuştu. Kısa bir süreliğine de olsa aklında Tunay olmamıştı en azından. Evin önüne gelince vedalaşıp merdivenleri çıkmaya başladım. Değişik bir gün olduğu kadar da yorucu bir gündü. Eve girdim ve anneme Nalan Hocayla karşılaştığımızı, yemek yediğimi ve aç olmadığımı söyledim. Tabi annem başladı sorulara. Ne yediniz? Egehan var mıydı? Ne yaptınız Egehan ile? Beni neden çağırmadın, dünürlerimle otururdum azıcık? Efendime söyleyey- NE?! Ne dünürü ya? Ne saçmalıyor bu kadın? Allah'ım! Nalan Hocanın yanında da ağızından kaçıracak bir gün al başına belayı. Anneme oracıkta bir azar çektim ve bir daha böyle konuşmamasını söyledim. Hayır yani bu evde ben mi anneyim, yoksa annem mi çocuk çözemiyorum doğrusu. Bütün sorularını yarın detaylıca açıklayacağımı söyledim. Çünkü gerçekten yorulmuştum. Yatağıma kavuşacağım dakikaları bekliyordum. Neyse ki uzatmayıp beni kendimle ve yatağımla baş başa bıraktı. Güzel bir uyku beni bekliyordu..
Sabah olmuştu. Kuşların cıvıldaşma sesleriyle uyandım. Bunu sevmiyordum işte. Ben ne zaman uykudan, uyumaktan sıkılırsam o zaman kalmayı seviyordum. Hem nereden bilecektim belki uykunun en güzel yerindeyim. Her neyse. Yataktan kalktım. Koridora doğru ilerlemek için boy aynamın yanından geçmem gerekiyordu. Aynanın yanından geçtim ama kafamı çevirip bakmadım. Aksi takdirde kendi çirkinliğinde boğulup ölen bir kıza hiç bir şey yokmuş gibi bakamazdım öyle değil mi? Evet o bendim. Güzel bir yüzüm yoktu. Fiziğim de o kadar iyi değildi. Bunlar pek büyük sorun değildi belki ama sabah kalktığımdaki o saçın dağınıklığı, o küçük gözlerin tam açılamayıp iyice küçük görünmesi, pek de güzel olmayan fiziğin yanında vitrin mankenlerinin daha iyi ayakta durması bence gerçekten ele alınması gereken sorunlardı. Banyoya girdiğimde yine aynaya bile bakmadan kendimi duşa attım. Sabah sabah güzel, soğuk bir duş iyi gelecektir diye düşünmüştüm. Duş sonrası beyaz bornozuma sarındım ve saç havlumla saçlarımdaki suyu sıktım. Daha sonra dişlerimi fırçalayıp odama gittim ve siyah yırtık şortumla bol beyaz bir tişörtü kombine edip üzerime geçirdim. Saçlarımı kurutma gereği duymadan tarayıp iki yandan örgü yaptım. Boğaz kısmım çok boş kalmıştı sanki. Kolye mi taksam diye düşünürken telefonum çalmaya başladı. Begüm Abla arıyordu. "Efendim Begüm Abla?" diyerek açtım telefonu. Sanırım dün neden apar topar gittiğim hakkında konuşacaktık. "Oh maşallah. Sesin düne göre keyifli geliyor canım. Biz Egehan ile atladık otobüse geldik. Aşağıdayız. Hadi sen ve Ece de gelin de bir brunch yapalım." dedi. Ya ama ben ne demiştim. Kahvaltı etmeyi tek özel bir brunch yerinde severim dememiş miydim? Çok mutlu olmuştum. "Tamam geliyoruz hemen." deyip kapattım telefonu. Çok da abartı olmaması kaydıyla makyaj yapmaya giriştim. Fondötenle cildimdeki kusuru yani siyah noktalarımı kapattım. Kirpiklerimi kıvırıp rimel sürdüm ve hafif bir dudak parlatıcısını da dudağıma sürüp annemlerin yanına gittim. Tahmin ettiğim gibi kalkıp herkes kahvaltı etmişti ve benim etmediğimi bildikleri için de beni kaldırmamışlardı. Sırasıyla anneme ve babama sarılıp onları öptüğümde annem "Yine ne isteyeceksin acaba?" dedi. Ben de yalandan attığım kahkahamla karşılık vermiştim ama annem yememiş gibi bakıyordu. "Ya biz Ece'yle bruncha mı gitsek diyorduk." dedim. Babam "Gidin gidin." dedi gazetesini okumaya dönmeden önce. "Oh!" deyip babamı tekrar öptüm ve "Ben çıktım o zaman." diye cırlayıp siyah şortuma eşlik eden siyah ayakkabılarımı giydiğim gibi direk Ecelerin kapısına gidip zili çaldım. Annesi çıktı ve arkadan Ece belirdi. Kadının şaşkın bakışlarını görünce "Ya biz bruncha gidecektik de Ece size söylemedi mi?" dedim. Ece ilk anlamasa da sonradan attığım bakışla "Evet annecim söylemeyi unutmuşum." dedi ve hazırlanmak için içeri gitti. Geldiğinde daha 15 dakika olmuştu ve şaşkınlıkla Ece'ye baktım. Nutkum tutulur şekilde "Sen ve 15 dakikada hazırlanmak?" dedim. Şerefsizim utanmasam ağlayacaktım. Kendimi tuttum ve helal olsun sana be tezahüratlarıyla aşağı indik. Begüm Ablaları aradığımda 'Göl Kafe' adlı mekanda bizi beklediklerini söylediler. Oraya doğru yol almaya başladık. Bizim oturduğumuz site içerisine küçük gölümsü bir şey yapılmıştı ve yanına da kafe kurulunca kafenin adına 'Göl Kafe' dediler. Gerçekten brunchları çok güzel oluyordu ve leziz yemekleri vardı. Orayı seçtiklerine ayrı sevinip Egehan'ı tekrar göreceğime ayrı bir sevinerek yürümeye devam ettim. Birden yarın okul olduğunu hatırlayıp hüzünlenecektim ki sonradan aklıma bizim tayfaya anlatabileceğim onca macera geldi. Bir rahatlık çöktü üstüme. Zaten dersleri dinlemiyordum çoğunlukla. Not tutmayı da bırakmıştım. Yazılı haftası geldiğinde asıl çöküşü ben yaşayacakmışım gibi duruyordu. Aynı dakika içerisinde aklıma onca şey gelebiliyor ve duygularımın bir anı diğer anını tutmayabiliyordu. Ece kim var kim yok diye sorarken göl kafeye de gelmiştik. Kapısından girerken "Sadece Egehan ve Begüm Abla vardır ya." dedim ve kapıyı ittirip içeriye girdiğimizdeki manzara, yanıldığımı suratıma beş bin defa vurdu. İçimdeki sesler birbirine girmişken aklım ilk defa olaya müdahale edip "Geldiğine bin pişman döneceksin." dedi.
UMARIM BEĞENİRSİNİZ..
VOTE VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM..
:))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİRKİN
Teen FictionÇirkin ve bir o kadar da platonik bir genç kızın hikayesinin anlatıldığı bu kitapta her yaştan kesit kendine ait bir şeyler çıkarabilir. Hem kendisiyle hem aşkıyla savaşan karakterimiz acaba savaştan galip gelip yüzü gülecek mi? Yoksa kaybedenler ku...