İnsanların evlenme isteğini anlayabiliyordum. Evlilik sevdiğin ve hayatını adayacağın kişiyle olan özel bir bileşikti. Herkes ömrünün tamamını sevdiği ile geçirecek kadar şanslı olmasa da en azından deniyordu. Ben de bu çabalarını takdir ederek yakın akrabamın düğününe katılmaya karar vermiştim. Başka bir şehire gidip mutluluklarını paylaşacaktım. Yakın bir kent olduğundan kısa bir mesafe vardı. Ailem adına katılan bir tek bendim. Misafir olmak istemediğim için bir gün önce uçağa binmiştim. İnsanların sıkıntısı yetmezmiş gibi bir de misafir mi ağırlayacaklar diye düşünürdüm. Neyse ki yük olan biri değildim de biraz olsun içim rahattı. Benim gibi düşünmeyip başka şehirlerden gelen bir sürü akraba ile kalabalık bir ortamda koğuş halinde kalacaktık.
Uçaktan indiğimde gece olduğu için yeğenim yani damat bey beni alıp ilçedeki evlerine götürdü. Yeğenim evleniyordu. Ben hâlâ bekarken hem de. Bir kere evliliğin eşiğinden talihsiz bir şekilde dönen biri için dert edilecek son şey bile değildi bu. Kına gecemde sevdiğim adamın kara haberini alınca yıkılan dünyam sekiz yılda sadece birazcık düzelmişti. Sekiz yılda sadece nefes alabilecek hale gelmiştim. Ölüden tek farkım oksijen yakmak iken mutlu gibi görünmek oldukça zor olmuştu benim için. İlk birlikteliğimizin ardından yirmi dört saat bile geçmeden gelen acı haberle benim de kalbim durmuştu. Canımın en büyük parçasını toprağa vermek yaşadığım en kötü tecrübeydi. Hâlbuki o gün nasıl da benimdi. Nasıl da sonsuzdu her şey. Rüya gibi geçen saatlerimiz sadece hafızamda mı kalacaktı? Bu kadar şanssız olmak zorunda mıydım? Bir daha yaşayamayacağım anlar aklımda, kalbimde ve tenimde yerli yerindeydi sekiz yıl sonra bile. Şirin bir apartmanın önünde duran arabadan inip bavulu almayı düşünmeden balkondaki millete selam vermeye başladım. Eve çıktığımda tanıdığım onca insana karşın tanımadıklarım daha çoktu.
Saatler geçerken kına yakılmış millet nöbetleşe oynasa bile halsiz düşmüştü. Neden oynadıklarını anlamasam da mutluluklarını izleyerek paylaşıyordum. Neşeleri garip bir şekilde bulaşıcıydı. Video ve fotoğraf çekip bir işe yaradığım dakikalarda gerçekten eğleniyordum. Zaten işim buydu, eğitimim bile yarım kalmasına rağmen bunun üzerineydi. Selim'den sonra bıraktığım okuluma devam etmeyi düşünmediğim için pişman olmuştum o gece. Profesyonel olmayı ve gerçek anlamda bu işi yapmayı hep istemiştim çünkü. En büyük hayalim buydu. Okuldayken farkedilen gözüm, merceğin arkasında iyi işler çıkarmamı sağlıyordu. Elimdeki kamera bana hayalimin peşini bırakmadığımı hatırlatırken deklanşöre zevkle basıyordum. Dijital olsa da çok iyi bir kameram vardı. Neredeyse her eğlenceli ve mutlu kareyi kaydetmiştim. İçim hafif burkulsa da ağlamamak veya üzülmemek için yeterince tecrübeliydim. Yıllar acıyı hafifletiyor ama unutturmuyordu. Ateş kül halinde olsa da varlığı ve izi belliydi. Onunla okulda tanışıp önce arkadaş sonra sevgili olmuştuk. Aynı bölümü okusak da bakış açılarımız çok farklıydı. O tamamen profesyonel amaçlarla okurken ben daha çok hobi olarak görüyordum bölümümü. Serbest fotoğrafçılık bana göreydi. Stüdyo açıp birkaç vesikalık, birkaç düğün fotoğrafı ile yetinemeyecek kadar serbest hem de. Gezip dolaşıp gözüme güzel görünen her şeyi fotoğraflamalıydım.
Kına gecesi denen işkence gece yarısı sona ermişti. Kalanlar da dışarıdan gelen akraba, damadın ev sahibi ve gençlerdi. Eğlenceli sohbet benim liderliğimde sürerken sıcak havadan dolayı kapıları açık tutuyorduk. Açık kapı merdivene bakıyordu ve üstte ev sahibinin oğlunun evi vardı. Alt kat ise zemindi ve tonton ev sahibi orada oturuyordu. Koltukta genç akrabalarla oturmuş ayaktaki genç kızlara yaşımı doğruluyordum. İnanmadıkları yaşım üzerine yemin dahi etmiştim. Daha genç gösterdiğimi iddia ediyorlardı ama ben olduğumdan yaşlı göründüğümü düşünüyordum. Tabii sohbetim öyle değildi. Gençlere kolay uyum sağlar eğlenceli biri olurdum hemen. Bunlar dışarıda olduğum şeylerdi. İçimdeki durgun insan kimseye görünmeden yaşayıp giderken onu herkesten saklamak işime geliyordu. Selim'den sonra biriyle olmayı denememiştim. Kalbim de ölmüştü Selim gibi aynı gün olmasa da. Yıllar sonra sevme özürlüsü olduğumu farketmiş kimseye ümit vermediğim için kendimle gurur duymuştum.
"Kübra abla şimdi sen 27 yaşındasın ve 8 yıldır evlisin öyle mi?"
Bunları söyleyen genç kıza dönüp gülerek başımla onayladım. Yakınlarım hariç kimse Selim'in öldüğünü bilmiyordu. Yurt dışına kaçıp sade bir nikahla evlenme hayalimizi gerçekleştirdiğimizi sanıyorlardı. Kına gecemi de fakülteden ve liseden arkadaşlarımla yaptığım için aldığım kara haberle yerle bir olduğumu görenler o ortamda değildi. Kısaca o anda orada bulunanlar beni evli sanıyorlardı. Ki öyle de sayılırdım. Hiç çıkaramadığım yüzüğüm parmağımdaydı. Ona her baktığımda tek dizinin üzerinde masum gözlerle evlilik teklifi eden Selim'in yüzü geliyordu gözümün önüne. Özlediğim ela gözleri ışıl ışıl parlıyor o anları tekrar yaşamamı sağlıyordu. Tabii ardından gelen acı da gecikmiyordu kendini hatırlatmakta.
Açık kapının karşısında olduğum için aşağıya inen esmeri farketmem zor olmamıştı. Sohbetimiz son ses ve hızda devam ederken göz göze geldiğim tavşan dişli esmer birkaç saniye sonra koridordan çıktığı için bakışlarım tekrar konuşanlara dönmüştü. Neden baktığımı anlamadığım esmer aklımda kare kare dolaşmaya başlamıştı. Salise salise ve yavaş yavaş geçmeye başlayan görüntüler fotoğrafçı ruhumu ortaya çıkarmıştı. O yüzden o kadar dikkatli bakmıştım. Onun neden o denli derin baktığını ise düşünmemek üzere sohbete kendimi vermeye çalıştım.
Küçük ergen yeğenlerim de oradaki arkadaşlarıyla aramızdaydı. Yanlarında bir ergen yaşından büyük görünüyordu. 14 yaşında olduğuna zor inandım. Çünkü çocuk en az 17 görünüyordu. Dikkatli bakınca dişler ve tip aynı merdivenden inen esmere benziyordu. Ki zaten kardeşiymiş. Saçlarının alt kısımları çok kısa kesilmiş üstleri oldukça uzamıştı. Önleri daha da uzun olan siyah saçlarını yana yatırıp uçlarını asi bir şekilde dağıtmıştı. Küçücük çocuk nasıl da tarzdı. Hayran kalmıştım. Ben onun yaşında sadece at kuyruğu yapar top peşinde koşardım. Kendime bakmaya lisenin yarısında başladığım gerçeği aklıma gelince çocuğu içimden tebrik ettim. Çocuğun yanına mızmızlanarak gelen küçüğe de bitmiştim. Kalkık dudakları tavşan dişlerini gösteriyordu. Siyah saçlar, siyah gözler ve şimdiden uzun olan boy... Anlaşılan bu da aynı fabrikadandı. 3 yaşında olduğunu öğrendiğim küçüğü 7 yaşında sanmam çok doğaldı. Çabuk geliştiklerini abisi dolayısıyla anlamıştım. Küçük o kadar tatlıydı ki yanaklarını sıkıp öpmek istedim. Ama pek dost canlısı değildi. Ortama dahil olan annesi de kızların yoğun ilgisinden sıkıldığını ve artık öptürmediğini söyledi. Hak verdim o an küçüğe. E ne yapsın çocuk her gören öpeceğine göre sıkılması normaldi. Aşırı tatlı çocuğun saçları da abisi gibi altları kısa kesilmiş bir modeldi. Birkaç saniyede algılayamadığım saç modelini merak ettim bunları görünce o esmerin. Neden aklıma geldiğini ise düşünmek istemedim. Ama dikkatim hep keskindir. Neden tam hatırladığım sadece simsiyah gözleri? Düşüncelerimi gözlerimi kırparak kesip uyumaya hazırlanan millete göz gezdirdim. Herkes kendine yer arıyordu. Ben de salona geçip hoplayıp zıplayan küçüğü tutmaya çalıştım. Sevilmekten hoşlanmayan çocukla uğraşmayı çığlık attığını görünce bırakıp diğerleri ile sohbet ettim. Ergen yeğenlerim akıllı telefonları ile çekebildikleri fotoğrafları gösterirken birkaç teknik söyleyip onları aydınlattım. Eğlenceli gençler diye düşünüp balkona çıktım. Serin hava hafif hafif eserek unutturmuştu gündüzün sıcağını. Gün içinde alev gibi eserken gece serin serin okşuyordu insanı rüzgar. Yıldızları öylesine parlak görmek çok rastladığım bir şey değildi. O yüzden içeri geçip kameramı aldım ve balkonun verdiği imkan kadarıyla kaydetmeye çalıştım. Çektiğim karelere bakmadan yenisini çekiyordum. Işıl ışıl yıldızlardan daha çok parlayan dolunay ise onlardan çok daha fazla ilgimi çekiyordu. Dolunayın fotoğraflarını çektikten sonra makineyi aşağı eğip dirseklerimi balkon demirlerine yaslamış halde göz gezdirdim çekilenlere. Ayak sesi duyduğum saniye ise kulaklarım dikelmişti. Tonton teyzenin evinin önündeki koltukta yayılmış oturan genci görünce bir an duraksadım ama sonra o esmer olduğunu anlayınca hemen arkamdaki kanepeye attım kendimi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vuslat #Perspektif2016
RomanceArkamı döndüğüm anda çok şaşırdım. Yaşlı teyzenin torunu dikilmiş bana bakıyordu. Ne zaman geldi, nasıl duymadım geldiğini, dialoğumuz olmadığı halde neden takip etmiş olabilirdi beni? Kafamdaki soruları takmadan ve tek kelime etmeden hızla dört adı...