~15~

875 36 22
                                    

'Birine geç kalmak kadar acınası bir durum daha olamaz...'

Düşünmek... Yaptığım tek eylem düşünmekti. Sinan'la evlenecektim. Belki de ona benzeyen çocuklarım olacaktı. Peki ben bunları ne kadar istiyordum. Doğru soru: istiyor muydum? Cevap apaçık gözlerimin önündeydi. Ama ben görmek istemiyordum. Düşündükçe bu işin içinden çıkamayacağım belliydi. Haftalar geçmişti halbuki. Geçtikçe de daha da çıkmaz oluyordu bu sokak. Bana bir neden gerekiyordu. Kesinlik kazandıracak bir neden. Sinan'ın elini sonsuza dek tutturacak bir neden. Acımı dindirecek bir neden. Yaşlarımın akmasını engelleyecek bir neden...

İş biraz oyalıyordu beni. Sadece çalışırken unutuyordum içinde olduğum kasveti. Nişan denen sorumluluk etabını geçeli aylar olmuştu. Yine de alışamamıştım bu yüke. Evlilik ise düşüncesiyle bile ağır bir yenilgiyle eziyordu beni. Kalbimi avuçlayıp sıkmış, sonra da hâlâ Yağız diye attığı için ıssız bir sokağa fırlatmıştım. Onu dinlersem atacağım adım belliydi. Koşa koşa Yağız'ın kollarına giderdim. Çikolata dudaklarıyla sarhoş olur, kokusunun büyüsüne bırakırdım kendimi. Çektiğim tüm acıları göğsünde unuturdum...

Geçip giden gün yanında enerjimi de almıştı. Ruhum çekilmiş gibiydi. Hayalet görüntümle etrafımı korkuttuğum da ayrı bir gerçekti.

Sinan ilgisini, bakışını, sözlerini hep olgunca ve düzeyli yönlendiriyordu bana. Laubali değildi. Ama çok uzak da değildi. Mesafesi hep gerekli kadardı. Ki bu durum beni çok rahatlatıyordu. Yine de evlendikten sonra bu mesafenin azalacağı düşüncesi bile geriyordu beni. Kaçınılmaz sondu bizim için.

Yağız'ı düşünmediğim anlar artıyordu. Çünkü kendime yasak koymuştum. Beynime verdiğim emirler kısmen de olsa yerine getiriliyordu da; kalbimin umrunda değildim hiç. Fiziksel olarak bile hissediyordum onu sevişini. Uğruna çektiği acıyı giren kramplardan dolayı göz ardı edemiyordum. Haykırışları duyulmayacak gibi değildi. Çığlıkları acı acı vurup dönüyordu göğüs kafesimde. Ama ilacını ona verebilecek gücüm yoktu. Buna kadir değildim.

Evlilik... İnsanların sorumluluklarını artıran bir olay. Birine hayatını adamak, ömrüne ömrünü katıp beraber tüketmektir. İki kişilik düşünmek, iki kişilik nefes almaktır. Evlilik evlendiğin kişiyi yeniden doğurmaktır. İşte tüm bunlara hazır mıydım bilmiyordum hâlâ.

İkimizden birinin emin olması iç acıcı tek şeydi belki de. Sinan tereddütsüz hazırlıkları yapıyordu hızla. Acelesi var gibiydi. Ya da benimle karşılaştırınca ben öyle görüyordum. Çünkü ben epey ağırdan alıyordum. Emin olmak istiyordum her şeyden.

Gelinlik seçmek gereksiz gelmişti bana. Ama annelerin ısrarıyla mecbur kalmıştım. Neredeyse bütün mağazaları dolaşırmış, ayaklarıma işkence etmişlerdi. Benden heyecanlı olmaları garip değil miydi? En az yirmi gelinlik denetmiş hiçbirini beğenmemişlerdi. Hoş benim de beğendiğim bir seçenek çıkmamıştı. Ayaklarımı ovarken oturduğum puftan hafif doğruldum. Kafamı kaldırır kaldırmaz pişman olmuştum. Kafamı deve kuşu gibi kuma gömmeyi tercih ettiğim görüntü karşımda fingirdeyen bir çiftti. Sinan bir kadınla sarmaş dolaş vaziyette caddede yürüyordu. Kadının eli Sinan'ın karnındaydı. Onun da kolu kadının omzunda. Kadın diğer kolunu evleneceğim adamın beline dolamış yüzüne albenili gülüşler atıyordu. Şok olmuş bir vaziyette bakakalmış halimi annem ve annesi fark etmesin diye kendimi toparladım ve sessizce yutkundum. Annemlerin yanına dönüp askılarla cebelleşen kadınlara hitaben konuşmaya çalıştım.

"Bugünlük bu kadar yeter hanımlar. Ben çok yoruldum. Yarın başka bir semtte devam ederiz. Ne dersiniz?"

"Haklısın kızım. Düğüne kadar vakit var. Hallederiz nasılsa. Gidelim."

Vuslat #Perspektif2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin