Günler, haftalar, aylar... Kaplumbağa hızında ilerliyordu. Kuru bir yaprak gibi savruluyordum oradan oraya. O günden beri suyun bile tadı yoktu. Bunu ne kadar inkar etsem de böyleydi.
İşe gidip eve geliyordum. Yaptığım şeyler bunlarla sınırlıydı. Yaşama isteğim kalmamıştı. Yıllarımı hatta ömrümü bile böyle geçirecektim. Evrak işleri gündüzlerimi dolduruyordu fakat gecelerde beni oyalayacak hiçbir şey yoktu. Aklım sürekli onun görüntülerini gözlerimin önünden geçiriyordu. Bazen işkence bazense zevkti bu. Tatlı acı... İç çekip duruyordum her boş kaldığımda. Bu böyle ne kadar sürerdi bilmiyordum.
Hafta sonları da geceler gibi bunaltıcıydı. Bazen bir film izleyip dolaşıyordum. Ama bunlar da oyalamıyordu beni. Şehir üstüme geliyordu sanki. Bir yere sığamıyordum. Kaçmak istiyordum. Uzaklara hem de çok uzaklara. Kimsenin beni tanımadığı, bilmediğim yerlere... Ama maalesef mümkün değildi bu da diğer isteklerim gibi. Ne yapabilirdim ki? Bana verilen hayat da buydu işte. Hoş elimde hayatımı değiştirecek anahtar olsa kullanır mıydım, bundan da emin değildim ya. Kendi halime acımaktan başka bir şey mi yapıyordum ki...
Günlerim birbirinin kopyasıydı. İş arkadaşlarımla yaptığım küçük diyaloglar değişiyordu sadece. Öğle yemeğine gittiğimiz mekanlar, dedikodular, bazı bekarların evliliğe terfi edişi... Bir de bunlar değişiyordu. Çok katılmasam da samimi olduğum insanlarla konuşmadan da olmuyordu. O kadar samimiydik ki evli olmadığımı bilmiyorlardı. Arada bir Selim'i sormasalar çok da zorlanacağım yoktu yalanımda. Savuşturduğum Selim temalı sorular bir süre sonra bunaltıcı oluyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Tabii şüphe çektiğim de bir gerçekti. Ki bazı insanlar inanmıyordu da bana. Özellikle erkekler. İki gün geçmeden yemek teklifi aldığım için yüzüklerin yeterli olmadığını düşünmeye başlamıştım. Ne yapmalıydım ki? Alnıma 'evliyim' yazmam mı gerekiyordu. Kaldı ki bazılarının inanması için bir evlilik cüzdanı gerekiyordu. O da bende yoktu. Nasıl olsun ki? Kına gecemde ölmüştü eşim. Üstelik bir daha birine yaklaşmak istemeyeceğim şekilde bırakmıştı beni. Kadın olmuştum. Bazı insanlar için bu özgürlük olsa da ben ciddi düşündüğüm için bana tersti. Peki o geceden pişman olmama neden neydi? Ah tabii ki! Yağız denen bir velet! Onu tanıdıktan bir süre sonra bunu hissetmiştim. Çünkü aklımı, kalbimi hatta ruhumu çelmişti. O çocuk çalmıştı beni. Peki ona neden kızgın değildim?
İş çıkış saati gelmişti. Birkaç arkadaşla kurumdan çıkıp bir pastanede vakit geçirmeyi düşünürken kaldırımda yürümeye başladık. Aralarında dönen muhabbete dahil olmak istemesem de yapılan plana sorulan soruyla beni de dahil ettiklerini anlamıştım. Soruyu soran Halil'di. İnanmayanlardan...
"Bu hafta sonu Uludağ'a gideceğiz hep beraber. Eşinle senin de gelmeni istiyoruz. Mümkün müdür?"
"Ah! Onun pek izin günü yok. Ama yine de söylerim."
O cevap verirken benim gözüm karşı kaldırıma takılmıştı. Serap gördüğümü sandım bir an. Ama ne çöldeydim ne de hayaldi gördüğüm. Elimle konuşan arkadaşı susturdum.
"Siz devam edin. Ben bir yakınımı gördüm. Görüşürüz."
Ben karşıya geçerken onların tahminleri de havada uçuşuyordu.
"Kardeşi mi?"
Bunu soran yine Halil'di. Cevap verense iş yerindeki en yakınım Zuhal.
"Bildiğim kadarıyla kardeşi yok."
"O zaman kuzeni."
Sonra ne konuştular, ne yakıştırdılar duyamadım. Zaten duyduklarım da gaipten geliyor gibiydi. Menziline girdiğim an içimi hüzün, kalbimi heyecan sarmıştı. Gözleri özlem doluydu. Ağlama talebiyle huzuruma çıkan gözlerimi şiddetle reddettim. Eğer aylar sonra onu gördüysem ağlayıp mahvedemezdim anımızı. Buruk gülümsememle yanına yaklaştım. Kendimde miydim bilmiyordum. Zaten karşıya nasıl geçtiğimden haberim yoktu. Normal boyutlarda olan bedenim onun önüne gelince kafamı kaldırmak zorunda olacak kadar ufalıyordu. Esmer teni, geniş çenesi, birazcık büyük burnu ve gece gibi kara gözleri... Hayal değildi. Karşımdaydı. Elimi kaldırıp genç tenini okşayabilirdim. Ama benim olmayan ve asla olmayacak o güzelliğe dokunmaya hakkım yoktu. Sadece gözlerim için yasakları çiğnedim. O merceklere bakmaya değerdi. Yasak meyveyi ellerime alıp da yiyememek... Tam olarak buydu. Bana sunuluyordu ama alamazdım. Her ne kadar kendisi sunsa da. Geniş dolgun dudakları kıpırdadığında onlara bakmamak için tuttum kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vuslat #Perspektif2016
RomanceArkamı döndüğüm anda çok şaşırdım. Yaşlı teyzenin torunu dikilmiş bana bakıyordu. Ne zaman geldi, nasıl duymadım geldiğini, dialoğumuz olmadığı halde neden takip etmiş olabilirdi beni? Kafamdaki soruları takmadan ve tek kelime etmeden hızla dört adı...