~14~

532 23 2
                                    

'O da özlüyormuş benim birtanem
Çok üşüyormuş ben olmayınca...'

İki gün boyunca ses çıkmamıştı Sinan'dan. Ne karar vereceğini merak ediyordum haliyle. Bir yandan da o da olmazsa artık kimseyle denemeye kalkmayacağımı hesaplıyordum. Yorulmuştum çünkü. Belki bir kedi alır, onun arkadaşlığına sığınarak yaşlanırdım. Ne yapabilirdim ki? Böyle olmak zorundaydı sanırım. Aciz bir insanın elinden ne gelirdi? Bir ayı tuzağına takılmıştı ayağım. Kıpırdamadan sonumu bekliyordum. Akan kanım mı daha önce ölümümü getirecekti bana yoksa yavaşça tükenen nefesim mi? Bilmiyordum.

Ah Yağız ah! Ne yapmıştı bana hu çocuk böyle? Oyuncak olmuştum resmen. Programlı bir bilgisayar gibi sürekli gözlerini düşlemek adil miydi? Özlüyordum hem de çok. Ama özlediğim çok uzaklardaydı. Bu kadar mağlup olacak bir insan değildim ben halbuki. O genç duruşu, aşkla bakan dudakları, kirpiklerinin kıvrımlarının güzel dansı... Hepsi burnumda tütüyordu. Asla kazanamayacağım bir savaştaydım. Mücadelem sadece daha fazla yorulmama neden oluyordu. İmlek imlek işlemişti içime. Söküp atamıyordum. Çünkü sökerken kanım akıyordu. Nakışın ucunu bulmak bile imkansızdı. Ne ara olduğunu bilmediğim bir şeydi. Bir çin işkencesinde adamın boğazından bir havlu sarkıtır beklerlermiş. Sonra mide öz suyu ile yemek borusuna kaynayan havlunun ucundan tutar çekerlermiş. Yapışıp kaynayan havlu iç organlarıyla birlikte çıkarmış. Nasıl acı verdiğini tahmin bile edemezken söküp atmaya çalıştığım Yağız'ın yaşattığıyla hissetmiştim aynısını. O da benim bir parçam olmuştu. Ama kendimde yaşayacak olduğum gerçeği tam anlamıyla yıkımdı. İçimde yaşayacaktım. Başka seçeneğim yoktu. Öfkesiyle beraber daha kolay unutacağı biri için hayatını mahvetmesine izin veremezdim. Bu yüzden de Sinan olayı çok mantıklı gelmişti ya. Bir de belkilerim vardı yadsıyamadığım. Sinan'la mutlu olma ihtimali taşıyan belkiler...

Gözlerim kaçak oynarken Sinan'ın yüzüme dik dik baktığını hissediyordum. Maalesef. Bakışları altında eziliyordum. Yargıladığını düşünüyordum çünkü. Elbette yadırgardı. Eşine sık rastladığımız bir durum değildi. Sesi güven veriyordu. Olgun, tok, bariton tınısını duyduğumda saygı icabı bakışlarını karşıladım.

"Bak Kübra, biz olgun insanlarız. O gün eski sevgili mevzusunda gösterdiğin anlayış bunu gösteriyor. Ama anlamadığım böyle olgun bir kişiliğin varken bunu nasıl yaptın. Tamam benim de kendimden çok genç sevgililerim oldu. Ama takdir edersin ki kadınlar için aynı görüş söz konusu değil çevremizde. Yine de anlıyorum. Bir anlık bir heyecan dalgalanması olabilir. Doğal karşılıyorum yani. Ama bir daha karşımıza çıkarsa aramızdaki ciddiyete dayanarak konuşurum onunla. Haberin olsun."

"Buna gerek olacağını sanmıyorum. Anlayışın için teşekkür ederim."

"Ama bir isteğim olacak senden."

"Nedir?"

"Yüzük takalım en kısa zamanda. Nişan yapalım yani."

"Benim de isteğim bu. Aylarca sözlü kalacak yaşta değiliz ikimiz de sonuçta."

"İşte buna sevindim."

İş çıkışı birlikte yüzük bakmaya gitmeye karar verdik o konuşmadan sonra. İş çıkışı dükkanları dolaştık. Sembolik bir şey için ayaklarım ağrımıştı. Son girdiğimiz mağazada ince şeritleri olan zarif bir alyans beğenmiştim. Nihayet. Çizgileri altın gerisi beyaz renkteydi. Siparişimiz üzere aynısından bir de gümüş yapılacaktı. Çünkü kültürümüzü gayet de benimseyen Sinan altın yüzük kullanmayacaktı. Ben öylece vitrine bakarken elimi tutup kendine döndürdü. Parmağıma şık bir tek taş yerleştirirken gözlerime bakıyordu. Epey büyüktü taşı ve karatı yüksekse ederi iki maaşım kadar olabilirdi. İtiraz edecek oldum ama susturup sözünü söyledi.

"Hayır hayır. Sakın itiraz etme. Doğru düzgün evlilik teklifi bile edemedim zaten. Şimdi. Biraz geç olsa da. Benimle evlenir misin Kübra?"

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sonuçta bir yola çıkmıştık. Ve hayır deme gibi bir niyetim yoktu. Başımı aşağı yukarı salladım. Ve o anda kolları arasında buldum kendimi. Saçlarımı okşuyor bir yandan da teşekkür ediyordu. Anlamayan bakışların sahiplerinden biri de bendim. Çalışanlar da garip garip izliyordu bizi. Sonunda ayrıldığında kokusunun etkisini atmaya çalışıyordum. Erkeksi bir misk kokusu vardı. Aroması odunumsuydu. Erkeklerin doğasına en yakın kokuydu sanırım bu. Yakışmıştı ona. Çekici bile diyebilirdim. Bir anda vanilyalı dondurma gibi kokan Yağız aklıma ve nefesime hücum edince başım dönmeye başladı. Boşta kalan bedenim düşecekken belimden tutup sabitleyen Sinan'ın endişeli gözleriyle yakından bakışmak zorunda kaldım. Koyu yeşil irisler dalgalanıyordu. Etkileyici olduğunu o an fark edip kabullendim ve doğrulup kollarından çıktım. Her ne kadar evlenecek olsak da bir anda bu kadar yakın olmak tuhaf gelmişti.

Yüzükler alındığında geriye tarih için ailelerle görüşmek kalmıştı. Anne ve babamın elini yeniden öpen Sinan konuyu onlara açtı. Benim de baskımla sade ve aile arasında bir toplantıyla talılacaktı yüzükler. Hafta sonu için kararlaştırdığımız nişan günü belliydi artık. Annelerle alışverişe çıkacak olan bana, eziyet olacak bir gün işte. Aslında bana kalsa sadece nikah kıyıp işlemleri kısa tutardım. Ama kredimi nişan için kullanmıştım. Gerisinde pek de kaale alınacağımı sanmıyordum. Annemin de yıllardır bunları beklediğini hesaba katarsak işim hayli zor olacaktı.

İş günleri bitmişti. Cuma'yı da atlatınca yatağımda Cumartesi günü yapılacak nişanı düşünmeye başlamıştım. Sorumluluk giderek artıyordu. Ve ben altında ezilmek üzereydim. Yine de bu yüke alışmak istiyordum. Hayatın bir yerinden tutup devam etmeliydim. Bunlar da beni son kez sesini duymaya itmişti. Çünkü nişanlandıktan sonra bir daha onunla ilgili tek bir fiil bile olmayacaktı benim için. Kararım bu yöndeydi. Telefon elimde kararsızca dururken numaramı gizleyip arama tuşuna bastım. Sesini içime çekip gözyaşlarımı serbest bıraktım. Nefesi ılık ılık kalbime değiyordu.


"Alo? Kübra? Yapma böyle. Konuş. Lütfen. Çok özledim sesini."

"Yağız... Ben... Artık seni... Sevmediğimi söylemek için... Aradım... Beni un-unut... Elveda..."

"Kapatma. Hayır Kübra! Kapatma! Lütfen unutmak istemiyorum. Lütfen bizi böyle yok et..."

Daha fazla dinlemeden kapattım. Gözyaşlarımın damla sesleriyle yatağıma bıraktım kendimi. Yastığa düşen damlalarla aşkımı sa terk etmeyi diledim. Denedim. Denedim ama olmadı. Elveda dediğim için memnundum. Ama yine de içim kendime kırgındı. Kendime küsmüştüm. Kendi iyiliğim için artık bir şey yapmayacaktım. Düşmanımdım. Hem de en büyük ve ezeli...


Yüzükler parmaklarda yerini alınca ailelerden alkış sesleri gelmeye başladı. Sekiz elin çıkardığı itici ses bitmeden el öpme faslına geçtik. Kurdelalı yüzük parmağımda parlarken sıra Sinan'a gelmişti. Önünde durup başımı eğdim. Alnımdan öpen dudakları sıcaktı. Sahiplenici öpücüğünü bırakıp geri çekildi. Gözlerime öyle bir bakışı vardı ki. Çok mutluydu. Geleceğimizden çok umutluydu... Benim karamsar halimin aksine...




Vuslat #Perspektif2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin