Merhaba arkadaşlar,
Bölüm yayınlamayacaktım ama gelen bi iki kişinin yorumu beni kendime getirdi. Kendi arkadaş ortamım bölüm yayınlamamın bir anlamı olmadığını, boşuna yazdığımı, yazmasam da olacağını belirttiler ve bu ister istemez benim de düşüncelerime yansıdı. Doğal olarak moralim bayağı bozuldu ama bunun bencillik olduğunu belirten okuyucum belki de artık eski okuyucum beni kendime getirdi. Bundan dolayı bölümleri tekrar aynı düzende yayınlamaya karar verdim. Bundan sonra okunmayacak, oy verilmeyecek olmasına takılmayacağım. Sonuç olarak ben yazmayı ve kendimi bu şekilde rahatlamayı seven bir insanım sırf okunmuyor diye de yazmamak kendime haksızlık olur.
Eğer bu kitabı okuyup da seven birileri olmuşsa onlara da haksızlık olduğunu düşündüğüm için yeniden başladım işte.
Önceden yazmış olduğum bölümü yayınlayacaktım ama okuduğumda kurgu hoşuma gitmedi yeniden yazmaya başladım fakat bitmedi şimdilik yazmış olduğum kısmı yayınlayacağım. Kısa olduğunun farkındayım kusura bakmayın. Belki bu hafta perşembe ya da haftaya perşembe bölümün tamamı gelir. Elimden geldiğince uzun yazmaya çalışırım.
Bu bölümü de bu kitaba gerçekten devam etmemi sağlayan iki insana ithaf ediyorum. " svvlglnr " , "zeynepcapoglu" . Part part yayınlayacağım için birinizi birine, birinizi diğerine yazacağım.
İyi okumalar.
Multimedia - Azra Ay
AZRA
Bir insan hayatında kaç kez ebedi bir şekilde birine güvenebilirdi ki?
Kaç kez sonsuza dek sevileceğine inanırdı?
Kaç kez kendini sonsuz mutlulukla bütünleşmiş bir şekilde bulabilirdi?
Peki, bunları evet diye cevaplandırabilecek bir insan var mıydı?
Bence, vardı.
Anne.
O kişi anneden fazlası değildi. En ufak bir şeyde sığındığın insan kimdi? Annen.
Sonsuza dek kim seni severdi? Annen. Yanında sonsuz mutluluğu kim yaşatırdı sana? Annen.
Tek bir bakışıyla seni adam edebilen kişiydi o koca yürekli insan ve ben, beni adam eden bakışları hiç mi hiç göremiyordum. Çünkü karşımda bir hastane yatağında kablolara bağlı şekilde yatmış ve gözleri kapanmış şekilde derin bir uykudaydı.
Elini, beni bırakma dermişçesine sımsıkı sarmıştım.
Yanağımı, bu kalbin sevgisine ihtiyacım var dermişçesine göğsüne yaslamıştım.
Gözlerimse hepsinin aksine bir çeşme misali 'Ya bir şey olursa?' mantığıyla akmaya devam ediyordu.
Ne buradan çıkmamı isteyen hemşire bozuntusu ne de benden böyle bir şeyi saklayan kalpsiz akrabalarım onun yanından ayırmıştı beni.
Dakikalardır belki de saatlerdir annemin yanındaydım. Tam olarak baş ucunda. Olmam gereken yerde.
Nasıl olur da benden böylesine önemli bir şeyi saklamak isteyebilirlerdi? Neydim ben? Kimdim onlar için? Üveyim diye onların yanında bulunmak gibi bir hakkım yok muydu yani? Bunu fazla mı görüyorlardı bana?
Ne olursa olsun karşımdaki kişi öz veya üvey benim ANNEMDİ.
Tekrar sımsıkı sıktım elini.
"Annemsin sen benim." dedim.
Tekrarladım ve tekrarladım.
Ses tonum her söylediğimde daha da güçlü çıkıyordu.
"ANNEMSİN SEN BENİM..!"
Elini bırakıp kendi saçlarıma yöneldim beynimdeki saatlerdir ağlamanın verdiği zonklamayı durdurmak için çekiştirdim. Saçlarımın koptuğunu derimin hafif yanmasından anlıyordum ama umurumda değildi.
Koltuktan kalkıp orada bulunan masaya tekme atıp tekrar bağırdım.
"Annem o benim."
Deli gibi hıçkırarak ağlayıp, kendime ve etrafa zarar veriyordum.
Bilinçli mi yapıyordum? Belki.
Kendime verdiğim zarar umurumda mıydı? Kesinlikle hayır.
İstediğim neydi? Rahatlamak? Belki.
" Azra Hanım sakin olmalısınız."
Ne zaman geldiğini bile anlamadığım hemşire beni tutmaya çalışıyordu.
"Ruhu yaralanan birini tutamazsın, bırak."
Bağırmıştım. Bağırınca rahatlıyordum.
Bulduğum her eşyayı fırlatıyordum. Kimisi kırılıp yüzüme, koluma, vücudumun belirli yerlerine geliyordu. Canımı yakıyordu.
Kollarımdan tutan teyzem ve enişteme karşı çırpınıyordum, çırpınıyordum.
" BIRAKIN BENİ!"
Sesim gittikçe kısılıyordu. Sözlerim bağırmaktan çok fısıltıyla çıkıyordu.
Duvar kenarında sürünerek, ellerim saçlarımda aşağı doğru sürtündüm.
Soğuk zeminle buluştuğumda iç çekişlerim bedenimi ve odadaki sükuneti esir almıştı.
Kimse konuşmuyordu. Kim konuşabilirdi ki?
Aldığım son bir güçle bağırdım.
"Konuşsanıza!"
"Neden benden sakladığınızı anlatsanıza. Bunu bilmenin en büyük hakkım olduğunu bile bile anlatmamanızın sebebini anlatsanıza."
Hıçkırarak ve derin nefesler alarak konuşuyordum. Çoğu cümlem yarıda kesiliyordu. İç çekişlerim yüzünden.
"Sırf üveyim diye bana söylememekte haklı falan değilsiniz. Bilin diye söylüyorum; her ne kadar kabul etmeseniz de ben onun kızıyım."
" Azra, kızım bak çok yanlış anladın."
Teyzeme sessizce baktım. Cevap vermek istiyordum ama boğazımdaki düğüm buna izin vermiyordu.
"Su."
Tek kelimeyle belirtmiştim isteğimi.
Benden korktuklarını belli edercesine büyük bir acele ile sürahiyi hemen alıp bardağa boşalttılar suyu ve titrek ellerle verdiler bana.
Tek dikişte bitirip bir hamlede ayağa kalktım ve hepsine tek tek bakıp
" Çıkın dışarı." dedim.
"Ama.."
" Amalı cümlelerinizi duymak istemiyorum. Çıkın dedim. "
Sert olduğumun farkındaydım fakat umurumda değildi.
Herkes çıktıktan sonra annemin yanındaki koltuktaki yerimi alıp dizlerimi kendime çekerek gözlerimi anneme diktim.
Onu çok ama çok sevdiğimi bir kez daha anlamıştım. Bundan sonra onu yalnız bırakmayacaktım. Okulu dışarıdan okurdum. Geziye çıkacaksa birlikte çıkardık. Şu saatten sonra o nereye ben orayaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saflığın Gölgesinde -ASKIYA ALINDI-
ChickLitDayanma gücümün son noktasındaki dert. Nefes aldıkça beni ölüme daha çok tetikleyen bir dert. Aslında bu şey bir dertten çok beni her nefes alışımda yiyip bitiren sadist bir gerçek. Bu sadist gerçek fırsatını bulduğu her anda karşıma çıkıp benim can...