Elindeki kalemi masanın üzerine fırlatıp attı. Ayağa kalkıp iki adımda ağır, kahverengi perdenin süslediği pencereye gitti. Yavaşça yana ittiği kadife kumaşın kenarından dışarı göz attığında, sokağın o alışılageldik tenhalığından başka bir şey göremedi. Yumruğunu, başının üstünde yavaş bir vuruşla cama bırakırken yapılı bedeni ham ketenden beyaz gömleğinin içinde gerilmişti.
Sonbahar; artık iyice kışa dönmeye meylettiği için, henüz öğleden sonra olmasına rağmen, vaktin olduğundan geç algılanmasına ve erkeğin cama yansıyan gözlerinin soluk mavisinin gri gibi görünmesine neden oluyordu. Havanın soğukluğu, Warwall'ın geniş ormanlarında ömrünü tüketmiş meşelerin şömineden taşmaya niyetlenen arsız yangını sayesinde hiç hissedilmiyordu. Bacaya doğru dil dil uzanan alevler, birbirinden farklı yerlere konulmuş büyük mumlara eşlik ederek çalışma odasını aydınlatıyordu. Ve bu aydınlık, bir saat boyunca, Warwall Dükü Sebastian St. James'le vekilharcı Bay Richard Lawson'ın rakamların üzerinden sorunsuzca geçmesine imkan tanımıştı; fakat son yarım saat için çalışmalarının sorunsuzca ilerlediğini söylemek mümkün değildi.
Sebastian; yumruğunu cama bir kez daha hafifçe vururken, Lawson'ın duyamayacağı kadar alçak bir sesle, "Lanet olsun!" diye mırıldandı.
Zaten duymuş olsaydı; Lawson da ekselanslarına, "Beş dakika var efendim!" diye seslenmezdi.
Sebastian, hissettiğinden çok daha sakin bir biçimde, omzunun üstünden Lawson'a baktı. Genç adam, her zamanki yerinde, masanın diğer tarafındaki sandalyesinde oturuyordu ve o anda elindeki köstekli saati, bakmasını istermiş gibi Sebastian'a doğru uzatmıştı.
Sebastian, saate bakmak bir yana, duruşunu bile bozmadan, "Neye beş dakika Lawson?" diye sordu.
Normal şartlar altında olsa, yani dükün şaşırtıcı derecede duygusuz ses tonuna gözleri her zamanki soğukluğuyla eşlik ediyor olsa; Lawson gerçeği olduğu gibi söyleyebilirdi. Ekselanslarının gözleri sadece soğuk değil, aynı zamanda yeni bilenmiş bir bıçağın acımasızlığıyla parlarken aklından geçenleri kendine saklamanın daha akıllıca olabileceğine karar veren Lawson, "Hiç! Hiçbir şeye!" dedi. Ne kadar kontrol altına almaya çalışırsa çalışsın sesine yansımasına engel olamadığı korku ve telaş, dükün değil de bir başkasının karşısında belirmiş olsa; Lawson'ın özsaygısını yitirmesine neden olabilirdi.
Daha kontrollü bir sesle, "Sadece... Sadece beş dakika sonra saat dört olacak. Onu hatırlatmak istedim!" diye ekledi ve hemen içinden kendini, "Yanlış cevap Lawson!" diyerek azarladı.
Herkes, Ekselansları Warwall Dükü'ne herhangi bir şeyin hatırlatılmasına gerek olmadığını bilirdi; Lawson belki de bunu herkesten iyi bilirdi. Herkesten farklı olarak böyle bir şey yapıldığında, ekselanslarının bundan hiç hoşlanmayacağını da bilirdi; fakat o anda başka seçeneği yoktu. Diğer ihtimal onu daha da güç bir duruma düşürürdü.
Lawson, babasının yerine vekilharç olarak göreve başladığı son üç yıldan beri, pazar günleri hariç, her gün Warwall Konağı'na uğrardı. Ekselansları malikanede ikamet ettiğinde, Lawson da malikanede olurdu. Sistemli ve düzenli bir çalışma sistemine sahip olan dük, başka türlüsünü kabul etmezdi.
Lawson, sabahları kahvaltının ardından soluğu ekselanslarının yanında alır ve birlikte o günün, bazen de haftanın önceliklerini belirler; hemen hemen yarım saat içinde de genel bir plan oluşturup öğleden sonraki esaslı çalışmaya kadar ara verirlerdi. Öğleden sonra mali işlerden kiracıların sorunlarına, ekselanslarının parlamentoda yapacağı konuşmadan kabul edeceği ya da etmeyeceği davetlere kadar her şeyin değerlendirmesini yapıp bir karara varırlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDEN UZAKTA
Historical FictionLondra'nın en beğenilen terzisi İsabella Mercier, diğer adıyla, Madam Mercier; Warwall Dükü Sebastian St. James'le karşılaşıncaya kadar hem mükemmel moda anlayışı hem de güzelliği için aldığı övgülere rağmen, işi dışında son derece sakin ve mütevazi...