11. Bölüm

15.9K 1K 84
                                    

Sebastian heyecanlıydı ve gerçekte heyecanlı olmasını gerektiren hiçbir sebep yoktu.

Güne son derece olağan başlamış, her zamanki gibi, hafif bir kahvaltının ardından çalışma odasına geçmiş ve beş dakika sonra, yine her zamanki gibi, Dawson sade kahvesini getirerek başka bir arzusu olup olmadığını sormuştu.

Çoğu soylunun aksine Sebastian gece sabahlayıp neredeyse akşama kadar yatmak yerine, makul bir saatte uyuyup uyanmayı tercih ederdi; çünkü Sebastian sabah saatlerini günün diğer saatlerinden çok daha fazla severdi. Bu, çocukluğunda da böyleydi. 

Her zaman ebeveynlerinden çok daha erken kalkardı. Aslına bakılırsa, onların güne tam olarak ne zaman başladığını hiçbir zaman öğrenememişti. Her ikisi de kendi kişisel odalarına, tek çocukları olsa bile, Sebastian'ın girmesine izin vermemişlerdi. Biraz büyüyüp de aklı bazı meselelere ermeye başladığında; Sebastian, onların birbirlerinin odasına girme izni olup olmadığını merak etmiş ve sonunda olmadığına karar vermişti.   
Küçükken sabah ilk işi, kıyafetlerini sandalyenin üzerinden alıp parmaklarının ucuna basarak yatak odasını terk etmek olurdu. Her ne kadar Dadı Plum'ın uykusu çok ağır olsa da odaları arasında daima aralık bırakılan kapı yüzünden kadının uyanabileceğinden ve gereksiz işlerle onu meşgul edeceğinden korkardı. Bu yüzden tuvalet ihtiyacını gidermek için bile durmazdı. Zaten Sebastian'a göre yüzlerce hektarlık arazi dururken tuvalet ihtiyacı yüzünden Dadı Plum'a yakalanmak, aptallıktan başka bir şeyin göstergesi olamazdı.  

İlk çocukluğunun ardından delikanlılığa adım attığı yıllarda sabahları erken kalkamaz olmuştu ve nedeni, uyanamadığı için yataktan çıkamaması da değildi. Bir türlü kurtulamadığı, özellikle de ilkbahar ve sonbaharda şiddeti artan bir baş ağrısıyla mücadele etmeye başlamıştı. Bu illet; kimi zaman öylesine şiddetli ortaya çıkardı ki bazen gözünü açamamasına, bazen başını kaldıramamasına, çoğunlukla da boynundan aşağısını hissedememesine neden olurdu. Sebastian, an gelir, bir celladın başını bedeninden ayırması için kendini Tanrı'ya yakarır bulurdu. 

Bu dertten kurtulması öyle kolay olmadı ve aradan yılların geçmesi gerekti. Sonrasında, yatakta geçirmek zorunda kalınan her heba olmuş sabahın intikamını alırcasına güneşin daha ilk ışıkları yeryüzünü aydınlatmaya başladığında, Sebastian kalkmış ve soluğu yaz-kış demeden ahırlarda almıştı.

Malikanede kalıyorsa, uçsuz bucaksız arazide Rüzgar onu fırtına gibi uçururdu. Yok eğer Londra'da ise; Hyde Park'a kadar rahvan gider, oradan sonrasında dizginleri salardı ve eve döndüğünde aradan en az birkaç saat geçmiş olurdu. 

Bugün de önceki günlerden farksız erkenden kalkmış, at binmiş, ardından kahvaltı yapmıştı. Şimdi keyifle kahve içme zamanıydı. Hemen her gün bozulmayan bu sıradanlığa rağmen, Sebastian bugün kendini yerinde duramayacak kadar heyecanlı hissediyordu ve bunu son derece uygunsuz buluyordu. Normalde de "heyecan" gibi hayatın akışını bozan duygulardan uzak durmaya çalışırdı. Çoğu insanın onun davranışlarına yansıyan aldırmazlığı ve rahatlığı, ancak bir dükün sahip olabileceği tepeden bakışa bağladığını biliyordu ve böyle düşünmelerini zerre kadar umursamıyordu; çünkü Sebastian, kendisiyle ilgili insanların ne düşüneceklerine aldıracak kadar onlara önem vermezdi. 

Ama Elizabeth... 

Elizabeth, söz konusu olduğunda her şey değişiyordu. O; bundan on dört yıl evvel Sebastian'ın kucağına bırakılan büyük bir sürprizdi. Sonradan bu sürprizi; "hayatının en büyük hediyesi" olarak adlandıracak olsa da o sırada kendini berbat, hatta iyice rezil hissettirdiği için hiç beğenmemişti. Bu yüzden uzun süre kızının yanına yaklaşmak istememişti ve sonrasında da bu davranışından dolayı kendini asla bağışlamamıştı. Drako'nun sık sık hatırlattığı gibi o sırada henüz yirmi yaşında olmasını da  hafifletici bir sebep olarak görmüyordu. Kuzenine, her zaman, "Evlenmeyi ve bir kadını hamile bırakmayı başarabildiysem; çocuğum için de onun ihtiyacı olan baba olmayı başarabilmeliydim." derdi. 

SENDEN UZAKTAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin