İsabella balkona çıktığı her seferinde, sanki bir adım atacak olsa ayağı denize değecekmiş hissinden bir türlü kurtulamıyordu.
İngiltere'nin dört bir yanını saran okyanusun soluk ve hırçın dalgalarının aksine, Akdeniz bir çarşaf gibi dümdüz ve masmavi uzanıyordu önünde. Ve İsabella bu denizin keyfini tam dört aydır, bir limandan diğerine gezerken, yeterince çıkarmıştı. Taa ki bir hafta önce Sebastian, İsabella'nın iyice büyümüş karnına bakarak, artık İtalya'ya geçme zamanlarının geldiğini ilan edinceye dek... İsabella'nın doğuma daha iki ay olduğu yolundaki sözlerine kulaklarını tıkamıştı kocası.
Sebastian'ın doktoru, onu görmekten inanılmaz mutlu olmuştu. Kendisiyle irtibatını hiç koparmamış ve minnetinin bir göstergesi olarak her yıl kliniğine oldukça cömert bağışlarda bulunmuş bu İngiliz soylusunu hem de bir dükü neredeyse kendisinin hiç uğramadığı evinde misafir etmek istemişti. İşe bu yüzden üç gündür denize nazır bu villada konaklıyorlardı.
Odadan bir tıkırtı, ardından da mırıltı şeklinde iki erkeğin sesi geldi. Birkaç dakika sonraysa o erkeklerden biri, güçlü kollarını beline dolayarak onu kendisine çekti.
Sebasitan'ın dirseğine kadar katladığı gömleğinin açıkta bıraktığı kolları, yakıcı güneşle iyice esmerleşmişti; ama İsabella onun vücudunun geri kalanının da neredeyse bu kadar esmer olduğunu biliyordu. Çünkü Sebastian tamamı erkek olan personeliyle birlikte gemisinde oldukça rahat dolaşabilmişti. İsabella da birazcık renk değiştirmişti; ama sadece birazcık. Bu bile Sebastian'ın hoşuna gitmiş gibi görünmüyordu. Geçen gece yatakta elinin tersini karısının omuz başlarında okşar gibi gezdirirken, "Bu tene benden başka kimse değmemeli!" demişti. "Hatta güneş bile!..." Ve İsabella, onu mağara adamı olmakla suçlamıştı.
Sırtını güvenle kocasının geniş göğsüne yaslarken, "Fernando muydu?" diye sordu İsabella.
Sebastian kirli sakallı çenesini karsının boynuna derin ürpertiler salarak sürterek, "Hımm... Hımm..." dedi.
Doktorun kahyası komik bir adamdı ve aslında ona "kahya" demek, adamın yaptığını küçümsemek gibi bir şey olurdu. Aşçı, bahçıvan, yardımcı, kahya, arabacı... Üstelik bunca işine rağmen, İngiltere'deki meslektaşlarının aksine yüzünde her daim otuz iki dişinin rahatlıkla sayılabileceği gülümsemeyle dolaşıyordu.
"Ne diyor?"
"Bunu getirmiş."
Sebastian, İsabella'nın gözünün önünde bir zarf sallıyordu. Üzerindeki, Mathilda'nın okuma yazmayı sonradan öğrendiği için kargacık burgacık olan yazısı; İsabella'nın bir çığlıkla zarfı adamın elinden kapmasına neden olmuştu.
Kocasına şaşkınlıkla bakarak, "Nasıl?" diye sordu.
Sebastian dar pantolonunun belirginleştirdiği güçlü bacaklarıyla balkonun kenarına gitmeden önce, "Önünde sonunda durak yerimiz burası olacağı için, herkese bize ulaşmak için doktora yazmalarının yeterli olacağını söylemiştim." dedi.
İsabella uzanıp onun dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. "Akıllı adam!"
Erkek onu kendine çekmeye çalışınca gülerek başını iki yana salladı. "Uslu dur! Bunu okumam lazım."
Ve hızla zarfı açtı.
Karısının gözleri satırların üzerinde hızla kayarken, Sebastian onu hayranlıkla izliyordu. Evlenirken ona aşıktı ve bunun son nokta olduğunu sanıyordu. Başını iki yana salladı. Nasıl da yanılmıştı!... Eğer o zaman hissettikleri aşksa, şimdi bin kat daha güçlü hissettiği bu duygunun adı neydi?
Kızındaki yeteneğin ufacık bir parçası kendisinde olsa, hiç durmaz, İsabella'nın çıplak vücudunu çizerdi. İnanılmaz erotik bir görüntüsü vardı. Onu bu kadar dayanılmaz bulmasının nedeninin karnında kendi çocuğunun büyümesi olup olmadığını çok düşünmüştü Sebastian. Veya belki de, sonradan, tombul kadınları daha çekici bulmaya başlamış da olabilirdi.
"Hii!..."
"Ne oldu?"
İsabella eliyle ağzını kapatmış, hızla okumaya devam ediyordu. Karısı başını inanmazlıkla iki yana sallayınca, yeniden, "Ne oldu?" diye sordu.
İsabella, nihayet okumayı bitirip Sebastian'a baktığında, gözleri dolu doluydu. Her koşulda ağlayabildiği için onun mutlu mu mutsuz mu olduğundan emin olamayan Sebastian, "İsabella!" diye bağırdı dayanamayarak.
"Mathilda!..."
"Ne olmuş Mahilda'ya?"
"Hamileymiş!..." diye fısıldadı İsabella.
Sebastian ona sarılırken, Mathilda'nın Samuel'le evlendiği gün ne kadar mutlu göründüğünü hatırladı. Kadının daha önce bir evlilik yaptığını ve o evlilikten hiç çocuğunun olmadığını İsabella'dan öğrendiğinde, biraz üzülmüştü Sebastian. Onun kadar şefkatli ve anaç tavırlı bir kadının anne olamaması büyük bir adaletsizlikti.
İsabella, o gün, bu habere uzun süre inanamadı. İnandığındaysa, bir türlü yerinde duramadı. Sürekli Mathilda'yı sayıkladı. Sonra, Sebastian'a Samuel'in haberi öğrenince nasıl kendinden geçtiğini anlattı. Sebastian, o koca gövdenin pelteye dönmüş halini düşününce, kıs kıs güldü. Ve bunun için aslında erkendi. Çok değil, iki saat sonra, İsabella suyunun geldiğini söylediğinde; ona boş boş bakacak, karısının, "Doğum başlıyor!" sözleri üzerine de kendi vücudu pelteye dönecek, hareket edemeyecek, konuşamayacaktı.
Neyse ki Fernando vardı. Hayatı sürekli heyecan halinde yaşayan bir adama göre, durumu sakinlikle idare etmeyi bilmişti. Evdeki hizmetçilere sıcak su ve bolca havlu, çarşaf hazırlatmasıyla doktoru klinikten alıp eve getirmesi en fazla yarım saat sürmüştü. Ve bu süre boyunca Sebastian, "Ama erken!... Daha çok erken!..." diye mırıldanmaktan başka bir şey yapamamıştı. Doktor gelip de onu, "Karınızı üzüyorsunuz!" diye uyarıncaya kadar da bir türlü kendine gelememişti.
O andan sonra ise; bir an olsun İsabella'nın yanından ayrılmamış, ona destek olmaya çalışmıştı. Sancılar sıklaşıp da İsabella için dayanılmaz bir hal almaya başlayınca; onun bembeyaz olmuş yüzüne, kasılan vücuduna bakan Sebastian, doktora bağırmaya başlamıştı. Ve ne zaman ki adamın işine de karışarak onu sorgulamıştı, işte o zaman doktor dayanamayarak dükü odadan kovmuştu. Onun ne dediği İsabella yalvaran gözlerle bakıp, "Lütfen!..." demese, Sebastian'ın umurunda bile olmazdı.
Bir ömür gibi gelen on beş dakikanın sonunda İsabella'nın çığlığına karışan miyavlar gibi bir ses duyuncaya kadar kapının önünde turladı Sebastian. Doktorun yardımcısı onu birkaç dakika daha dışarıda tutmayı ancak başarabildi.
Yatak odasına girdiğinde, gözleri hemen İsabella'nın yorgunluktan halsiz düşmüş bedenini kontrol etti.
"O iyi!..." dedi doktor ellerini kurularken. "Sadece biraz yoruldu."
İsabella, Sebastian'ın görür görmez aşık olduğu gözlerini açıp ona bakınca, adam, "İsabella!..." diye sayıkladı. "Aşkım..." Ve uzanıp karısının elini öptü, kaldırıp yanaklarına sürttü.
"Gördün mü? Bebeğimizi gördün mü?" diye soran kadına, gözleri nemlenerek, "Hayır..." dedi.
"Alın..."
Doktor, kucağındaki beyaz kundağa sarılı buruşuk, kıpkırmızı bebeği ona vermeye kalkınca; taş kesildi Sebastian.
Yaşlı adam, "Korkmayın!" dedi. "Biraz küçük; ama sadece bir buçuk ay erken doğduğu için çabucak toplanacaktır."
"Al onu!" dedi İsabella Sebastian'a. "Varisini..."
Ve Sebastian kucağına aldığı minik varlığa, sanki bir mucizeye bakar gibi bakarken; karısı çoktan huzur veren iyileştirici bir uykuya dalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDEN UZAKTA
Historical FictionLondra'nın en beğenilen terzisi İsabella Mercier, diğer adıyla, Madam Mercier; Warwall Dükü Sebastian St. James'le karşılaşıncaya kadar hem mükemmel moda anlayışı hem de güzelliği için aldığı övgülere rağmen, işi dışında son derece sakin ve mütevazi...