Sürprizlerden nefret ederdi. Sakin, düzenli hayatının akışını bozacak hiçbir şeye tahammülü yoktu. Bu yüzden daima tedbirli davranırdı: Sonucunu öngöremediği işlere yatırım yapmaz; şeceresini incelemeden, ne kadar mükemmel görünürse görünsün, yarış atı almaz; iyice benimsemeden yeni moda olmuş bir giysiyi asla giymezdi.
Tanıştığı insanlara karşı her daim soğuk, her daim ketumdu. Ne zamanki kendilerini dostlukları noktasında kanıtlarlar, işte o zaman onlara hayatında bir parça yer açabilirdi. Belki de bu yüzden gerçekten "dostum" diyebileceği insan sayısı, bir elin parmaklarını geçmezdi.
Söz konusu "kadınlar" olduğunda, daha yumuşak bir yaklaşım sergileyebileceği düşünülebilirdi; oysa hayatından gelip geçen kadınların onun kalbinin yerinde koskoca bir taş olduğunu söylemelerine bakılırsa, bu düşüncenin hiç de gerçekçi olmadığı anlaşılabilirdi.
Peyniri çok severdi. Özellikle kendi arazisindeki çiftliklerde yapılanlarına karşı inanılmaz bir zaafı vardı. İyi bir peynirin sofraya geliş sürecinin oldukça uzun olduğunu, aylarca tuzlu suda kontrollü olarak bekletilmeden servisinin yapılamayacağını küçük bir araştırmayla öğrenmişti. En azından onun damak tadına uygun peynirler, sofraya bu aşamalardan geçerek geliyordu.
O küçük araştırmasında, topraktan yapılmış derin küplere basıldığında peynirin lezzetinin daha bir arttığını da öğrenmişti. Bu yüzden kuru ve serin bir yerde aylarca kapalı kalan küp, nihayet açıldığında, içinden çıkan peynirin tadına doyum olmazdı.
Fakat... Aradan zaman geçtikçe... O lezzete alıştıkça... Sanki o ilk başta yediği peynirle sonradan yediklerinin başka başka küplerden çıkarılan, başka başka peynirler olduğunu düşünmeye başlardı; kimsenin böyle bir şeye cüret edemeyeceğini bilmesine rağmen. Böylece bir süre, kısa bir süre, peynir yememeye karar verirdi.
Çok geçmeden, dayanamayıp, canı yeniden peynir çektiğinde; hizmetkarları asla eskisini yemeyeceğini bildikleri için yeni bir küp açıp ondan servis yapmaya başlarlardı.
Otuz altı yaşında; hayatında kalıcı sadece iki kadın, annesi ve kızı, olan bir adam olarak kadınlara yaklaşımıyla peynire yaklaşımı arasında ciddi bir fark yoktu. Kadınları da en az peynir kadar seviyordu. Hele olgun kadınların tadına... Hiç doyamıyordu. Özellikle de ilişkinin başlarında onlara bayılıyordu. Fakat ne zaman ki zaman geçip talepler, beklentiler ve en önemlisi tutkular sıradanlaşıyor; işte o zaman, tıpkı peynirde olduğu gibi, ilişkinin tadı kaçıyordu. Daha da can sıkıcı olansa; süre ne kadar uzarsa, kadının aklında Müstakbel Warwall Düşesi olabileceğiyle ilgili hiç de gerçekçi olmayan bir hayalin oluşmaya başlamasıydı.
İşte Sebastian St. James, dün gece böyle bir hayali daha yerle bir etmeyi başarmıştı. Bir farkla: Bu kez kendi de kadın kadar üzülmüş ve hayal kırıklığına uğramıştı.
Sebastian; ketum ve şüpheci tabiatı yüzünden aldığı davetlerin çoğunu reddederdi. Altı ay önce, sivri diline rağmen, çok sevdiği ve takdir ettiği yaşlı Thorne markizinin davetini reddedememişti.
Leydi Thorne; Sebastian'ın huyunu bildiği için daveti on beş kişiyle sınırlı tutmuş ve markiyle oğlu seyahatte oldukları için masanın diğer ucuna, Sebastian'ın tam karşısına oturmuştu.
Sebastian, etrafına şöyle bir bakmış ve konukların hangi kriterlere göre çağırıldığını anlamaya çalışmıştı. Bunda pek başarılı olamasa da asabi ve soğuk mizacını tanıyan Leydi Thorne'un onun rahatını kaçıracak kişileri listeye almadığını fark etmişti. Yine de masanın başında yerini aldığında, değişen bir şey olmadığını görmüştü: Her şey çok sıkıcıydı. İnanılmaz sıkıcı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDEN UZAKTA
Fiksi SejarahLondra'nın en beğenilen terzisi İsabella Mercier, diğer adıyla, Madam Mercier; Warwall Dükü Sebastian St. James'le karşılaşıncaya kadar hem mükemmel moda anlayışı hem de güzelliği için aldığı övgülere rağmen, işi dışında son derece sakin ve mütevazi...