Sessizlik rahatsız ediciydi. Ve belki kaselere değen kaşıkların sesi olmasa, dehşet verici de olabilirdi. Herkes, sanki nasıl yapılacağına dikkat edilmezse, sonu bir feleket olacakmış gibi, kendini önündeki çorbayı içmeye odaklamıştı.
İsabella her zaman çok sevdiği patates çorbasını yudumlarken, kaşığının üstünden masaya bir göz attı ve bakışları Lord Stone'a takılınca, üst dudağını ısırarak, başını hemen eğdi. Olur da gülerse, bunu kimsenin bilmesi ya da görmesi gerekmezdi.
Drako Stone, oturma odasında kendine gelip de başında duran Peder Elliot'u resmi kıyafetiyle görünce, "Ölecek miyim?" diye sormuştu. Başka türlü bir din adamıyla alakasının olmayacağını ima eden bu soru karşısında, "Henüz değil..." demişti Peder Elliot gülerek.
Bunun üzerine bir tür rahatlama yaşayan Lord Stone'un bakışları Sebastian'ı sağ salim karşısında gördüğünde rahatlamış; Samuel'i gördüğündeyse, öfkeyle kararmıştı. Sanki ona bakmaya daha fazla katlanamıyormuş gibi başını sertçe çevirdiğinde, bu kez İsabella'yı görmüştü. Yüzüne en utanmaz, en çapkın gülümsemelerinden birinin yayılmasına izin vermişti yakışıklı soylu. Fakat ne zaman ki İsabella'nın yanındaki Anne'i fark etmiş, ifadesi bir anda değişivermişti. Gözleri hafifçe kısılmış ve bir şeyleri anlamaya çalışır gibi bakmıştı. Ve odadaki herkes; adamın bayılmadan önce kurduğu son cümleyi hatırladığı anı net olarak görebilmişti onun yüzünde. Belki de Lord Stone'un yanakları hayatında ilk kez utançla kızarmıştı .
Anne her zamanki gibi kontrolü ele alıp, "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Lordum?" diye sormasa, belki daha da utanç verici olabilecek bu garip durumda, Stone minnetle, "İyiyim, teşekkür ederim." diye mırıldanmıştı. Ardından gerçekten, ama gerçekten, utanç dolu bir sesle, "Uygunsuz sözlerim için özür dilerim..." demişti.
Anne sertçe, "Sayıklıyordunuz, sözlerinizden sorumlu tutulamazsınız. Yine de bu Leydi Mary her kimse, ona uygun teklifi yaparak, onurunu koruyacağınızı umuyorum." demişti. "Tanrı başka türlüsünü kabul etmez!"
Lord Stone, ona öylece bakakalınca, imdadına Sebastian yetişmişti: "Bayan Anne... Sizin de belirttiğiniz gibi Lord Stone sayıklıyordu. Gerçekte Leydi Mary diye bir kadın olduğunu sanmıyorum."
Ne ona ne de başını aşağı yukarı hızlı hızlı sallayan Drako Stone'a aldırmayan Anne, "İsimler değişebilir ekselansları!" demişti.
Ne demek istediği bu kadar ortada olmasa, konuyu dolambaçlı bir yoldan değiştirebilecek herkes; suskun kalmayı tercih etmiş, Peder Elliot ise konuyu deşmeye çalışmayarak, olgunluğunu göstermişti.
"Ekselansları... Umarım tavşan yahnisini seviyorsunuzdur." diyen Anne'in sesiyle masada, tam karşısında oturmakta olan erkeğe baktı İsabella.
Sebastian en içten gülümsemelerinden birini sundu Anne'e.
"Çok severim." derken; üzerinden buharı tüten yemeği servis yapan hizmetçinin pantolonuna bir şeyler dökmeyeceğini umuyordu sadece. Kadın, İsabella Sebastian'ı Peder Elliot'la tanıştırırken onun bir dük olduğunu öğrenmişti ve o andan beri de Sebastian'a adam az sonra onu darağacına gönderecekmiş gibi gözlerini dikip bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Ve bu gerçekten korkutucuydu. Sebastian, kadını bir an olsun inandırableceğini bilse, gereken cümleleri elbette kurardı; ama şu an olduğu gibi onun titreyen ellerine baktığında bunun nafile bir çaba olacağını çok iyi biliyordu.
Sonunda kadın yanından ayrılınca derin bir nefes alan Sebastian; çatalıyla ağzına götürdüğü yahniden istemeyerek tadarken, söylediği yalandan utandı. Bu yemeği sevmezdi, hem de hiç sevmezdi. Yine de şu uzun boylu hizmetçinin hakkını teslim etmeliydi: Bu, bu güne kadar yediği en iyi yahniydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDEN UZAKTA
Ficção HistóricaLondra'nın en beğenilen terzisi İsabella Mercier, diğer adıyla, Madam Mercier; Warwall Dükü Sebastian St. James'le karşılaşıncaya kadar hem mükemmel moda anlayışı hem de güzelliği için aldığı övgülere rağmen, işi dışında son derece sakin ve mütevazi...