Kapı savrularak açıldı. Odanın içinden tiz çığlıklar yükseldi. Eşikte duran adam, korku dolu gözlerle ona bakan iki hizmetçiye bağırdı: "Çıkın!"
Kızlar koşturarak dışarı çıkarken; camın önündeki koltukta, arkasındaki sıra sıra dizili yastıklara sırtını dayayarak uzanmakta olan kadın, çalımla doğruldu. Mumların aldatıcı ışığında olduğundan daha da görkemli görünüyordu.
"Ne oluyor Sebastian? Bu münasebetsizliğinin bir sebebi var mı?"
Yaşlı kadın, sesini her zamanki tonunda tutmaya çalışsa da oğlunun ilk kez habersizce odasına dalmasının şaşkınlığıyla bunu başaramamıştı. Ve Sebastian tarafından bu farklılığın algılandığını düşünmek bile, ona 'katlanılamaz' geliyordu.
Sebastian, üzerinde kırış kırış gömleği, düşesin bu zamana kadar görmediği bir dağınıklıkla kapıyı kapatıp ona doğru yürümeye başladığında; en fazla bir yırtıcı kadar güvenilir görünüyordu.
Yaşlı kadın ayaklarını yere sarkıtırken, "Sebastian?..." diye seslendi tekrar.
Sebastian, annesinin ayak ucunda kalan koyu bordo döşemeyle kaplı koltuğa otururken sessizdi. Berjer tipli mobilyanın arkasına yavaşça başını yaslayıp gözlerini yumdu. Keyifsiz; ama bir dakika öncesine göre oldukça gevşemiş görünüyordu.
Düşes; onun bu haline bakarak, farkında olmadan yastığa geçirmiş olduğu tırnaklarını gevşetti. Anlaşılan ortada endişelenecek bir şey yoktu. Yine de temkinli olmakta fayda olduğunu düşündü; çünkü bu güne kadar Sebastian bir kez olsun böylesi bir teklifsizle odasına dalmamıştı.
İşte bu yüzden daha kontrollü, daha kendi gibi çıkan sesiyle, "İyi misin Sebastian?" diye sordu sakin bir biçimde.
Sebastian, yavaşça gözlerini açtı. Annesine bakarken; içinde kopan fırtınanın onun tarafından hissedilmemiş olduğunu umuyordu. Odaya nasıl daldığını hatırlayınca bunun çok da mümkün olmadığına karar verdi. Ama yine de bir bacağını diğerinin üstüne atıp ellerini koltuğun yanlarından, kasıtlı olarak, gamsız bir biçimde sallandırdı. Sanki her gün annesinin odasına böyle paldır küldür dalıyormuşçasına rahat görünüyordu. Oysa o da düşes de bunun doğru olmadığını çok iyi biliyordu.
Bakışlarına, isteyerek, vurdumduymaz bir ifade vererek, "Bir haftadır sizinle konuşmaya çalışıyorum düşes." dedi. "Nedense, bir türlü başaramadım."
"Hastaydım, biliyorsun."
Sebastian'ın, "Evet, hastaydınız..." dedi; ama sanki yaşlı kadının hastalığıyla alay eder gibiydi. "Şimdi oldukça iyi göründüğünüze göre, söyleyin bana düşes: Nedir bu İsabella Mercier meselesi?"
"Demek buydu..." diye düşündü düşes. Bu kadar çileden çıkmış görünmesinin nedeni bir kadındı. İçten içe güldü; çünkü bunu halletmek bir çocuktan oyuncağını almak kadar kolay olacaktı. Üstelik konu İsabella Mercier olduğunda, yaşlı kadının eli oldukça güçlüydü.
İçindeki memnuniyeti dışa yansıtmaksızın, "Ne demek istiyorsun Sebastian?" diye sordu.
"Onun geçen hafta buraya geldiğini ve sizinle görüştükten sonra apar topar konaktan ayrıldığını biliyorum."
"Pek öyle apar topar sayılmaz öyle değil mi? Çünkü ben de ayrılmadan önce senin çalışma odanda onunla vakit geçirdiğini biliyorum. Yalnız..."
Sebastian, aklının bir köşesine Dawson'ı öldüreceğini not aldıktan sonra, "Ne olmuş yani?" diye sordu, aldırmaz bir biçimde.
Düşes dikleşti. "Sana genç bir kızın olduğunu hatırlatmak isterim. Fahişelerinle gönül eğlendireceksen, bunu başka bir yerde yap!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDEN UZAKTA
Fiksi SejarahLondra'nın en beğenilen terzisi İsabella Mercier, diğer adıyla, Madam Mercier; Warwall Dükü Sebastian St. James'le karşılaşıncaya kadar hem mükemmel moda anlayışı hem de güzelliği için aldığı övgülere rağmen, işi dışında son derece sakin ve mütevazi...