Sebastian kapanan kapıya bir süre baktı. Aklında iki şey vardı: Birincisi elbette ki İsabella Mercier idi.
İsabella...
Bir tehditti Sebastian için. Ama aklı için degil! Çünkü aklı neredeyse her an, her dakika onunla meşgul olduğu için zaten İsabella'nındı. Kadın, orayı fethedeli çok olmuştu.
Kalbinde... Sorun kalbindeydi. O tehdit altındaydı. Bunu biliyordu Sebastian; çünkü yüreği daha önce böyle bir saldırı görmemiş, sanki sinsice kuşatılıyormuş gibi hissetmemişti. Ve bu Sebastian'ı korkutuyordu. Otuz altı yaşına gelmiş koskoca bir adam, hatta çoğu İngiliz vatandaşının gözünde koskoca bir dük olması bu durumu değiştirmiyordu. Hatta kendini koyuverse, muhtemelen, dehşete de düşebilirdi.
Sebastian'ın İsabella'ya kapılması her açıdan yanlış olurdu. Bir kere kadın hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Lawson, elinde hangi bilgilerle dönecek onu da bilmiyordu ve işin gerçeği Lawson'ın dönüşüne kadar İsabella'dan uzak durabileceğini sanmıyordu. Yine de sabretmeye çalışacağına dair kendine söz vermekten geri durmuyordu; çünkü bu şartlarda bir ilişkiye başlamak Sebastian'ın kontrolcü, daha ziyade de her şeyi hesap eden yapısına ters düşüyordu.
Fakat...
İsabella'yla karşılaştığından beri kendisiyle ters düşmediği ne yapmamıştı ki? Sadece; bazı ahmakların hayatlarındaki anlamsızlığa bir son vermek için kendilerini güdülemelerinin bir sonucu olarak gördüğü, "ilk görüşte aşk"ı yaşamadığı kalmıştı. İsabella'yı henüz bir haftadır tanıdığı göz önüne alındığında, bu bile şüphe götürürdü aslında.
Sebastian'ın bu durumda kendisiyle alay etmemesinin tek nedeni henüz aşık olmamasıydı.
Dilinin ucuna kadar gelen küfrü yuttu. "Tanrım!" diye düşündü.
"aşk" sözcüğünün zihninde telaffuzu bile, Sebastian'ın içinde nefret uyandırmaya yetiyordu. Buna rağmen, kelime haznesinin ancak kuytularında kendisine yer bulabilen bu sözcüğün son zamanlarda ısrarla zihnini meşgul ettiği gerçeğini kabul ediyordu; fakat bu durumu o kadar anlamsız buluyordu ki işin ciddiyetinin farkında olmasa, kendine kahkahalarla gülerdi!
İşin gerçeği, kelimenin kendinden çok çağrıştırdıklarından nefret ediyordu Sebastian. Aşık olduklarını bahane ederek, her şeyi, ama her şeyi mübahlaştıranlar vardı bu hayatta. Tıpkı karısı gibi... "aşk" için, el kadar bebeğini bırakıp adamın birisiyle kaçan karısı...
Kabul ediyordu: Ona bir şey vaat edememişti; bu yüzden belki de hayatlarını kökünden değiştiren Elizabeth'e gebe kaldığı o korkunç geceden sonra, karısının her şeyi geride bırakıp gitmesini anlayabilirdi. Ama sonuçta gebe kalmış ve Elizabeth'i doğurmuştu. Elizabeth'i karnında taşıdığı dokuz ayın hiç mi anlamı yoktu ya da doğumundan sonra yanında geçirdiği bir yılın?
Yoktu demek ki!
Sebastian, aşk için çocuğunu terk eden karısının gerçekte hiç aşık olmadığını, sadece kolay yolu seçtiğini Elizabeth'i kucağına aldığı ilk anda anlamıştı; çünkü hiçbir sevgi, bu minik yaratığın insan kalbinde yarattığı yeri dolduramazdı.
İlk gençliğinde bedeninin isteklerini her türden duygudan daha fazla önemsediği için hiç kafa yormadığı "aşk", karısının ardından tamamıyla anlamsızlaşmıştı onun için. Şimdi İsabella denilen bir kadın ortaya çıkıyor, nasıl yaptığı bilinmez, Sebastian'ın yerli yerine oturttuğu her şeyi yerle bir ediyordu.
Her ne oluyorsa da, Sebastian'ın buna izin vermeye niyeti yoktu. Çünkü girdiği bu yolun sonu felaket olurdu. Kendine izin verse ve her şeyi boşverse, ne olacaktı ki? Aşık olduğu kadını metresi yaparak aşağılayacak mıydı? O yüzden kararlıydı Sebastian; henüz işin başında buna engel olacak, İsabella Mercier'ye aşık olmayacaktı! İşte bunu yapabilirdi. On sekizinde bir delikanlı değildi nihayetinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDEN UZAKTA
Ficção HistóricaLondra'nın en beğenilen terzisi İsabella Mercier, diğer adıyla, Madam Mercier; Warwall Dükü Sebastian St. James'le karşılaşıncaya kadar hem mükemmel moda anlayışı hem de güzelliği için aldığı övgülere rağmen, işi dışında son derece sakin ve mütevazi...