2- Seçme Vakti

61 6 2
                                    

" Hayat basittir; Seçimini yaparsın ve arkana bakmazsın."

(onlar için bu kadar basit değil maalesef)

^^

Bu sabah Arya;

Sessizlik, evdeki sessizlik, dört duvar içindeki sessizlik, ruhundaki sessizlik. Ne çok alanı var sessizliğin. Bu sabah Arya'yı uyandıran şey maddesel olan sensizliktendi. Geniş odasında yankılanan alışık olduğu alarmın çıkarmadığı ses uyandırmıştı onu bu sefer. Alışkanlık haline gelen bu ses için artık kaynağına ihtiyaç duymuyordu. Artık o saatte ses maddesel olarak çıkmasa bile, aynı saatteki alışık olmadığı sessizlik beynine alarm veriyordu.

Bize yön veren alışıldıklardı zaten, bazende alışılmadıklar. Bu iki terimin, hayatımızda kendilerini gösterdiği yerde başlıyordu her şey. Alışılmamış bir şeyi yaşarsın, yaşarsın, yaşarsın ardından alışırsın. Alışırsın ve bu sefer alıştığın şey elinden alınır. Böylece eskiden alışık olduğun şey alışılmamışlığa dönüşür. Dünya bu kadar dengesizdir işte, neyin nasıl olacağını kimse bilemez. Kestirilmez... Kestirilir, kestirildiğinde kimse düşünmez ki, hayat bizim bireysel planlarımızı umursamıyor. Tıpkı şuan Arya'yı umursamadığı gibi.

Cumartesi olmasının verdiği mutlulukla gerildi yatağında. Bu güzel günün dışında, dün akşamın verdiği rahatlıkta eşlik etmişti yüzündeki huzura. Arya'dan habersiz, düşünerek yada düşünmeden yaptıkları ile tutulan defterde 8 saat sonra bu huzurun yerini belirsiz duyguların kaplayacağını ne yazık ki kestiremiyordu o da. Dünyanın bu akıl erdirilmesi zor düzenini herkes gibi o da anlamıyordu. Gerçekten anlamanın bir yolu var mıydı ki zaten?

^^

Bu sabah Emre;

Kafasındaki yoğun ağrı ile yeni ve diğerlerinin aksine dolu bir güne açtı gözlerini Emre. Rahatsız yatağının gıcırtısıyla, yorganı üzerinden atarak oturur pozisyona geçti ve başını avuçlarına alıp bastırdı. Sanki ne kadar sert bastırırsa ağrının o kadar hafifleyeceğini düşünüyordu. Küçük oda da, havasızlıktan kendisini daha kötü hissettiğinde duvara zor sığan cama doğru ilerledi. Perdeleri yana sıyırıp, camı açtığında beklediği aydınlığı bulamadı. Kara bulutların esir aldığı gökyüzü, beraberinde kızgın rüzgarları getirmişti. Sanki bu Emre içindi. Kafasına vurmasının aksine bu rüzgar daha etkili olmuştu başının ağrısına ve açılmasına. Emre ikinci kattan aşağıya baktığında ıssız sokakta, bozuk asfaltta küçük su birikintileri görünüyordu. Güzel bir gün diye düşündü. Güneşin yakıcı havasının, gözlerini kısmaya zorlayan bir gün yerine, sert, serin ve özgür havayı tercih ediyordu. Bu baş ağrısına iyi gelen hava sevilecek cinstendi. Mutfakta bir kaç tıkırtı duyduğu sırada aklına annesi geldi.
Pencere kenarında geçirdiği zamanın ardından, banyodaki günlük işlerini hallettiğinde artık daha iyi hissediyordu. Mutfağa girdi ve sığması zor mutfakta annesinin, yaşlılığında da katkısının olduğu pamuk kadar yumuşak yanaklarına eğilerek öptü bol bol. Doymak bilmemişti. Tuhaftı o kadar öpmesine, kokusunu içinde hapsolacak kadar çekmesine rağmen yetmiyordu. Ondan ayrıldıktan bir saniye sonra tekrar tekrar öpmek ve hiç ayrılmamak istiyordu annesinin yanından. Her an kaybedecek gibi. Yanında olup onun değerini daha çok hissetmek istiyordu. "Oğlum yeter, nerden çıktı sabah sabah bu özlem?" diye seslendi oğluna ve o da yanağına dolu dolu bir öpücük kondurdu. Yaşlanıyordu artık o da. 50 yaşını geçecek olan Emel Hanım, hissediyordu bunu. Fiziksel yorgunluk bir yana, ruhen gidiyordu artık. Bunu biliyor ve kendisi için değil ama Emre için üzülüyordu.

"Ağrı kesici var mı?" diye sordu annesine kafasını tutup yüzü buruştururken. Annesinin kaşları çatıldı, ona dönerek sordu "N'oldu oğlum? Neren ağrıyo?" diye endişeli bir şekilde. Kafasını tuttuğunu fark ettiğinde "içtin mi yoksa?" hayal kırıklığına uğramış şekilde sordu bunu. Ardında devam etti "baban gibi mi olcan oğlum, alma ağzına şu içk-" lafını bitiremeden engel oldu Emre ona. Sinirle yükseldi sesi "Yeter anne! Babamı bu işe niye sokuyosun. Yok içki falan!" kasılmıştı Emre. Sözleri mutfaktaki tüm huzuru yok ederken yaklaşık üç saniye sonra, annesi arkasına dönüp bir şey diyemediğinde, içindeki pişmanlık sinirinden önde geldi. Bir şey söylemedi ve hızla odasına gidip zaten çatlak kapıyı sertçe çarpıp pencereden içeriye akan rüzgara kavuştu. İki odalı evde gidebileceği çok yer yoktu. Bu dört duvar, barındırdığı yatak, gardırop ve artı olarak pencerenin bulunduğu yer, sığınabileceği tek yerdi.

Küçük OyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin