Kabul

865 51 5
                                    

******************************

"Neslin iki psişiğini tesadüfen buldum. Onları buldum" sonra birden inleyen beni duydu ve araba farına yakalanmış tavşan gibi şok içinde bana bakakaldı. Yakalanmıştı. Andreas ve benden bahsettiğinden emindim. Telefonu gündelik kullandığı telefon değildi. Üzerinde kırmızı bir karenin içinde, içinden ok geçen, altın rengi bir halka olan bir sembol vardı ve Xavier paniklemişti. Ne sakladığını öğrenmek için üzerine yürüdüm

******************************

"Merhaba Xavier" dedim "Ne kadar değişik bir telefon. Ay çok tatlı bir amblem varmış üzerinde. Anlamı ne?" beni sürüklemeye başladı. En sonunda gizlice malzeme dolabına girmeyi başardık. Etrafta temizlik malzemeleri yığılıydı ve oda karman çormandı. O yüzden ben duvara dayanmış buldum kendimi, Xavier ise bana yaslanmak zorunda kalmıştı. Yüzlerimiz birbirine çok yakındı. Nefesi mentol kokuyordu. Üzerinden çok hoş ve erkeksi parfümünün kokusu da yayılıyordu ama önemi yoktu, zaten kendimi ölü gibi hissediyordum, korkmuştum bir de meraklanıyordum. O yüzden hemen "Sen kimden bahsediyordun, o amblem ne? Onu daha önce de görmüştüm sende. Evet, bundan eminim. Nerede ve nasıl bilmiyorum ama tanıdık o" diye mırıldandım. Sesimizi kimse duymamalıydı. Yumruğunu yanımdaki duvara geçirdi yavaşça sonra "Konsey kararı çıkmadan ikinize de bir şey anlatmam imkansız. Anlıyorum, korkunu hissediyorum" diye fısıldadı hızla. Kızgın ve kırılmıştı. Hayır, doğru kelimeler bunlar değildi, anahtar kelime endişeydi. Xavier çok endişeliydi. "Nasıl hissedebilirsin ki korkumu?" diye mırıldandım. İyice yaklaştı ve dudakları dudaklarıma sürtünürken son kez fısıldadı "Çünkü ben seni çok seviyorum Eliza" Sonra zil çalana kadar hiç konuşmadık. Hem de hiç. Yine de huzursuzdum. Ara sıra konuşup konsey derken ne kastettiğini, amblemi ve konuştuklarını sormak istesem de soramadım. Sonra zille beraber o tuhaf telefon çaldı ve o cevapladı. Anlaşılmaz Sonra beni elimden tutup malzeme dolabından çıkardı. Telefonumu istedi ve verdim. Hemen Andreas'ı aradığında çok şaşırdım. Ondan pek hoşlanmazdı ve bunu da gizlemezdi. Ona hemen arabasının önüne gelmesini söyledi ve yerini tarif etti. Elime telefonu tutuşturdu ve elimi tutup beni sürüklemeye başladı. Ne olduğunu sorduğumda aksi bir tavırla "sabret" dedi ve arabasının yanında huzursuzca duran Andreas'ı görünce "onu örnek alabilirsin Prenses bazen sorgulamak için beklemek gerekir" dedi. Gülümsedim ama gergindim. Andreas ne olduğunu sorunca "Görüntülerin nereden geldiğini artık biliyorum. Şimdi benimle gelip konseyle görüşebilirsiniz. Ama karar size kalmış. Eğer istemiyorsan Eliza, seni hiçbir şeye zorlayamam" Dedi. Konuşması Andreas'ı sürükleyerek de olsa götüreceğini işaret ediyordu. Eğer ki ben istersem benim için onu sürüklemekten çekinmezdi. Andreas da ben de tereddütlüydük "Önce oturalım da anlat ne bu konsey, nereye gidiyoruz, kime gidiyoruz" dedim. Başımın üstünü öpüp "uzun zamandır konseyde kıdemli olmama rağmen onlar onay vermeden size bir şey anlatamam. Yoksa senden bir şey saklamak istemediğimi bilirsin" dedi. Ciddiydi ve içtendi. Andreas ile aynı anda onayladık ve arabaya bindik. Konseyin nedense gizli olmasına rağmen gösterişli büyük bir binanın altında olduğunu düşünmüştüm ancak yanıldım. Bir saatten uzun süren yolculuğun ardından eski büyük bir evin önünde durunca şaşırdım, Bakımlı ama kullanılmıyor gibiydi. Dökülmüyordu yani ama dikkat çekmiyordu. Arkasında daha küçük bir ahşap ev daha vardı. Öndeki köşk gibi bir şeyken arkadaki kulübe gibi bakımsızdı. Öndeki eve girdik ve bodruma indik. İnsanlar (genelde hepsi ergen olsa da yetişkinler de vardı) Xavier'in önünden geçerken ona yol veriyor, selam vermek için duruyorlardı.Ahşap evin içi son derece bakımlı görünüyordu. Tavan ile zeminin ve yerin birleştiği yerde incecik desenli yaldızlar vardı. Duvarlar beyaza boyanmıştı. Çok büyük bir kalabalık yoktu ama Xavier'in koşulsuz şartsız saygı gördüğü belliydi. İnsanlar merakla Andreas ve beni süzüyorlardı. Hiçbir zaman kendimi güzel bulmamıştım ancak ne zaman birinin gözleri benim üzerimde birkaç saniye fazla dolansa Xavier elimi daha sıkı tutuyordu. Bu kendimi güvende ve güzel hissetmeme neden oluyordu. En sonunda evin geri kalanının giriş kadar güzel ve bakımlı olmadığını fark ettik. Geniş bir odaya girdiğimizde ortada eski ama kesinlikle el oyması olduğu belli olan kahverengi, ahşap bir masanın etrafında üçü yetişkin geri kalanı ergen olmak üzere 10 kişi saydım. Yetişkin dediklerim de 20li yaşlarındaydı ve sanki yetmiş yaşındakiler gibi mağrur bir ifadeyle bakıyorlardı. Sanki o kadar yaşamaları bile mucizeydi ki bu beni korkutmuştu. O günkü tek endişem Jade'in geciken cenazesiyken şimdi önemli bile değildi benim için. İnsanlar bize bakmaya başlayınca kendimi şehir merkezinde çırılçıplak dikiliyor gibi hissettim. Sanki çok biçimsiz ve bu açıdan ender bir heykeldim de bana ne yapmak istediklerini kararlaştıramıyorlardı. "Bunlar mı?" dedi yetişkin olanların içindeki siyahî kadın. Melodik bir sesi vardı. Resmi bir tonla konuşuyordu, sanki... Sanki bizi uzun zamandır bekliyordu. Memnuniyetsizce devam etti "Bu neslin seçilmişleri bunlar demek. Kehanette bulundular mı? İki tane şizofren mi getirdin bize Xavier?" Bizimki tıslarcasına "Bana olan nefretini onlardan çıkarmaya kalkma Lea. Onların rüyalarını paylaştım. Görüntülerden biri henüz gerçekleşmedi ancak ikincisindeki görüntü birebir gerçekleşti?" Lea Latince konuşmaya başladı "Quod est positivum?" Xavier şükürler olsun ki dilimizde cevap verdi "Andreas, pozitif olan. Negatif olan Eliza, yükü ağır" Lea başını eğdi. Neden ölü bir dil kullandığını anlamamıştım ama sonra buna da şükredeceğimi anladım. Kızın gözleri geriye yuvarlandı ve zombi gibi ayaklandı. Sonradan kehanette bulunurken bu hale girdiğini anladım.

"Quae sit rebus fortuna mortem masculorum. de puella quae sit rebus fortuna dolor"

Yani, Erkek olanın kaderi ölüm, kız olanın kaderi keder

Sonra da toza dönüştü ve nereden geldiği belirsiz bir rüzgârla savruldu.

Öylece ortadan kayboldu. Herkes şok içinde bize baktı ve "Kabul edildiler" diye bağırdı biri. Başka bir yetişkindi bu. Külleri kederle izledi "Geçici kahinin kaderi ölümdür. Diğerleri ortaya çıkınca tek bir kehanette bulunup yok olur. Yoksa sokaktaki insanlar kadar normallerdir. Onların özel oldukları kanlarının renginden anlaşılır. Asıl olanlar oraya çıktığında ortaya çıktığında da tek gerçek kehanette bulunur ve ortadan kaybolur. Lea doğuştan Latince biliyordu, o yüzden kehanetleri gerçek dilindeydi. Haklı olmamasını umalım" dedi Üzülmemesine o kadar şaşırmıştım ki kehanet umurumda bile olmadı "Merak etmeyin onu. Kadere boyun eğmek zorundayız. Sizler gibi değiliz. Ben Olivia. Su gücüm var. Yanımdaki de Charlie, onun da büyü gücü var. Aslında hepimiz bir elemente dâhiliz. Sadece elementleri yönetebiliyoruz. Örneğin Xavier, toprak gücü. Xavier, ben, Charlie ve ölmeden önce Lea konsey başkanlarıyız. Şimdi bir koltuk boşaldı ama çaresi bulunur. Charlie dört elemente de hakim denilebilir. Bir iki büyü biliyor" Sıska çocuğun göründüğü kadar masum değildi, o an anlamıştım. En güçlü kendisi olmak istiyordu biliyordum. Andreas lafa daldı "Umurumda değil, bana, bize ne oldu, niye tuhafız onu açıklayın!" diye bağırdı. "Ah pauper* bizler de genetik olarak farklıyız ama siz hem fizyolojik hem ruhani olarak sakatsınız. İki dünya arasında sıkışıp kalmış zavallı spiritus**larsınız"

*Pauper: Zavallıcık (Latince)

**Spiritus: Ruh (Latince)

Kaçış [Bir Delinin Günlüğü-1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin