Yaşlı

440 33 3
                                    

Öncelikle merhaba, son 10 bölüme girmiş bulunuyoruz tam olarak. Sanırım ikinci bir kitap olabilir ancak en iyi ihtimal 2015'in sonunda gelebilir, şimdiye kadar destek veren herkese sonsuz teşekkürler :') Gerçekten final yapmak istemedim, daha çok planlarım vardı ve malesef onları uygulayamayacağım bu kitapta, hikayenin başladığı yerden çok uzağa gidemediğimizin farkındayım, tam bir düğüm noktasında gelecek final ve şu ygs-lys süreci biter bitmek çözeceğim o düğümleri umarım geç olmaz çok :( İlk hikayem buradaki, onu bırakmak zor olacak ancak KAÇIŞ bomba gibi bir finalle gelecek. Geri sayımı başlatıyorum o zaman :) 

Kapı açılır açılmaz bir güç bizi içeri çekti ve hava akımı tarafından duvara bastırıldık. Saniyesinde boynumuza birer hançer dayandı. Göğsümdeki baskıdan dikişlerim canımı yakmaya başlamıştı. Göğsümüzde havanın oluşturduğu basınç konuşmamı dahi engelliyordu. Çaresizce Andreas'a baktığımda o basıncı yarıp hançeri ittirdiğini ve iki ayağı  üzerine sağlam bir iniş yaptığını gördüm. Sanırım bir ateş büyücüsü olarak havayı yarmakta iyi değildim. Andreas'a bakıp "Bunun cinsi ne?" diye sordu benim için Andreas "Ateş" demekle yetindi. Kendinden emin konuşuyordu ancak bu bile benden bir nesne gibi bahsedilmesinden rahatsızlık duymamı engelleyemiyordu. Ben 'bir şey' değil 'bir kişi'ydim. Göğsümdeki baskı artarken birden beni hava yakalayım kapının önüne fırlatırken Andreas'ın yolladığını umuğum bir hava akımı yere çarpmamı hafifledi. Yine de sırt üstü düştüğümde acıyla inledim. Şaşkınlıkla ihtiyara bakıyordum. "Bir yerleri yakmadan götür şunu evlat" dedi adam "Ateş ve hava pek iyi bir birleşim değil. Defolun!" Sesi titrek ama kasırga kadar güçlüydü. Sırtımdaki ağrıdan çok, basınç yapmış havadan kaynaklı olarak dikişlerimin olduğu bölgeler acıyordu. "Senden farklı durumda değiliz ancak biz kaçamıyoruz, defolacak yerimiz yok anladın mı!" diye haykırdım. Bana hava elementiyle yakaladığı bir vazoyu fırlatmaya çalıştı, telekineziyi kusursuzca kullanarak yönünü saptırdım ve hemen yanımdaki çıplak duvarda kırıldı vazo. "Nesin sen!" dedi tedirginlikle bu kez anında "Bu neslin iki kahiniyiz biz. Hava ve ateş kullanıcılarıyız, ek olarak telekinetik yeteneklerimiz var. Gördüğümüz görüntüleri bir bilgisayarla okuyup, oraya yok edeceğimiz sonucuna varmayı başardılar -burada gözlerimi devirdim- ve şimdi tüm çiftlik peşimizde. Ailelerimizi, evlerimizi kaybettik ve geri dönüş biletimiz sizde" Sesim son kısımda titreyince ihtiyar "Sen sadece aileni kaybetmedin sanırım" dedi çarpık bir biçimde gülerek. Ona sert sert bakmakla yetindim. Cevabını almıştı. "Olivia hala başta mı?" dediğinde Andreas "Hı hı" dedi. "Ve o sürtük başımıza kişisel sebeplerinden ötürü çorap örmekte kararlı" dedi. "O kız tehlikeli. Elinde daha fazla güç olsa dünyayı fethedebilir, Hitler'den büyük katliam yaratabilir. Henüz küçücük bir kızken bile o sarışın onu reddettiğinde tüm toprakları havaya kaldırmıştı. Tanrım, yer sanki havalanıp uçmayı öğrenmişti!" dedi. O sarışın belki de Xavier'di bilemiyordum ancak sormadan edemedim "Sarışın, Xavier miydi?" Gözlerime baktı, sessizlik içinde sanki bilgece bir şey söyleyecek gibi derin derin bakarken kızardı, kızardı ve en sonunda gülmeye başladı. "Şimdi anlaşıldı!" dedi kahkahalarının arasından. Andreas'la bakıştık ve bana "Sonumuz böyle olmayacak" bakışı attı. Yüzünde gölgeler vardı genç adamın, Xavier derken sesimdeki titremeyi o da tanımıştı. "Xavier Anthony Anderson" diye mırıldandı adam bu kez gülmeyi kesip. Anthony... bana bu ismini hiç söylememişti, ya da okuldaki diğerlerine, ancak çiftlikte biliniyor olmalıydı... Onu ne kadar tanıyordum? "Yetenekli çocuktur. Çiftlikte henüz bir bebekken bile fanları vardı. Toprak elementinde altı yaşında bile usta sayılırdı. Zaten yüzünden bahsetmiyorum. Olivia ile olması bir Ateş kullanıcısıyla olmasından daha iyi tatlım, onun yanında güvende, Olivia ona bilerek zarar vermez. Ateş kullanıcılarıyla ilgili kötü deneyimleri olmasına rağmen seni nasıl yanında tuttu anlamıyorum" dedi ve tam o deneyimleri soracakken "Gel bakalım" dedi. "O kısa sürede tanıdığım ve taraflarından idama çarptırıldığım ikisini anlatayım sana hava kullanıcısı-" "Ben Andreas o da Eliza" diye lafını kesti bizimki. Adam istifini bozmadan "Eliza kesinlikle burada kalıyor, onu içeriye davet etmeyeceğim. Ateş kullanıcıları benim ailemi yakanlardı, onun türünün burada işi yok" dedi. Onun adına üzülmüştüm ama duymam gerekenler vardı. Aldırmayıp yanında yürümeye başladığımda "Şu geliyorsa sen de o da gidiyorsunuz Andreas" dedi. Duraklayıp ofladım ve salonun kapısını yüzüme kapamalarına aldırmamaya çalıştım. Dakikalar sonra Xavier belki de Olivia ile birlikte gelecek ve bu ihtiyar ölecekti. Onun için üzülmüyor değildim. 

Evi incelemeye karar verdim. Kapının arkasında belki de yüzlerce kilit vardı. Evin tam karşımda duran salonunun kapısının yanında bir diğer kapı vardı. İçeride, hafif aralık kapıdan baktığımda dağınık bir yatak görüyordum. Hava elementi ustalarının güçlerine göre değişen kontrol edebildikleri alanlardaki hava akımlarını hissederek orada dolanan insanları hissedebildiğini biliyordum. Bu yüzden oraya giderek ihtiyar adamı kızdırmaktan korksam da zaten ruhen ölmüş, fiziksel olarak yaralı sayılabilecek biri olarak kaybedecek bir şeyim yoktu. Ne olursa olsun benim bir hamlem yüzünden o ihtiyarın Andreas'a zarar vemeyeceğinden emindim. Bizden bir farkı yoktu. Odaya doğru ağır adımlarla yürümeye başladım. Kimsenin dışarıda bırakılan ateş kullanıcısını taktığı yoktu, bu yüzden bu kez daha rahat ve çabuk adımlarla odaya yaklaştım. İçeri girdiğimde karmakarışık bir oda beklerken sadece yatağın dağınık olduğunu gördüm. Kocaman bir kitaplık köşede duruyordu. İçinde eski sayılabilecek ciltli kitaplar renk ve boylarına göre özenle düzenlenmişti ve üzerinde tek bir toz zerresi yoktu kitaplığın. Yanında koyu renk tek bir koltuk vardı ve üzerinde, bordonun hakim olduğu bir battaniye, katlanmış vaziyette duruyordu. Perdeler sonuna kadar çekilmiş, aradan sızan hafif ışık, sokağın tüm o gösterişinin sadece küçük bir kısmını odanın içine taşıyordu. Çalışma masası ise kağıtlarla doluydu ve yüzüstü edilmiş bir çerçeve sanki beni çağırıyordu. Onu kaldırmak için hafif ama hızlı adımlarla oraya yöneldim ve merakla resmi açtım. Yaşlı adam, kolunu Olivia'nın omzuna atmış sırıtıyordu. Yine de aralarındaki ilişkiden çok, yaşlı adamın söylediği bir cümlede takılıydı aklım "Onun yanında güvende, ateş kullanıcılarıyla kötü deneyimleri olmasına rağmen seni nasıl yanında tuttu?" zihnim sanki parçalara ayrılıyor, her zaman odak noktasından sapıp gözlerini Xavier'e dikiyordu. 'Xavier Anthony Anderson' diye fısıldadım. "Sevgilim, kimsin sen?" Sonra birden dank etti, ona artık sevgilim diyemezdim, onun kim olduğu beni ilgilendirmezdi ve ona olan sevgim, ilk kez bu kadar iğreti durmuştu isminde. Odadan çıktığımda, muhtemelen en ummmadığım manzara ile karşılaştım. Andreas ve onun yaşlı ve huysuz geleceği, hala salonda mırıl mırıl konuşuyorlardı ancak kapıda, Xavier duruyordu. Başımı dikleştirdim, hislerimin aksine tiksintiyle baktım ona. Olivia ortalarda görünmüyordu. Aceleyle etrafına bakındı ve "Kaçın, hemen! Nerede o Andreas!" diye mırıldandı hızla. "Sana güvenecek değilim" diye mırıldandım bende. Sonra da ekledim "Xavier Anthony Anderson, sana ne inanacak, ne de güvenecek gücüm kalmadı benim. Andreas'ın kaçmasını isterim elbette ama ben kendi ölümüme gün sayıyorum!" Yüzüme şaşkınlıkla baksa da "Aptal kız, size zaman kazandırmaya çalışıyorum. O evsiz adamın yanında olmanızı da gördüm ama yönlerini şaşırttım, anlamıyor musun Eliza, nefesim, yalvarırım kaçın!" Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. Bana sarıldı, istemsizce hıçkırdım. Saçlarımı öptü ve "Şu an hissettiklerimle milyonlarca mutsuz insanı delirtebilirim" diye mırıldandı. Sesi o tanıdık, genizden gelen boğuk ve erkeksi sesti. Kokusu değişmemiş, muhtemelen yakın zamanda aldığı duşla iyice yoğunlaşmıştı. Saçları benimkinin aksine temiz ve yumuşacıktı. Dudaklarıma hafif bir öpücük kondurup "Birazdan burada olurlar, size zaman kazandıracağım şimdi gidin!" dedi ve bana son kez sıkı sıkı sarılıp "Seni seviyorum" diye mırıldandı. Zorla gülümsese de gözlerinden küçük gamzelerine akan yaşları tutamadı. Ben de ağlıyordum ama o, arkasını dönüp çıktı. Dudakları, sanki yasak bir meyve yemişim gibi zehirli ve hoş bir tad bırakmış, damarlarıma yayılmış, beynimin ve kaslarımın yıkımı olmuştu. Yine de sesi, kokusu bende dünyanın en güzel hissini uyandırırken yine çekildiğinde bedenimden elleri, beni öldürmüştü işte yine. İstese de istemese de terk ediyordu ve benim, onsuz ayakta duracak halim yoktu. Salona daldım, ağlamaktan konuşamayacak haldeydim.Andreas, yaşlı adamın uzattığı bir kağıt parçasına uzanıyordu. Ben gelir gelmez onu cebine attı ve "Xavier.Gitmemizi. Söyledi." dedim kesik kesik ve hemen ayaklandı. Yaşlı adama teşekkür ederken "Olivia ile bağın ne! Resminizi gördüm!" dediğimde kısık sesle "Az sonra elinden ölümü tadacağım o kız, benim yeğenim" diye mırıldadı ve yanındaki çekmeceden bir hançer alarak "Gidin" dedi. Biz de çıktık. Ormana gitmemiz gerektiğini biliyordum. Oraya varmamız, son kez çarpışmamız demek olacaktı.

Kaçış [Bir Delinin Günlüğü-1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin