NEFES

453 32 0
                                    

Bir el hançerin üzerine kapandığımda hançerin küçük de olsa bir kısmı karnıma, tam midemin olduğu yere saplanmıştı ve ince ince kan sızdığını hisedebiliyordum. Hançeri çekemeden kolumdaki son güç de çekildi ve kanlar içinde, hiçbir şey hissedemez halde öylece kalakaldım. Ciğerlerim kanın o paslı ve tuzlu kokusuyla dolmuş, altüst olmuştum. Elde ise tanıdık olmayan sıcaklığı sezmiş ama ölmeme bile izin vermeyecek kadar gaddar olanı bulamamıştım. Hançer hala daha karnımda saplıydı ve eminim ki tamamen saplanamadığından ötürü hafifçe yana eğik durması şu an oradaki dokuyu zedeliyordu. Gürültüler duyuyordum ama zihnim algılayamayacak kadar bulanıktı. Bedenimden acı gitmişti, sadece doğmaya başlayan güneşin utandırdığı gecenin cılız aydınlığı vardı gökte. Bir de ben... Kafamın içinde dinmek bilmeyen Xavier'in huşu içinde yanımda uzanan uykudaki bedenine ait bir anı...

Tanrım, ben ne yapmıştım? Ben her kötü durumdayken onun yanındaydım ve şimdi pes etmiştim. Bensiz kurtulacaklardı, evet ama şu an, seçebileceğim en kötü zamandı intihar için. Xavier'in bana ihtiyacı vardı ve ben muhtemelen kalıcı olacak kadar felç eden zehire maruz kalmıştım. Ölmesem bile, yük olacaktım. Son kez zorla gözlerimi kapadım. Üzerimde tarifsiz bir ağırlık vardı. Dakikalar, yıllar, aylar geçti belkide. Sonra biri üzerime düşercesine geldi ve sımsıkı sarıldı "Uyan!" diye bağırdı. Xavier. "Bize yetişiyorlar nefesim. Merak etme, bak ben burdayım. Sen benim nefesimsin, sen nefes aldıkça da varım ben. Çekip gidemezsin anlıyor musun? Yapamazsın bunu!" Gözlerimi araladım, ona zaten nasıl karşı koyardım? Hiç bu kadar içten seslenmemişti bana, Gözlerimi açar açmaz bir damla kurtuldu gözümden, ardından bir tane daha. Zorla dudaklarımdan bir cümle döküldü "Buradayım Düş" dedim. Düş gibi geliyordu o an bana, sanırım ondandı. Histerik bir gülücük yolladı bana. İnleyerek ayapa kalktı. Elini uzattı kalkmam için, tutamadım. O an çenesi hafifçe aşağı sarktı ve "Felç..." diye mırıldandı. Kıpırdayamadığım gibi göz yaşlarımı da tutamıyordu. Beni zorla omzuna almak için eğildi, bacağı onu gösterdiğinden daha çok zorluyordu ama beni kaldıramayacağı her halinden belliydi. "Gidin" demek istiyordum ama hafifçe seğiren bacağım dışında hareket edemiyordum ve konuşma yetim de kalmamıştı. Andreas "Bırak, ben hallederim" dedi alnında biriken boncuk boncuk tere aldırmadan. Ardından elindeki matarayı çantasına bağladı ve Xavier ile birlikte beni yavaşça ayağa kaldırdılar ve göründüğünden güçlü olan Andreas her zamankinden ağır olan beni sağlam kolunun olduğu omzuna attı. Xavier ise Andreas ve benim sırt çantalarımızı yüklendi ve biraz yol kat ettikten sonra beni yere bıraktığında Andreas arkasına bakmadan ormana daldı. Bunun artık ihtiyaçlarını gidermek için olmadığını anlıyordum. Ağlıyordu belki ormanda, belki lanet ediyordu her şeye. Hepsi yıkılmıştı ve özellikle şu an, onları teselli etmekten bile acizdim. Xavier başımı kucağına koydu, yarasına değmemem için özen bile göstermiyordu. Ne yaptığını sanıyordun!" diye bağırdı bana ortamın el verdiği kadar. Yüzümü sert hareketlerle okşuyordu, biliyordum ama hissi o kadar uçuktu ki... İlerleyememiştik ve bu benim suçumdu. Andreas benim yüzümden ölecekti. Başımı sımsıkı kollarıyla sardı ve kaslı karnına bastırdı. Kokusu burnuma doluyordu ama ben ona sarılamıyordum. Felç olmak, ölümden korkunçtu. Bir daha öpücüğüne karşılık veremeyecektim belki, belki de benim yüzümden öleceklerdi. Eğer izimizi buldularsa Olivia ensemizde olmalıydı. İblisler ise bizi şimdiden buldularsa bin kere, bir bin kere daha bulurlardı. Yeniden ağlamaya başladım, sadece ağlayabiliyor olmam da büyük bir ironiydi. Gülmeye hiç hakkımın olmadığını anımsatıyordu. Xavier çenemi sıktı, öyle ki ifadesindeki öfkeden, hissedemesem de moraracağını anlamıştım "Ağlamasana!" dedi. "Hani çok güçlüydün sen! Beni bırakamazsın, ölürüm ben, anlıyor musun? Ölürüm" Omzuma kayan elleri kan içinde kalınca tekrar bana sarıldı. "Elma şekerini seversin seni kalk hemen almaya gideriz. Bu sefer söz ağzına yüzüne bulaştırınca sana gülmeyeceğim" derken gözünden kurtulan yaş benim yanağıma düştü ve Xavier ilk kez şiddetle ağlamaya başladı. "Uyan  Nefesim, hareket et yalvarırım." Hala benim için o gözyaşlarını durdurmaya, sesinin çatlamasına engel olmaya çalışıyordu. İçim burkuldu. Sonra sakinleşti. Sonraki dakikaları yaralarımı temizleyip sarmaya adadı. Yaralar hissizleşmemişti ve öyle acı çekiyordum ki hissedebildiğim için minnet duysam da mimiklerimin olmaması beni rahatlatacak kadar düşmüş durumdaydım. Xavier acımı görse kahrolurdu. Ne zaman geldiğinden emin olmadığım Andreas da var gücüyle Xavier'e yardım etmeye çalışıyordu. 

Doğum sancısı bile tedavi olurken çektiğim acının önünde şapka çıkarırdı. Nefes almak istemiyordum, karnımda, iblislerin değil benim açtığım yaranın uyuşuk olmasına minnettardım çünkü yaranın dikilmesi gerektiğini biliyordum. Yanıyordu her bir zerrem, acıyla kavruluyordum. Kemiklerim tozlardan ibaret olmalıydı. Her o ısırıkları ellediğinde ikisinin becerikli elleri vücuduma artçı dalgalar yolluyordu ve bir süre sonra bilincimi yitirdim. Yeniden uyandığımda halaa geceydi, aynı gecede miydim, yeni bir geceye mi uyanmıştım bilemiyordum. Acımla başım dönüyordu, şiddetle titriyordum ve alnımdaki ağırlığa rağmen sırılsıklamdım terden. Başım birinin omzundaydı. Uyuşan bacağımı zorlukla kaldırdım ve yüzümü buruşturdum 

Bacağımı oynatıp mimiklerimi mi kullandım? Diğer organlarım hala çalışmasa da zehri doğrudan almamış bölgelerim yavaş yavaş uyanıyordu. Xavier'e seslenmeye çalıştım ama önce karabasanda olduğu gibi ses kurtulmadı dudaklarımdan. Panikle tekrar çırpındım, seslenmeye çalıştım yanımdaki ılık bedene. En sonunda fısıldayabildim "Çok üzgünüm Xavier" saniyesinde gözlerini açtı, beni kucağına çekti ve "Hareket edebiliyor musun?" yavaşça bacağımı doğrulttum gülümseyerek elimi tuttu sıkı sıkı. "İşte böyle kendini öldürmeye çalışararak beni çileden çıkaran aptal şey" dedi. Nefesim'e ne olmuştu acaba? Başıma gelen Andreas'ı görünce endişem katlandı ve her şeyi bıraktım. Kaç saat gerideydik? Kaç saat kaybetmiştik? Bakışlarını yere indirdi, insanın içini titreten havaya rağmen alnındaki terleri silip "Çok geç" demeyi başardı. Umursamıyor gibi görünse de biliyordum, yaşayacak çok şeyi varken ölmek ona yakışmıyordu, iğreti duruyordu işte. Ağlayacağımı hissetsem de tuhaf bir biçimde güç bularak elimi bir şekilde uzattım, Xavier'in sopasını aldım, sağlam ayağımın üzerinde güçlükle, uyduruk değnekten destek alarak ayağa kalktım. Xavier'in hemen eline yeni bir sopa aldığını gördüm, beni geri yatmam için ikna etmek istiyorlardı, hele Andreas'ın bembeyaz olmuş, şeffaflaşmış o tenine rağmen bunu diretmesi içimi parçalıyordu. "Ne kadar yolumuz var?" diye fısıldadım. "Eliza, yatmalısın, ben iyi-" diyen Andreas'ı kesip çenemden çekilen felce güvenerek olabildiğince güçlü bir biçimde "İyi değilsin tamam mı? Bu gidişle iyi olamayacaksın! Ne kadar yolumuz var, yürüyebilirim, olmadı sürünürüm" dedim. Sol bacağım işlevsizdi, sağ kolum da, ama bir yolunu bulurdum. "Benim için kimse zorlanmayacak, burada kalıyoruz" diye resmen kükrediğinde tenis maçı izler gibi zorlukla müdahale etmeden duran ve bizi izleyen Xavier gerildi, bana ne koşulda olursa olsun böyle tavır alanlara karşı hemen kavga eğilimi sergiliyordu. Eğer boşta işlevini yerine getirebilen bir kolum olsa onu tutardım ama şu an inatçı tarafım beynimi istila etmişti. "O kadar bencil olmak yük olmuyor mu Andreas?" diye yalan attım, konuşurken ağlayasım geliyordu, o denli zorlanıyordum ama ağlama lüksüm ve ona yetecek enerjim ne yazık ki yoktu. "Benim de Xavier'in de senin gibi tıbbi malzemelere ihtiyacımız var. Seni de peşimizde sürüklüyoruz, madem bencilsin, kendin için gel. Yok bencil değilim ve sizi, bu düştüğümüz boktan duruma rağmen önemsiyorum diyorsan da gel. Hayır sizi önemsemiyorum ve bu yüzden ölmek istiyorum diyorsan da kal, ama çabalamadığın için senden ne kadar ömrüm kaldıysa o kadar nefret edeceğim" sonra birden sendelemeseydim daha etkileyici olabilirdim ama "Tamam baş belası" dedi ve yanımda yürümeye başladı.  İkisi de koluma girdiler, gücümü onlara çok vermiyordum ama tamamen çalışmayan bacağımı arkada sürüklemeye çalışırken yoruluyor, yoruyordum. En sonunda asfalta basınca kendimi "MEDENİYET!" diye bağırmamak için zor tuttum. Hafifçe gülümseyerek Andreas'a baktım. Andreas "Artık kurtulacaksınız" diye mırıldandı, yüzü yavaşça hastalıklı bir yeşile dönüyordu. Birden bir adım attı, ardından sendeleyerek ikincisini, Dizlerinin üzerine çöktü ve saate bakılınca tenha olması çok doğal olan kaldırıma yüz üstü düştü. Birden bir şekilde Xavier'den kurtuldum, hala işe yaramayan bacağım ve yüzümde donan gülücüğün bozulup ağzımın açılıp tüm o nefreti kusmama sebep olan çığlığı attım. Boğazımı yakıyor, damarlarımda katran geziniyormuş gibi yakıyordu içten içe beni. Serbest bıraktım o tarifsiz acıyı...

"ANDREAS!" 

Aklımdan geçen ilk düşünce yaşadığı gibi sessizce öldüğüydü...

Kaçış [Bir Delinin Günlüğü-1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin