Sabahın en güçlü ışınları yeryüzünü ısıtmaya niyetlenmişken gözlerim kan çanağına dönmüş bir biçimde uyandım. Gece gelmek bilmeyen uyku sonunda beni esir etmişti ama gelişi neredeyse sabahın üçünü bulmuştu. Sabah ezanına yakın bir saatte yani... Yanı başımdaki komodinin üzerindeki saate baktım homurdanarak. Saat hala yedi olmamıştı. Dijital saatin üzerindeki ışıklar 6.53'ü gösteriyordu.
Ne halt etmeye uyanmıştım ki? Daha çok erkendi.
Yeni bir gün... Benim için doğan yepyeni bir güneş...
İçim, ruhum, kalbim kıpır kıpırdı. Nasıl olmasındı ki?
Kahretsin, Emrah'ın o altın değerindeki sözleri ilahi bir mesajmış gibi kulaklarımda çınlamaya devam ediyordu.
Peki öyleyse, o zaman senden çok etkilendiğini söylememe gerek yok!
O zaman senden çok etkilendiğini söylememe gerek yok!
Etkilendiğini söylememe gerek yok!
Allah'ım ne yüce bir cümleydi bu. Eylemin kendisinden bile daha büyük etki bırakıyordu. Benden etkilenmek, hoşlanmaya gebe olabilir miydi? Benden hoşlanmak da... Allah'ım, aklımı oynatmak üzereyim. Benim de ondan hoşlanmış olduğum gerçeğinin üzerine bu sözler, pastanın üzerine konan meyve parçacıkları gibi duruyordu. Duydunuz mu hey dostlar? O da benden etkilenmiş.
Gözlerimi kapatıp biraz daha uyumayı denedim ama nedense bunu başaramadım. Bu saatte ayakta olduğumu gören birileri bendeki tuhaflığı kolayca fark edebilirdi. Dün akşam yüzümdeki ifadeyi Emrah'ın maymunluklarına yüklemiştim. O hamle dün akşam işe yaramış olabilirdi ama bu saatte ayakta olmayı telafi ettirecek bahane daha icat edilmemişti. Bu korsan öykülerinde hiçbir zaman bulunamayan hazine gibi sıra dışıydı.
Yatağımda uzanıp pineklemeye karar verdim sonunda.
Gözkapaklarımı açık tutmamaya gayret ederek yüzümü beyaz renkteki günışığıyla aydınlanmış tavana döndüm. Ellerimi göğsümde birleştirerek Ayşe'yi düşündüm.
Bir elli beş boylarında bir şeydi. Benim için kısa, başkaları için belki kısa belki de uzun... İncecik bacakları ve neredeyse sıfır beden denen bir vücuda sahipti. Gece karanlığında bile fark edilebilecek bir beyaz teni vardı. Mermer beyazı... Kahverengi gözleri daha önce söylediğim gibi iki tane yıldız gibiydi. Kuyruklu yıldız belki de... Ensesinde topladığı saçları uzundu. Bağlı olmadığı zamanlar o güzel kalçasına ulaşıyordu dersem yalan söylememiş olurum. Saçları uzundu demiyorum dostlar. Kastettiğim şey uzundan da öteydi. Rujundan mı kaynaklanıyordu yoksa dudakları gerçekten öyle al mıydı bilemiyorum ama dünya gözüyle bakılınca kirazı andırıyordu. Onunla görüşmeye başlarsam ve o dudaklara dokunma şansı bulursam dudağındaki rujun çilekli mi yoksa başka bir aromadan mı yapıldığını size söylerim. Cinsellik kokuyor bu konuşma. Durun bir saniye, hemen başa sarıyorum. Bunları hiç söylemediğim farz edin. Nerede kalmıştım? Hatırladım, Ayşe'yi tarif ediyordum. Buna tarif demek yerine bende uyandırdığı muhteşem etki desem daha doğru... Yanakları bir mankeni kıskandıracak kadar güzeldi. Yüzünün tam ortasında bir mücevheri andıran ihtişamlı burnu, hafif kalkıktı ve minnacıktı. Afrodit'in yeryüzü şubesi... Shakespeare'in sonesinde bahsettiği kadından daha görsel, daha ilahi, daha yüce...
Gözlerimi açarak tavanda oluşan Ayşe portresine gülümsedim. Sonra gözlerimi devirerek yan tarafımdaki açık mavi duvara baktım. İki kitaplığın arasındaki günışığının vurduğu yere... Orada da Ayşe'yi gördüğümü fark ettim. Sonra avuç içlerimle gözlerimi kapadım. Gözkapaklarımın ardına yerleşmiş gibi duran Ayşe inci gibi dişleriyle gülümseyerek bana bakıyordu. Mutlu bir şekilde gözlerimi açarak her yerde onu gördüğümün ayırdına vardım. Bu çok güzel bir şeydi. Onu her yerde görebileceğini bilmek yani... Biliyordum işte dostlar. Nereden bildiğimi sormayın bana lütfen! Buz mavisi pervazlara sahip açık penceremden kuşların özgürce kanat çırptığı gökyüzüne bakarsam onu göreceğimden adım gibi emindim.
Allah'ım neler oluyor bana?
Bu mümkün müydü?
Tavanımda, duvarlarımda, gözkapaklarımda, avuçlarımın içinde, kapalı olan monitörümde, Urfa'nın tozlu havasıyla kirlenmeye başlayan ve her gün olmasa da iki günde bir temizlenmesi gereken televizyon ekranımda onu görmem mümkün müydü?
Mümkündü tabii ki!
Bunları Emrah Öküzü'ne söylesem büyük bir ihtimalle benimle alay edip Ayşe'ye aşık olduğumu söyleyecekti. Belki bu durumla ilgili milyon tane de espri çıkaracaktı.
Karar verdim dostlar. Şimdilik hiç kimsenin bilmemesi benim hayrımaydı. Siz bilin, yeter bana!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK ve ÖLÜM
RomanceAh zavallı yüreğim Sen bir nehir gibi ağlamaya niyetlenmişken O sırça kulelerde altın işlemeli kuş tüyü yataklarda sabahladı. Sen uğruna ölümlerden ölüm beğenmişken O cennet bahçelerinde sensiz dünyaların seyrine daldı. Artık onun yeri ucuz kitapla...