Emrah'la birlikte her zaman uğradığımız çay bahçesine -ki kıraathane demek daha doğru olurdu- gittik. Yıllardır neredeyse tüm Urfa halkına kucak açmış güzide bir yerdi burası. Sıcacık ortamı, oradan buradan hiç beklemediğin bir anda yükselen kahkahaları ve okey taşlarının istekaya çarparken ki kulağa çalınan o melodik sesleri... Yine her zamanki gibi tıklım tıklımdı.
Ahmet ve Ali bizi çay bahçesinin sol tarafındaki asfalt yola bakan kısımda, dört kişilik bir masada bekliyordu. Emrah bana onları işaret ederek:
"İşte bizim ayrılmaz ikili!" dedi.
Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu iki mahalle delikanlısı her işe birlikte kalkışır ve her işten birlikte ayrılırdı. Kimi zaman kovulmalar ve kimi zamanda restleşmelerin faturası olarak kesilen istifalar dahil... Bu iki eylemin sonucunda ortaya çıkan kavgalar ve laf yemeler de cabası...
Ali biz masaya yanaşırken:
"Nerede kaldınız?" diye sordu. "Ağaç olduk burada."
Ahmet eliyle oturmamızı işaret ederken gülümsedi.
"Durun tahmin edeyim. Ömer yine her zamanki gibi geç kaldı!"
Bozuntuya vermeden:
"Çok biliyorsun, geri zekalı!" dedim. "Ukala, zibidi ve hatırlayamadığım bir sürü küfür..."
Bu sözlerim karşısında Ahmet sinirlenmek yerine kahkahayı patlattı.
Tam oturmuşken yan taraftaki masada birisi elindeki okey taşına ıslak bir öpücük kondurarak, bittiğini dosta düşmana ilan etti. Beyefendi bunu yaparken de Mars'a insansız araç indirmeyi başaran NASA görevlisi gibi devasa bir ses kirliliği yarattı.
Emrah elini kaldırarak orada çalışan elemanlardan birine seslendi. Üzerindeki iş üniformasıyla biri çıkagelip arzumuzu kaba bir dille sordu.
Ali kısa ve öz konuşarak okey takımını istedi. Bir de sevgili masamızın dört çay bardağıyla evlenmesini özellikle belirtti. Dudak yakan bardakların içerisinde dört koyu, zift görünümünde çay...
Taşlar kısa bir sürede önümüze dizildi. Dört kömür karası çay da midemizi mahvetmek için oturduğumuz masayı süsledi.
Okey taşları istekaya sert bir şekilde çarparken Ali;
"Ona da anlattın mı?" diye sordu, yüzde oluşan yepyeni bir sırıtışla.
Anlamsız gözlerle Ali'ye bakarken sorunun muhatabı olan Emrah:
"Hayır!" dedi. "Olayı sizin anlatmanız çok daha isabetli olur." Keyiften dört köşe olmuş bir halde bir kahkaha attı. Kahkahanın yanakta yarattığı çizgiler her iki kulağına birden uzanıverdi. Gözlerini kısarak ciddi bir tonla konuşmaya çalıştı ama beceremedi. "Hem ben anlatırsam, anlatırken altıma kaçırma tehlikesi geçirebilirim!"
"Neyi?" diye sordum meraklı gözlerle. "Bilmem gereken şey son derece vahim yani."
"Evet." diyerek gülümsedi Ali.
"Hayır!"
Ali'nin omzunda bir yumruk paralandı. Ahmet'in yumruğu...
Ali omzunu ovuşturarak:
"Dur da anlatayım!" dedi.
Okey tahtasının üzerindeki renksiz taşlarıma bakarken:
"Ahmet kızıyorsa kesin komik bir şeydir. Anlat, dinliyorum." dedim. Allah'ım, neden bütün siyah taşlar bende? Birkaç tane kırmızı seri hiç fena olmazdı. Önümde duran bardağı yaz sıcağı yüzünden kurumuş olan dudaklarıma götürdüm. Haşin görünümlü çay sıcacıktı, kuru boğazımı istemsizce yaktı. Çatlamış dudağım, yanmış boğazım, bıçak saplanan yüreğim, sonradan perişan olacak olan zavallı midem...
"Geçen cuma akşamı evde Lost izlerken Ahmet çıkageldi." diyerek söze başladı Ali. "Lost'un ikinci sezonunun, galiba yirmi ikinci bölümüydü. Şu Michael'ın diğerleri tarafından alıkonulduğu on üç günü anlatan bölüm... Bölüm ismi 'Three Minutes' olan..."
Emrah daha ortada fol ya da yumurta yok iken deli gibi gülmeye başladı.
"Ulan bunun anlatım tarzına bayılıyorum!" dedi gözyaşları içerisinde. "Şu ayrıntılara bak! Şu ciddiyete bak! Sanırsın edebiyat söyleşisinde..."
"Sen anlatmak ister misin?" diyerek ters bir bakış fırlattı Ali, Emrah'a.
Emrah gözlerinden akan yaşları silerken cevap verdi:
"Yok, anam ben almayayım! Anlat sen, böylesi çok daha heyecanlı oluyor."
Ali bozuntuya vermeden önündeki istekada duran en uyumsuz taşı sağına gönderdi. Sağında oturan Emrah bu okey taşını beğenmeyerek ortadaki taşlardan oluşan kulenin en tepesindeki renkli taşı aldı. Kırmızı yedi... İnsanlık için saçma Emrah için önemli bir taş... Suratta oluşan neşeli bir sırıtış, parmaklarda var olan ilahi bir kımıldama, bedende olağanüstü rahatlama belirtileri...
Yanıbaşımızdaki otobüs durağındaki birkaç yolcu Esentepe araçlarına binerek mekanı terk etti.
"Bütün amacım Lost'un ikinci sezonunu o akşam bitirmekti ama kısmet olmadı. Ahmet gelip beni zorla evden çıkardı. Bir büfeden aldığımız biraları midelerimize indirmeye niyetlenmişken, gece devriyesinin azizliğine uğradık!"
"Yapma be abi!" dedim. "Ciddi misin? Nasıl oldu?"
"Adamlar geldi. Üniformalarıyla caka satıp, el fenerinin ışığını gözlerimizin içine sokup: 'Afiyet olsun gençler!' dedi. Kimliklerimizi istedi. Kimliğimi yanıma almadığımı biliyordum ama bu geri zekalının da aynı şeyi yaptığından habersizdim. Cuma gecem nezarette geçti."
"Saçmala!" diyerek gülümsedim. "Kimse kimliğini yanında taşımıyor diye karakola götürülmez!"
"Ben de öyle sanıyordum!" diyerek güldü Ali. "Bu Ahmet salağı ikinci biradan sonra sarhoş olmasaydı ve polisi dövmeye kalkmasaydı hiçbir sıkıntı olmayacaktı ama..."
Ahmet daha fazla dayanamayarak:
"Sus artık be! Rezil ettin bizi!" dedi.
"Ben mi rezil ettim?" diyerek göz kırptı Ali. "Ne geldiyse başımıza senin yüzünden geldi."
Ahmet sinirli bir şekilde burnundan soluyarak muhabbetin içerisine limon sıktı:
"Oldu olacak bir de babalarımızın karakolda bizi haşat etmesini de anlat!"
"Babalarınızdan dayak da mı yediniz?"
Emrah dayanamayarak etrafımızdaki kişileri rahatsız eden kahkahalarını atarken, ben can kulağıyla Ali'yi dinlemeye devam ettim. Keyfim yerindeydi ama şimdilik... Başımın üzerinde toplanmaya başlayan aşk bulutlarını göremeyecek kadar neşe doluydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK ve ÖLÜM
RomanceAh zavallı yüreğim Sen bir nehir gibi ağlamaya niyetlenmişken O sırça kulelerde altın işlemeli kuş tüyü yataklarda sabahladı. Sen uğruna ölümlerden ölüm beğenmişken O cennet bahçelerinde sensiz dünyaların seyrine daldı. Artık onun yeri ucuz kitapla...