Öyle miydim gerçekten? Yani bir baş belası olarak bir yerlerde yüksek lisans yapmış olabilir miydim? Gerçi bu sorunun cevabını almak istediğimi söyleyemem. Nihayetinde kimse yoğurdum ekşi demez.
Akşam yemeğimi henüz yemiştim ki telefonum çalıverdi. Numarayı görür görmez masadan kalkıp odama doğru koştum. Bu hareketim daha sonra aile bireyleri ile uzun uzadıya yapılacak sohbetin müjdecisi olsa da, başıma gelecekleri umursamadım. Kapıyı kilitleyip, boğazımdaki gıcığı öksürükle giderip telefonu açtım.
Ayşe bana 'Alo' demek yerine çok farklı bir yöntemle 'merhaba' dedi. Telefonun diğer ucunda Kargo'nun en sevdiğim şarkılarından birini söyleyerek... 'Yıldızlar Ellerinde' şarkısını söylüyordu yaşam kaynağım.
"Yalnız bir sır gibi, yol aldım günlerce, hayaller ve martılar, yardım etti gizlice..."
Kulağıma doluşan o tatlı sözleri kalp ritmim delirmişçesine dinledim. Allah'ım Ayşe şarkıyı o kadar güzel söylüyordu ki... Mutluluktan olduğum yere yığılıp kalabilirdim.
"Aşkı hiç bilmeyen, soğuk ıssız bir yere, küçük bir kuş gibi, uçtum geceler boyunca, ya da sıcaklığı iyi bilen, yemyeşil diyarlara..."
Şarkının tamamını bir çırpıda söyleyen gönlümün prensesine:
"Bu ne güzel sürpriz!" dedim.
"Sürpriz mi?" diye gürledi. "Sürpriz falan değil bu, delirttin beni, çabucak şiirimi oku bana!"
Bu otoriter, çıldırmış ve sabırsız ses tonuna hayran kalarak:
"Şiirin mi?" diye sordum.
"Evet! Şiirim! Söylediğinden beri aklımdan çıkmıyor! Meraktan çatlamak üzereyim!"
Dayanamayarak güldüm.
"Gülme lütfen Ömer! Bana şiirimi oku!"
"Tamam, tamam, hemen celallenme!" dedim serinkanlı. "İstediğin şiir olsun!" olabildiği kadarıyla, sakin bir biçimde masamın üzerinde duran ajandamı elime aldım.
Ajandanın ilk sayfasını açarken:
"Acele etsene biraz!" dedi gürleyerek. "Ne kadar da yavaşsın!"
Ayşe'nin bu muktedir hali o kadar hoşuma gitmişti ki, daha da yavaş hareket ettim.
"Tamam, başlıyorum!" diyerek onu daha da deli ettim.
Biricik meleğim telefonun diğer ucunda daha da çıldırmaya yüz tutmuşken ilk sayfadaki şiiri okumaya başladım.
Şiiri öyle çok beğendi ki beni yaklaşık iki dakika boyunca alkışladı.
Bu alkışlama beni öyle bir kıvama getirdi ki dostlar, gökyüzündeki yıldızların üzerime yağdığını hissettim adeta. Onları toplayıp ceplerime doldurmak epey zamanımı alacaktı.
"Bu şimdiye kadar dinlediğim en güzel şiirdi!" diyerek iltifat etti.
"Teşekkür ederim!" diyerek neşeyle güldüm.
"Biliyor musun benim için daha önce hiç kimse bunu yapmamıştı?" dedi hüzünlü bir şekilde. "Daha önce bana hiç şiir yazılmamıştı. Bu beni çok mutlu etti!"
Keyiften kırılırken sessizce kalmayı başararak onu dinlemeye devam ettim.
"Çok ama çok teşekkür ederim Ömer!"
"Ben teşekkür ederim!" dedim. "Hayatıma pat diye girip bana şiirler yazdırdığın için..."
"Yarın seninle Dedeoğlu'nda buluşalım mı?"
Hiç beklemediğim bu teklif karşısında çok şaşırdım.
"Dedeoğlu mu?"
"Evet, sana bizzat teşekkür etmek istiyorum!"
"Tamam, o zaman sana ikinci şiirini de okuyayım!" dedim dürüstçe. Bunu yapmayı öyle çok istiyordum ki. "Karşılığında bana şarkı söylemen de gerekmiyor!"
Neşeyle güldü.
"Bunu engellemek için aptal olmak gerek!" diyerek şiiri okumamı rica etti.
Ve ikinci Ayşe kokan şiir dudaklarımın arasından yükseliverdi.
Bu onu az öncekinden daha fazla mutlu etti. Sesini duymalıydınız dostlar. Bir bayram sabahı yeni elbiselerini giymiş bir çocuk gibi neşe doluydu, oyun bahçesini ilk kez gören küçük çocuklar gibi şendi. Yanında olsam boynuma sarılacağından adım gibi emindim.
"Bu şiir az öncekinden bile güzeldi!"
"Yazdıran sağ olsun!" dedim neşeyle.
"Bu kadar güzel şiir yazabildiğini bilmiyordum!" dedi son derece mutlu bir biçimde.
"Abartıyorsun!" dedim ona.
Öyle miydi peki? Bilmiyorum dostlar. Hiçbir zaman da bilemedim. Her seferinde sıradan şeyler yazdığımı düşünüp, yazdıklarımı beğenmeyip, binlerce şiiri buruşmuş kağıtlara sarıp çöpe atmıştım. Eğer Ayşe'nin kastettiği kadar iyiysem, yazık olmuştu o canım şiirlere. Hey durun bir dakika, şu uzaktan gelirken bana el sallayan duygunun adı pişmanlık mıydı? Eğer öyleyse, çekeceğim vardı onun elinden!
"Seni seviyorum Ömer!" dedi hiç beklemediğim bir anda.
Duyduğumu hazmetmem için birkaç saniyenin geçmesi gerekti. Sakin kalmak istedim ama yaşadığım panik beni cehenneme doğru uzanan bir yola sevk etti. Ne yapacaktım ben şimdi? Ne demem gerekiyordu? 'Ben de seni seviyorum!' desem bütün ipleri onun eline vermiş olur muydum? Kahretsin! Bu sözleri bana hiç söylememiş olmasını diledim.
Öyle bir zamanda geldi ki bu sözler yüzünden elim ayağım birbirine dolandı. Hata yapmaktan ölesiye korkan herkesin başına gelen şey, benim de kapımı çaldı. Ne mi? Hata yapmak tabii ki... Hata yaptım dostlar. Hem de öyle böyle değil, yeryüzünün her yerinde atılan dayakları tek bir bedende toplayacak bir hata yaptım. Allah'ım sırtımda sopaların kırılması yaşadığım şu an için epey uygundu.
Nasıl bir hatadan mı bahsediyorum?
Ona teşekkür ettim dostlar. Hiçbir söylememek bile daha iyiyken teşekkür etmek de nereden çıkmıştı!
Sevgili meleğim yaşadığı hayal kırıklığını kalbine gömerek bana iyi akşamlar diledi. Ben de yediğim haltı hazmetmeye çalışırken, elim bir Alzheimer hastası gibi titrerken, pişmanlığın binini aynı anda yaşarken aynı dileklerimi ona ilettim.
"Seni seviyorum Ömer!" sözleri kulaklarımda çınlarken, kafamı duvarlara vurmak için telefonumu yatağın üzerine fırlattım. Gözyaşlarım giydiğim tişörtün üzerine akarken, ajandamı açıp az önce yerin dibine diri diri soktuğum biricik sevgilim için altıncı şiiri yazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK ve ÖLÜM
RomanceAh zavallı yüreğim Sen bir nehir gibi ağlamaya niyetlenmişken O sırça kulelerde altın işlemeli kuş tüyü yataklarda sabahladı. Sen uğruna ölümlerden ölüm beğenmişken O cennet bahçelerinde sensiz dünyaların seyrine daldı. Artık onun yeri ucuz kitapla...