Elimi soğuk mermerin üzerinde gezdirirken gözyaşlarımı ayaklarımın dibine akıttım. Allah'ım bu nasıl bir acıydı? Dayanabilmek mümkün müydü? Ağlamak istiyordum. Ağlamak, haykırmak, darmadağın olmak istiyordum.
Bu tertemiz mezar taşının üzerinde yazan isim?
"Ayşe'm!" dedim dudaklarımı kanatarak. "Ben geldim! Yalvarırım toprağında bana da yer aç! Yanına uzanmak istiyorum! Beni de al yanına! Bu çürümüş dünyada bir saniye bile daha fazla yaşamak istemiyorum! Sensizliğin hüküm sürdüğü bu cehennem misali dünyada nefes almama izin verme!"
Emrah arkamda durmuş ve sessizce bana bakmaya devam ediyordu.
"Lütfen aşkım, lütfen canımın içi, olmadığın bir yaşamda dünyayı seyretmek istemiyorum!"
Cevap gelmedi zavallı kulaklarıma dokunduğum soğuk mezar taşından. Bu durum beni daha da beter etti. Sinirlendim.
"Neden gittin ki? Lanet olası, kahrolası, benden önce öte tarafa göçmeye nasıl cüret edersin? Kalk ayağa, parçala şu mezar taşını!" ses tonum acı tınısından öfke tınısına son sürat geçiş yaptı. "Tırnağını kazıya kazıya çık mezarından, boynuma sarıl kahrolası, boynuma sarıl!" yeniden ağlamaya başladım. "O en tatlı sesinle: 'Gitmedim Ömer, sana şaka yaptım!' de, lütfen öyle söyle Ayşe'm. Yalvarıyorum sana, dizlerimin üzerinde yalvarıyorum. Bitik bir biçimde mezar taşına kapandım ve yalvarıyorum. Ne olursun geri dön! Bana geri dön!"
Daha önce bunu defalarca söylemiş biri olarak söylüyorum, ben sevdiysem sevgimi ifade etmek için ille de 'Seni Seviyorum' cümlesinin arkasına sığınmam. Her hareketimle bunu belli ederim. Ötesi zorla söylenmiş bir cümleden öteye gitmez!
Anladım! Şimdi bana 'Seni Seviyorum'u öylesine söylemediğini nereden bileceğim?
Halime bak lütfen Ayşe! Seni sevmiyor olsam burada işim ne? Neden gecenin bir yarısı apar topar elimde çiçekle evine geleyim ki? Neden Sema'nın beni böylesine feci hırpalamasına izin vereyim ki?
Sözlerim Emrah'ın daha fazla dayanamayarak yanımda bitmesine ve elini omzuma koymasına neden oldu:
"Yapma böyle Ömer!" dedi üzgün bir biçimde. "Lütfen kendine gel, bu sözlerin onun daha da üzülmesine neden olacak!"
Gözyaşlarımı içime akıtarak:
"Üzülmek mi?" diye sordum. "Üzülmek mi? Üzülürse üzülsün kahrolası!" sözlerim acımasız birer kırbaç hamlesi gibi kulağımda şakladı. Söylediğime ışık hızıyla pişman oldum. "Tek istediğim onu bir kez daha görmek! Sadece bir defa daha... O tatlı yanağını okşamak istiyorum. Saçlarını öpüp koklamak istiyorum, Emrah! O cennet kokulu saçlarını yüreğime ekip boynuma dolamak istiyorum!"
Emrah söylediklerimden etkilenmiş olacak ki kızarmış gözlerle yüzüme bakıp:
"Biliyorum Ömer, çok iyi biliyorum! Belki yaşadığın bu tarifsiz acının şiddeti hakkında en ufak bir fikrim yok, çok acı çektiğini biliyorum ama lütfen kendine gel! Onu sana veren ve onu senden alan yaratıcıdan daha iyi mi bileceksin? Onu cennetine bu kadar erken yaşta almasının muhakkak mantıklı bir açıklaması vardır!"
Kahrolası kelimelerin paramparça olmuş ruhuma ilaç olmaları gerekiyordu ama onun yerine daha da öfkelenmeme, kendimi kaybetmeme ve kadere, yaşadığım günlere ve yaratıcıya okkalı küfürler etmeme neden oldu söyledikleri. Sonradan pişman olacağım, bir daha hiçbir zaman dudaklarıma hapsetmeyi başaramayacağım isyan dolu sözlere...
Sana inanıyorum Ömer!
Seni çok seviyorum Ayşe! Seni her şeyden, herkesten, hatta kendimden bile çok seviyorum!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK ve ÖLÜM
RomanceAh zavallı yüreğim Sen bir nehir gibi ağlamaya niyetlenmişken O sırça kulelerde altın işlemeli kuş tüyü yataklarda sabahladı. Sen uğruna ölümlerden ölüm beğenmişken O cennet bahçelerinde sensiz dünyaların seyrine daldı. Artık onun yeri ucuz kitapla...