Bölüm 17-Nasıl Yenersin Düşmanını?

190 18 4
                                    

                                                                                                                             İlkbahar gecesi

                                                                                                                            Ay ışığında bir tilki

                                                                                                                           Sessizce kemiriyor kemiği   

     Kapkaranlık boşluğun içinde hafif bir mırıltı yankılanıyordu. Bir kedinin sesi de olabilirdi, ninni söyleyen bir kadının sesi de. Ya da her ikisi.

     Gece bunun üstüne kafa yormadı. Soğuk, kuru, bomboş bir karanlık ve bir mırıltı. Hoş bir dinginlikti. Gerilmiş kaslarını gevşetti.

    Gölge iblisinin kara kozası onu tam zamanında sarmış, patlamadan kurtarmıştı. Onu ve...

     Kucağında baygın yatan kızı hafifçe göğsüne bastırdı. Cılızlığından olsa gerek bedeni kollarının arasındayken küçücük geliyordu. Kırılgandı. Hayır, daha çok sabah sisini andırıyordu. Ne kadar sıkı tutarsa tutsun her an kaybolup gidecekmişçesine bir his bırakıyordu insanda. Ve o sıcaktı.

     Bedenin sıcaklığını sevmişti, ama onu rahatsız eden bir şey vardı. Belki kızmıştı. Kollarını biraz sıktı. Sıkışan bedenin basıncını hissetti. Kızın bu denli zayıf olduğunu düşünmek hoşuna gitmemişti. Kollarını biraz daha sıktı. Bir iki kemiğini kırıp uyandırırsa artık zayıf görünmezdi. O kara gözlerinde yanan öfkenin ateşiyle bağırıp çağıracağından Gece emindi.

     Hissettiği titreşimle kollarını sıkmaktan vazgeçti. Kara kozanın dağılma zamanı gelmişti. Karanlık parçalanmaya başladı. Katı nesne çözülüyor, kara bir sis kümesine dönüyordu. Mırıltının yerini alan sesleri duydu. Kırılan ve parçalanan şeylerin sesleri, gırtlakta boğulan çığlıkların sesleri, şehrin sesleri, kargaşanın yanında düzenin sesleri... Sonra kokular geldi. Gece havasının kokusu, betona sinmiş mazot kokusu, kanın kokusu ve hepsini bastırıp atan yangınların kokusu...

     Kara koza iplik iplik çözülüp bir noktaya toplanırken Gece olanlarla ilgilenmekten ziyade iblisini seyretti. Patlama ona pek zarar vermezdi. Verdiyse de bunu yapan adamlara dünyaya dar etmek konusunda bir gerekçesi daha olacaktı. Gerekçelerle ilgili bir kaygısı yoktu aslında. Meclis koltuklarında semiren ihtiyarları başından savmak için elinin altında olmaları iyiydi o kadar.

     Kara sis bulutu yere inerek bir noktada toplanırken kara kedi yavaş yavaş belirlemeye başladı. Son parçacık da kuyruğuna eklendiğinde kedi silkelendi. Tüylerini güzelce kabarttı. Ensesi ve karnının bir kısmı yanmıştı. Önemli değildi. İblislerin dayanıklılığı takdire şayandı. Şimdiden iyileşiyordu. Kedi keyifle mırıldandı. Havadaki yemek kokusunu alıyordu. Gökdeniz'e saldırmak için koşturan bir Avcıyı gözüne kestirdi. Ağzı sulanmıştı.

     Gökdeniz yana çekildi. Bir alev dalgası yarım metre ötesinden havaya kavurarak geçip gitti. Ateşin çarptığı küçük ağaç büyükçe bir meşaleye döndü. Ayaklı alev makinesi kadın avcı ya dikkatsizdi ya da dikkat etme zahmetine katlanmıyordu. Çevreye verdiği zayiat çok fazlaydı. Garipti. Sadece kadın değil, diğerleri de Avcıların sıkı sıkıya bağlı politikalarını göz ardı ediyorlardı. Temkinsiz, dengeli güç kullanma da özensizdiler. Derhal canlı, en azından konuşabilecek halde yakalanmaları ve sorgulanmaları gerekliydi. Ancak üstlerindeki koruyucu tılsımların seviyesi yüksekti. Onları kırmak Gökdeniz gibi bir büyücü için bile biraz zaman alıcı olacaktı.

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin