Bölüm 22-Kaçmak Yok Artık

161 17 4
                                    

Yanında biri yatmayalı öyle uzun zaman olmuştu ki Miray bunun nasıl bir his olduğunu neredeyse unutmuştu. Bir tarafı kuyruğuna ateş değmişçesine kaçıp gitmek istiyor, diğer tarafı yanındaki ağırlığın tatlı sıcaklığından hoşnut keyif çatmak istiyordu.

Bir an kahkahalarla gülmek geldi içinden. Hangi açıdan bakarsa baksın durumunun saçmalığına ancak gülebilirdi. Öfkelenmek yersiz, ağlamak gurur kırıcı, umutsuzca karşı koymaya çabalamak boşunaydı. Bu rüyadan bir türlü uyanamamasını geç, battıkça batıyor oluşu felaketti. Kafasında deli sorular dönüyordu, ama bir deliye cevap vermek çoğu zaman gereksiz bir uğraştı. O da bu yüzden şimdilik bıraktı, sorular cevapsız kalsın.

Kollarını göğsünde kavuşturdu. Yatakta ancak yarı oturur hale gelmişti. Halinden rahatsız, çokça memnuniyetsiz, belini saran ele bir bakış attı. Güzel ve tatlı bir bahar gününü müjdeleyen güneş, gecenin tüm pisliğini ışığının altına süpürmek ister gibi parlıyordu. Taptazeydi, neşeliydi, umut doluydu. Baharın tatlı kokusu gibi. Ama Miray şu anda bunları görecek halde değildi. Bahar gününün vanilyalı güneşi esaretin acı kara bulutlarında boğulmuştu. Bezginliğin dingin deliliğiyle dolu kahkahası yavaş yavaş içinde yeniden yükseldi. Gülmek yerine ise, "Harika," diye mırıldandı. "Bir tek, hanımefendinin oyuncak ayısı olmadığım kalmıştı."

İki parmağının ucuyla yavaşça Gece'nin bileğini tuttu. Narin bir cam kadehten ziyade ölü bir sıçanı tutuyor gibiydi, ama temelde ikisi de aynı dikkat ve özeni istiyordu, değil mi?

Öyle olmasına rağmen, "Vayy!" dedi içindeki hayranlık. "Elit kadınlarının elleri bile ayrı havalı. Şu güzelliğe bak!"

Sabah güneşinin altında parlayan beyaz tenliyle, ince uzun parmakların süslediği zarif eli, kendi bakımsız eliyle kıyaslamak dahi gereksizdi. Güzelce kesilip şekil verilmiş manikürlü tırnaklar, çatlağın ç'sinden bihaber kadife pürüzsüzlüğünde bir ten. Bu ellerin meşru ya da gayri meşru birçok cana kıydığını düşünmek zordu. Uykunun gevşekliğiyle uysallaşmış, beyazın masumiyetiyle sarılı el, boğazını sıkıp onu nefessiz bırakan aynı eldi oysa. Yine de güzeldi. Koskoca ülkenin, milyarlarca insanın kaderleri her gün her dakika bu avucun içindeydi.

Yanaklarına al basıp teni yanarken, kalp atışları hızlandı. O eli tutmak nasıl bir histi acaba? Böyle bir şansı bir anlığına da olsa yakalamak için birbirlerinin mezarlarını kazan kim bilir kaç kişi vardı. O Gece'ydi! O Büyücülerin Kara Taç'ı idi. Kralların bile önünde eğildiği şeydi o. Tüm dünyada onun yerinde olmak isteyen milyonlarca kadın vardı. Onun yanında olmak isteyen milyarlarca insan. Miray içinse o sadece televizyonda adını duyduğu biriydi. Gerçekti, fakat gerçekten kilometrelerce uzaktı.

Yana dönüp Gece'ye bir bakış attı. Mışıl mışıl uyuyordu. İki parmağıyla bileğinden tuttuğu eli dört beş parmak kadar yukarı usulca kaldırdı. Kalbi göğsünde tepinse de ani hareket etmemeye çalışarak diğer elini, Gece'nin elinin altına koydu ve yavaşça tuttuğu bileği bıraktı. Gece'nin zarif eli avcunun içindeydi. Duyduğu heyecanla nefesi titredi. Minik tatmini yüzünde küçük bir gülümsemeydi.

Beyaz teninin soğuk duruşuna rağmen hoş bir sıcaklığı vardı. Ve sadece bu da değildi.

"Hah!" dedi Miray şaşkınca mırıldanarak. "Göründüğünden daha kırılgan hissettiriyor."

Dünyanın onca gücünü avcunda tutan kadının eli camdan narin bir kelebek gibiydi.

Bir saat kadar sonra Miray önündeki mükellef kahvaltıya inanmaz bakışlar atarak bakakaldı. Çeşit çeşit peynirler, reçeller, tatlı tuzlu çörekler... Yemek israfıydı. Ama nedeni anlaşılabilirdi de; otel sahibi Gece'ye hizmette ve de tabii ki yalakalıkta kusur etmek istemiyordu.

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin