Bölüm 35-Eski Bir Yüzük

261 19 8
                                    

     Tek istediği bir an önce yalnızlığının mahremiyetine sığınmak olan Miray'ın canı Gece'ye sövgüler bile düzmek istemiyordu. Kolundaki ısırık zonkluyordu, üstüne düştüğü poposu acıyordu, bahçede kahvaltı iyi hoştu ama umurunda değildi. Kendi acımasız sözleriyle kendine işkence ederken pek çok şeye siktiri çekip yastığına sarılmak da insan ihtiyaçlarından biriydi nihayetinde. İçinden köpüre köpüre taşan bir istekle yalnız kalmak istiyordu işte.

     Olanlardan sonra eskiyi düşünmekten kendini alamıyordu. Gece'nin onunla uğraşmaya ara verdiği küçük molaların sessizliğinde zihni farkında olmadan bilincinin ellerinden kayıyor, üstünden yıllar geçmiş bir anının görüntülerini tekrar tekrar gözünün önüne getiriyordu. Başa sarıp duran şarkılar gibi. Dalıp giden bakışlarını doldurmuş anılar, şimdiyi eskinin puslu yaşlarıyla buğulandırıyordu. Verdiği sözleri tutamamamın acısı içini buruyordu.

     Ananesi parlak sarı rengini kaybedeli yıllar olmuş yüzüğünü parmağından çıkarıyor, bir adamın avcunun içine bırakıyordu.

     Bir eşya birinden diğerine geçiyordu.

     Tatlı acı bir ömrü paylaşmış iki kalbin, hayallerin, umutların naif simgesi yaşlı parmakların arasından kayıyor, yeryüzündeki hiçbir altının satın alamayacağı anlamlarını arkasında bırakıp yarım saatlik bir işin ücreti olarak bozuk paralar gibi adamın avcuna düşüyordu.

     Veren ruhundan bir parça veriyordu, alan iki üç kuruşluk bir altını alıyordu.

     Gidenin ardından düğüm düğüm oluyordu Miray'ın boğazı. Çocuk da olsa anlıyordu. Verenin neyden niye vazgeçtiğini biliyordu. Kabullenemiyordu. Günlerce gecelerce ne yeminler ediyordu.

     Bir gün o yüzüğü mutlaka geri alacaktı. Herhangi bir yüzüğü değil. Ananesinin yüzüğünü geri alacaktı. O eski, tek taşlı, incecik çemberi...

     Bir gün... Elbet bir gün...

     Oysa şimdi ne günler geçmişti. Fakirlikle gururu kırılmış bir çocuğun öfkeli hırsı geçip giden zamanın külleri altında boğulmuştu.

     Bu sözün bir anlamı olduğunu sanmıyordu artık. Yüzük gitmişti. Anane gitmişti. Birini bulsa diğeri yoktu. Diğeri olmayınca eşyanın da bir anlamı yoktu. Birçok şey için geçti.

     Bir yılgınlık çöktü üzerine yeniden. Paslı bir öfke sardı içini. Anılara karşı kazanabilmiş miydi hiç? Hayır. Şimdi tek başına olsa yüzünü yastığa gömer gırtlağını yırta yırta ağlardı. Lakin ne yataktaydı ne de tek başına... Güneşin bile doğmaya üşendiği sabahın kör saatinde Gece'yle bahçede kahvaltı yapıyordu. Kime söveceğini şaşırmıştı. Onu Gece'nin ellerine iten kaderine mi, yalnız kalabildiği tek yer olan tuvalete bile dadanıp moral bozukluğunu gizlice çekmesine dahi izin vermeyen Gece'ye mi? Hadi bu Büyücü kafadan çatlaktı da, kaderinin onla ne alıp veremediği vardı? Sadist miydi? Neden bütün kazıkları en sağlamından ona sokuyordu?

     Dolan gözlerini Gece'den saklamak için bahçeyi inceliyor ayaklarına yatıp bilmem kaçıncı kere başını sağa sola çevirdi. Sızlayan boğazını yumuşatmak içinse çayına sığınmıştı.

     Gece, sandalyesinde huysuzca kıpırdanıp duran Miray'a bakmadan konuştu.

     "Tuvaletini yapmalıydın."

     Ayak parmaklarından girip saç diplerinden çıkan bir elektrik akımına tutulmuşçasına Miray kasıldı. Taptaze bir öfke içinde fokurdadı. Gece'nin ciğerini sökmek isteyen tarafı bir saniye önceki ağlamaklı kızın kıçına tereddütsüz tekmeyi basıp, acı anıların örümcek ağlarını ateşiyle kavurup yaktı. Miray gözlerinde çakan şimşeklerle, alabildiğine alaycı bir kibirle çenesini kaldırdı.

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin