41- Avcı'nın Arzusu

151 17 0
                                    

     "Ne yapıyorsun?"

     Miray'ın sesi sakindi. Öyle sakindi ki, sanki zaman çağlar önce donup kalmış; öfke, korku ya da her hangi bir duygu durağanlığın tozlarında yitip gitmişti. Kelimeler salt kendileriydi; altlarında gizlenmiş hiçbir mana yoktu.

     Öylesine birine sorulmuş öylesine bir soruydu.

     "Ne yapıyorsun?"

     Ve bu pek çok şeyden çok daha yaralayıcıydı. Ama İhtiyar Avcı yaralarla doluydu. Bir tanesi daha canını yakmadı. Yaranın içinde açıldığını fark etmedi bile. Kızına baktı. Yüzyıllık çınarlar gibi sertti. Bükülmezdi. O bir babaydı, fakat önce bir liderdi, bir komutandı. Yüzü zırhıydı. Kolayca delinip geçilemezdi.

     Miray sorusunun ardından bekledi. İhtiyarın ne istediğini görmeliydi. Ama beklediği gibi görüntüler ya da damağını zorlayan tatlar üzerine hücum etmedi. İhtiyar Avcı işinin ehliydi. Bedeni gibi zihnini de eğitmişti. Miray'ın cevherinin yakaladığı şeyler puslu, bölük pörçük, anlamsızdı.

     Fakat başka bir gerçek daha vardı ki insanlar ne kadar zihinlerini eğitseler, ne kadar düşüncelerini saklamaya çalırsa çalışsınlar, gerçekte ne istediklerini saklayamazlardı. İstekler bağımsızdı, özgürdü. Onlara hükmedilemezdi. Er ya da geç ihtiyarın en küçük açığında dile gelmenin özlemiyle tıkılıp kaldıkları yerden fırlayacaklar ve Miray o istek kırıntılarını yakalamak için hazır bekliyor olacaktı.

     Huysuz taşın kızgın kıvılcımları cızırdayarak odayı tehdit ettiğinde Miray dudak büktü.

     "Yapmaya çalıştığın şey her neyse, işe yaramayacak."

     Avcı'nın beyaz sakalına gömülmüş dudakları daha da somurttu. Miray'ın gözünün önündeki görüntüler dalgalandı, şekiller bozuldu. Görüntülerin arasında bir an annesini görür gibi oldu. Gülüyordu. Miray annesini gülerken hatırlamıyordu. Midesine bir yumru oturdu. Kaşları çatıldı. Öfkesi birkaç adım ötelerinde cızırdayan taşı sindirircesine bedeninin etrafında dalgalandı.

     Bu herif ona çok şeye mal olmuştu.

     Şimdi sıra Miray'daydı. İhtiyar Avcı bozuntusunun ne istediğini kesin olarak öğrenecek ve istediğini alamaması için ne gerekiyorsa yapacaktı.  

     İhtiyar'ın suratına deli bir ifade yayıldığında Miray tırsmak yerine merakla süzdü onu.

     "İyi iyi," dedi Avcı. "Demek kendi ayağınla geldin. Ne ala!"

     Ağzındaki baklayı çıkarıyordu nihayet. Güzel. Yakında ilk hamlesini de yapardı. İhtiyar iyi bir Avcıydı. Cevheri güçlüydü ve kurnazdı. Ama ne kadar iyi olursa olsun, tılsımların korumasından mahrum kalmış olsa Miray sakat bir ihtiyarın karşısında kolay kolay yenilmeyeceğini düşünüyordu. Genç ve çevikti. Eli de armut toplamıyordu. Öldürmek için saldırana saldırırdı.

     "Kaçıyor muydum ki?" dedi. İhtiyarın delice parlayan gözüne aynı ifadeyle sırıtırken başıyla taşı gösterdi. "Bu kadar hengâmeye ne gerek vardı? Rica ettin de gelmedim mi?"

     "Gelirdin."

     Avcı'nın deli bakışları soldu. Istırabın daha da yaşlandırdığı kırışık yüzü engelleyemediği öfkeli bir çılgınlıkla gerildi.

     'Gerçekten,' diye düşündü Miray. 'Söylenenler kadar deli galib...'

     Zihnine çarpan görüntülerle düşüncesi bölündü. Nefret ve kan gözünün önünde uçuşurken, kinin acı tadı damağına doldu. Dişlerini sıktı. İhtiyar herif Gece'den cidden nefret ediyordu. Sadece Gece'nin şahsi varlığından değil. Olduğu, ifade ettiği her şeyden. Tüm yaşadıklarının sorumlusu o ve onun gibilerdi.

     'Oysa karşısında ben varım.' Acının içinde sakinlikle düşündü Miray. Gördüğü yerde öldüreceği çocuğu. Doğmasını asla istemediği çocuğu. Onurunu lekeleyecek çocuğu. 'Gece'yi değil, beni öldürmek istemesi gerekmiyor muydu?'

     Az ötesinde cızırdaya cızırdaya parlayan taşı umursamıyordu. Miray özellikle bekliyordu. Özellikle karşısında duruyordu. Adam bir şey söylemeliydi. Bir şey yapmalıydı. O ihtiyar gırtlağına çökmesi için Miray'a minicik, haklı, elle tutulur bir neden vermeliydi. 'Hayatımı boka batırdın' diye bağırıp çağırırken yılların öfkesiyle adamın yakasına yapışmayacaktı. Hayır, İhtiyar'a o zevki yaşatmayacaktı. Onun varlığının bir anlamı olmamalıydı. Üstelik sakat yaşlı bir adamı pataklamak için üstüne atıldığını duysa ananesi saçlarını çekiştire çekiştire azarlardı. O herif babası denen piç olsa bile. O kadar iyi bir kadındı işte. Ona yapılanları hak etmemişti.

     Avını gözetleyen iblis gibi Avcı'yı süzdü.

     "Neyi bekliyorsun?"

     Miray ihtiyar adama doğru yürüdü. İyice yaklaştığında durdu. Aralarında bir kol boyu mesafe ya vardı ya yoktu.

     "Hakkında çok şey duydum." Öfkeli bir alayla dudağına yana kaydırdı. "Yoksa hepsi palavra mıydı?" Kara bakışlarında meydan okuyan ışıklar parlıyordu.

     Avcı, çocuğunun haklı densizliği karşısında sert ifadesini bozmadı. Kızını sadece terk edip gitmemişti. Giderken arkasında bir de nefret bırakmıştı. Korku bırakmıştı. Şimdi o nefret kızının gözleri içinde kendine bakıyordu. Ona kızmaya hakkı olmadığını biliyordu.

     İhtiyar Avcı, emir vermeye alışmış bir komutanın tok sesiyle konuştu.

     "Buradan gideceksin."

     "Yaa!"

     "Gece iblisiyle bir daha konuşmayacaksın."

     Miray duyduklarının şaşkınlığıyla isterik kahkahası boğazına kadar yükseldi. İhtiyar keçileri iyice kaçırmıştı anlaşılan. Dediğinin farkında mıydı? Her şeyden önce... KİMDİ O!

     Ağzını açmıştı ki hissetti. Odada biri daha vardı. Hep mi buradaydı? Hayır. Bir saniye önce yoktu. Şimdi vardı. Bir iblis... Bir şeye ulaşmak istiyordu. Bir şeyi arıyordu. Ve aradığı şey tam olarak...

     Miray dehşetle arkasını döndüğünde şekilsiz kapkara bir gölgenin üstüne atıldığını gördü. Kendini yana atacakken bileğinde mengene gibi sıkan parmakları hissetti. İhtiyar kaçmasına izin vermeyecekti. Ama Miray'ın olduğu yerde çakılıp kalmasına neden olan şey bambaşkaydı. Hayretle açılmış gözleri üzerine gelen iblisi görmüyordu. İhtiyar'ın alev alev yakan arzusu her şeyi, her görüntüyü silip atmıştı.

     "Yaşa," diyordu İhtiyar Avcı. "Sen yaşayacaksın kızım."

AY IŞIĞI (DÜZENLENMEMİŞ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin