26.Mektup

60 6 0
                                    


        Sevdiğim,

        Bu kış mevsimi güneş birkaç gün sıcak yüzünü gösterdikten sonra bizi yine terk etti. Tam kış güneşinin içimizi ısıtmasına alışmışken yine gökyüzünün somurtkan yüzüyle baş başa kaldık. Nedense böylesi havalar bende karamsarlığa ve umutsuzluğa neden oluyor. Sanki gökyüzü üzerime kapaklanıverecekmiş ve ben altında nefessiz kalacakmışım gibi hissediyorum. Böyle havalar beni adeta boğuyor. Ama böyle havalarda nefes almamı sağlayan tek şey seni düşünmek oluyor. Seni düşününce, etrafımızı saran kara bulutlara rağmen içime bir huzur yayılıyor. Ben, o huzur içinde yaşam buluyorum. Senin sevginin bana sunduğu yaşamı buluyorum.

        Havadaki ayaza ve gökyüzündeki şişkinliğe bakacak olursak yine tipi olacağı kesin. Arkadaşım bunu tahmin etmiş olacak ki " Yine tipi olabilir, üstelik birkaç gün sürebilir. Gidip yan köydeki arkadaşı getirelim. Orada yalnız kalmak onun için zor olur."dedi. Ben de "Doğru söylüyorsun."dedim. Hemen hazırlandık. Üzerimizi sıkıca giyinip yola koyulduk. Daha bir gün önce dozerlerle açılan yollar, hafif esen rüzgarlarla yeniden karla örtülmüştü. Ama yürümemize engel olacak kadar değildi. Üşümemek için hızlı adımlarla yürüyorduk. Başıma üst üste iki bere giymeme rağmen ayazın dondurucu soğuğunu hissediyordum. Eldiven giydiğim halde ceplerime soktuğum ellerim üşüyordu. Köylerden gelen köpek ulumaları beni hem endişelendiriyor hem de sevindiriyordu. Çünkü köpek havlamalarını duyunca kurt olma olasılığına karşın kendimi güvende hissediyordum. Yalnız, köpekler boş yere havlamayacağına göre, etrafta kurt olma olasılığı vardı. Bu durum da korkmama neden oluyordu. İçinde bulunduğum durumu arkadaşıma belli etmemek ve kötü düşüncelerden uzaklaşmak için seni düşünmeye çalışıyordum. Seni düşünmek en azından bana huzur veriyordu. Birlikte geçirdiğimiz zamanları ve kavuşmalarımızı düşünüyordum. Yine o günlere dönebilecek miyim? Yoksa böyle can yakıcı ayrılık sonsuza dek sürüp gidecek mi? Bu denli ikilemde kalmak ne acı! Keşke tek bir seçenek olsa. Keşke yalnızca senin yanında yaşama seçeneği olsa. İnanıyorum ki o seçenek bir gün gerçekleşecek. İşte, karakışta beni yaşama bağlayan şey de böylesi ümitler.

        Bir saate yakın yürüyüşten sonra komşu köye vardık. Gelmemize arkadaşımız çok sevindi. Çay yaptı. Çaylarımızı içerken koyu bir sohbete daldık. En güzel öykülerimizi anlattık birbirimize. Sohbete o kadar dalmışız ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Ne zaman ki soğuğu engellemesi için lojmanın pencerelerine çekilen naylon perdelere kar taneleri serpişti ancak o zaman kendimize geldik. Kar taneleri naylon perdelere o kadar şiddetli vurdu ki bunun bir tipi olduğunu hemen fark ettim. "Tipi başlayacak. Hemen yola koyulalım. Yoksa gidemeyiz."dedim. Arkadaşımız birkaç giysi aldıktan sonra yola çıktık. Dışarıdaki hava o kadar kötüydü ki bir ara gidip gitmemekte kararsız kaldık. Ama orada da duramazdık.

        On dakika yürüdükten sonra tipi o kadar güçlendi ki bir metre ötesini görmek olanaksızdı. Arkadaşlarıma beni takip etmelerini ve uzaklaşmamalarını söyledim. Tipi tam karşıdan geliyordu. Büyük bir hızla yüzüme çarpan kar taneleri yanaklarımı acıtıyordu. Üstelik nefes almak da zordu. Nefes alabilmek için sırayla bir sağ yüzümü bir sol yüzümü tipiye dönüyordum. Ama bu kez de yanaklarımın açıkta kalan kısımları üşüyordu. Ne kadar süre yürüdüğümü bilmiyorum. Geriye dönüp baktığımda arkadaşlarım yoktu. Beni takip edememişlerdi. Çünkü tipi ayak izlerimi hemen kapatıyordu. Onları beklesem soğuktan donacaktım. Mutlaka hareket etmeliydim. Onları bulmak için hemen geriye döndüm. Hem yürüyor hem de onlara bağırıyordum. Neyse ki birkaç kez bağırdıktan sonra yanıt verdiler. Çok uzaklaşmamışlardı.

        Yanlarına gidince el ele tutuşup birlikte yürümeye başladık. Yalnız, tipinin şiddetinden önümüzü hiç göremiyorduk. Kar taneleri korkunç uğultular çıkararak öyle bir geliyordu ki sanki kovanından boşanmış arı sürüsü gibi havada büküle büküle süzülüyor, sonra da olanca hızıyla yüzümüze çarpıyordu. Yüzümüze çarptıkları yerde arı sokmasından daha beter ince bir sızı bırakıyordu. Bizse, bütün bu kargaşada yolumuzu bulmanın telaşına kapılmıştık. O an aklıma telefon direkleri geldi. Çünkü yolumuzu ancak yol boyu dikilmiş telefon direklerini takip ederek bulabilirdik. Hiçbir direği gözden kaçırmamamız gerekiyordu. Yoksa yönümüzü hepten kaybederdik. Bir süre sonra, soğuğun ve kafama çarpan karın etkisiyle başım uyuşmaya başladı. Hiçbir şey hissetmiyordum. O an donmakta olduğumu düşünüp korkmaya başladım. "Donarak ölmek böyle bir şey olmalı."diye geçirdim içimden. Üstelik çok uzaklardan gelen kurt ulumaları da bana ayrı bir korku salıyordu. Bu karakışta aç kalan kurttan daha tehlikeli hiçbir şey olamazdı. Bir de köylülerin daha önceden anlattıkları kurt saldırma öykülerini aklıma getirince korkum daha da arttı. " Buradan kurtuluş yok. Sanırım her şey burada bitecek. Sana kavuşamadan ölüp gideceğim."diye düşündüm. Bir yandan yürümeye çalışırken bir yandan da seni düşünüyordum. Senin sevgini düşünüyordum. Biliyordum ki, hasta olduğum zaman seni düşünerek iyileştiğim gibi donmaktan da seni düşünerek kurtulabilirdim. İçimi ancak senin sevgin ısıtabilirdi. Gerçekten de seni düşünmeye başladığımda içimin ısındığını, soğuğun bana hiç etki etmediğini fark ettim. Yüzüme vuran kar taneleri yanaklarımda eriyip tenimden içeri giriyor ve bedenime direnme gücü veriyordu. Sanki senin sevgin bana tipide yol gösteren bir rehber gibi önümde yürüyordu. Gizli bir el elimden tutup beni doğru yola sürüklüyordu. Ne kurt ulumaları ne de kovanından fırlamış arı sürülerine benzeyen tipi belimize kadar gelen karda yolumu bulmama engel oluyordu. O an anladım ki ben seni sevdikçe, içimde senin sevgin yaşadıkça ölüm dahil hiçbir şey önemli değildi benim için.

        Yaklaşık iki saat sonra köye vardık. Lojmana girdiğimizde aslında soğuktan her yerimizin uyuştuğunu fark ettik. El ele tutuştuğumuz ellerimiz, soğuktan birbirine yapışmıştı adeta. Parmaklarımda kabanımın düğmelerini çözmeye bile derman yoktu. Üzerimdeki giysileri zar zor çıkarabildim. Hele, başıma giydiğim şapka kafatasıma yapışmıştı sanki. Bana hediye ettiğin atkıyı boynumdan çıkardığımda ise derim soyulacak sandım. Kar tanelerinin yanaklarıma vurduğu yerler kıpkırmızı olmuş fena halde sızlıyordu.

        Yanan sobanın kenarında ısınıp kendimize geldiğimizde yaşadığımıza hala inanamıyorduk. Demek ki yaşamda her şeye direnmek gerekiyordu. Her zorluğu aşmanın bir çaresi ve o zorluğu aşmakta insana direnç veren bir neden vardı. İşte bana direnç veren de senin sevgin olmuştu.

        Gece olup derin rüyalara dalmadan önce, bugün yaşananları düşündüğümde senin, benim yaşamımın bir vazgeçilmezi olduğunu anladım. Evet, artık sen benim yaşamımın ta kendisi olmuştun. Bana yaşam veren tek gerçeklik sendin. Bundan sonra sen olmadan bu gezegende benim hiçbir önemim, hiçbir anlamım yoktu. Ancak senin varlığınla ben bir anlam kazanabilirdim. Bugün yaşananlardan çıkarabildiğim tek sonuç, senin varlığınla ben her şeyim, senin yokluğunla ise kocaman bir hiçim gerçeği.

On Beş Ocak





Sarı Hüzünler Gölgesinde  1.Kitap(tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin