2.Mektup

270 17 4
                                    


        Sevdiğim,

        Sensiz bir sabaha ilk uyanışım. İçimde dünden kalan hüzünlerin kırıntıları var. Bunu çok da önemsemiyorum. Çünkü sıradan ayrılıklarda bile bir nebze hüzün olur insanın içinde. Güz mevsiminin gelişine yoruyorum bunu. Güz; hüzünlerin mevsimi. Hazan rüzgarları henüz esmiyor ama yakınlarda bir yerde olduğunu, bir zaman sonra ansızın karşımıza dikilivereceğini biliyorum. Hüzünlerin aksine çocuksu bir sevinç var içimde. Bunu neye yormalıyım bilmiyorum. Burada edindiğim dostlara kavuşma heyecanına mı yoksa kirli havasından bunaldığım şehirden uzaklaşmama mı? Bendeki sevincin tanımı ne olursa olsun bu ilk eylül gününe dair korkularımın yersiz olduğunu anladım. Çünkü ilk eylül hüzünlerine tutulmayacak gibiyim şimdilik.

        Sabahın ilk ışıkları penceremden içeri süzülürken, köy havasının geleneğini sürdüren horoz ötüşleri beni rüyalarımın en koyu yerinde yakaladı. Yarı uykulu biçimde gözlerimi açtığımda içime öyle bir huzur çöktü ki horoz seslerini ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Uzun zamandır duymadığım bu ses, odamın içinde çınlarken yaydığı huzur, senin yanındayken içimi ısıtan mutluluklar gibi dalga dalga esir aldı beni. Dün yüreğimi ezen ayrılık sancılarından eser yoktu.

         Keyifle yatağımdan kalktım. Sabahın ilk ışıkları odama daha özgürce süzülsün diye pencereyi açtım. Pencereyi açar açmaz dışarıdan o kadar güzel bir koku geldi ki hiç bilmeyen biri bunun, yakınlardaki çam ormanlarından geldiğini sanırdı. Oysa tek tük ağaç dışında pek de ağaç yoktu çevrede. Bu, toprağın kokusuydu. Gece boyu toprağa düşen çiğin kokusuydu. Genelde burada bu mevsimde toprağa çiğ düşer. Gün ağarmaya yüz tuttuğunda, güneş yeryüzüne düşer düşmez toprak çok nefis kokar. Sabahın bu saatlerinde dışarıyı seyretmeye ve toprağın kokusuna doyum olmaz.

        Sabahın bu ilk saatlerinde dışarıda yaşanan curcunayı uzun uzun seyrettim; az ilerde, komşu evin ahırından çıkan koyunlar, ötelerde sabahın ilk yiyeceğini arayan tarla kuşları ve gece boyu susup sabah sabah aslan kesilerek havlayan sümsük çoban köpekleri. Çeşme başında su doldurma telaşına düşmüş köy kadınlarının sıra kapma kavgası ise bildik bir durum. Ben sabahın bu kargaşasına kendimce yorumlar yaparken serçeler kondu penceremin kenarına. İçlerinde uçmayı henüz öğrenmiş yavrular da var. Anneleri onlara çevreyi tanıtıyor olmalı. Nasıl yiyecek bulacaklarını öğretiyor olmalı. Yavrularıyla birlikte penceremin kenarına konmalarına şaşırmadım aslında. Çünkü sırf kuşlar yesin diye her sabah penceremin kenarına ekmek kırıntıları koyarım. Sanırım anne serçe önceden burayı biliyor. Şimdi de yavrularına buranın ganimet dolu bir yer olduğunu anlatıyor. Mutfağa gidip birkaç parça ekmek getirdim. İyice ufalayıp serçelere attım. Büyük bir iştahla yediler.


        Öğleye doğru öğrencilerim geldi. Lojmanın önünde uzunca bir süre konuştuk. Tatilde neler yaptıklarını anlattılar. Köyden göç edenler ve ölenlerden söz ettiler. Beni çok seven yaşlı bir dede vardı. Yaz tatilinde ölmüş. Çok üzüldüm. Ara sıra onunla konuşurduk. Sözü dinlenir biriydi. Çok görmüş geçirmiş biri olduğundan anlattıklarını önemseyerek dinlerdim...

        Ben de öğrencilerime tatilimden bahsettim biraz. Onlarla konuşurken onları ne kadar özlediğimi anladım. Oysa bazen köyde bunaldığımda bir an önce kaçıp gitmeyi çok düşünmüşümdür. Bugün ise köye ve öğrencilerime karşı heyecanım depreşti. Akşam üzeri de muhtar ve birkaç köylü ziyarete geldi. Birlikte çay içtik. Çok sevdiğimi bildiklerinden bana süt ve yoğurt getirmişler.


        Buradaki ilk günümü her ne kadar tatlı bir telaşla geçirsem de ayrılırken bana el sallayışın gözlerimin önünden hiç gitmedi. Gözlerinden süzülen her damla yaş yüreğime saplanan bir bıçaktı sanki. İçimi yakan, canımı en derinden acıtan bu ayrılış gece olmaya yüz tutmuş bu eylül akşamında beni esir alan tek şey. Esiri olduğum bu hazin ayrılışa rağmen ilk günün telaşıyla ilk eylül hüznüne tutulmadım.

Bir Eylül





Sarı Hüzünler Gölgesinde  1.Kitap(tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin