24.Mektup

65 8 0
                                    


        Sevdiğim,

        Gökyüzünün hırçınlığı biraz duruldu. İki gündür lapa lapa yağan kar sonrası gökyüzüne bir berraklık geldi. Güneş her zaman görünmese de bir yerlerden varlığını yine de hissettiriyor. En azından insanın içine bir yaşama sevinci düşürüyor. Bazen sarı yüzünü gösterip "Ben buralardayım."demeyi ihmal etmiyor. Bense böyle berrak havalarda yaşama ayrı bir heyecanla sarılırım. İçimde iyimser duygular depreşir, her şeyin daha güzel olacağına inanırım. İşte bugün de içim böylesi kıpır kıpır heyecanlarla dolu. Bir an buradan kaçma, bir yerlere amaçsızca çekip gitme isteği doğdu içime. Nedensiz bir biçimde, hemen üzerimi giyinip köyden çıktım. Nereye gideceğimi bilmeden koşar adımlarla yürüdüm. Sanki içimden bir ses "Gel."diyordu. Ve ben o sesin geldiği yöne doğru hızla yürüyordum.Ne kadar süre yürüdüğümü bilmiyorum ama köy çoktan gözden kaybolmuştu. Köy yolu dozerlerle kardan temizlendiğinden mesafeleri çabuk tüketiyordum. Uzaktan köpek havlamaları geliyordu. Etrafta ise yiyecek bulmak için sağa sola uçuşan serçeler vardı. "Keşke evden biraz ekmek alsaydım da serçelere verseydim."diye geçirdim içimden. Belki de havaların ısınmasıyla tünedikleri yerden çıkıp lojmanın pencereleri önüne çoktan doluşmuştur bazıları. Çünkü, her zaman serçeler yesin diye ekmek artıklarını lojmanın pencereleri önüne koyduğumdan buna alışmışlardı. Kim bilir saatler boyu umutsuzca bekleyecekler orada.

        Komşu köyü geçmeme rağmen hala nereye gittiğimi bilmiyordum. Günlerdir köye ve lojmana tıkanıp kalmanın verdiği bir usançla çevreden biraz uzaklaşma isteğiydi bu. Bir süre sonra yüksekçe bir yere gelince yol kenarındaki çeşme başında durdum. Çeşme günlerdir süren ayazdan dolayı donmuştu. Çeşmenin kurnasında donan su kristal bir avizeyi andırıyordu. Buzu kırmak istedim ama başaramadım. Çeşme başında oturup sigara içmeye koyuldum. Ta uzaklardan, şehre giden yoldan araba homurtuları geliyordu. Daha gürültülü olanların ise otobüs sesi olduğu kesindi. Bir an o otobüsleri düşündüm. İçlerinde kaç sevdalı sevdiğine kavuşabilmek için yolculuk ediyordu? Nereye gidiyorlardı acaba? Hangisi senden yana gidiyordu? İşte o zaman içimdeki ses yine belirdi. "Gel."diyordu. "Gel." Evet, bu sesin sahibi sendin. Ve bana gelmemi emrediyordun. İçimdeki sesi duymamla birlikte kendimi yolda koşar adım yürürken buldum.

        Uzaklardan çekip giden otobüsleri yakalayabilmek için o kadar yürümüşüm ki aşağıdaki köye yaklaştığımın farkına bile varmadım. Hatta daha önce neden çekip gitmemişim de aylarca ayrılığın sancılarına katlanmışım diye hayıflandım bile. Ama tam o sırada, yakınlarda kurt ulumaları yükseldi. Birden, sağ taraftaki küçük tepeden iki kurdun bana doğru yaklaştığını fark ettim. Ne yapacağımı şaşırdım o an. Nereye kaçabilirdim? Kimden yardım isteyebilirdim? Etrafta da kimse yoktu. Olanca hızımla koşmaya başladım. Aşağıdaki köye yetişmem olanaksızdı. Hemen yakındaki elektrik direğine doğru koştum. O kadar hızla ve telaşla koşmuşum ki direğe nasıl çıktığımı bile bilmiyorum. Yalnız demir direk o kadar soğuktu ki tutunduğum yerlere ellerim yapışıp kalıyordu adeta. Kurtlar da direğin yakınına kadar gelip orada dolanmaya başladılar. " Kahraman çoban köpekleri nerede? Köyden kurtlara meydan okuyan kahraman köpekler nerede? Neden gelip beni kurtarmazlar?"diye söyleniyordum. Biraz zaman geçince iyice üşüyen ellerim artık direği tutamaz oldu. Neredeyse kendimi aşağı bırakıverecektim. Aşağı düşersem kurtlar beni parçalayacaklardı. Ölümüm böyle mi olacaktı? Onca zaman hasretini çekip, kavuşmaya az kalmışken her şey böyle mi bitecekti? Hayır, her şey burada bitmemeliydi. Ölmekten korkmuyordum. Sana kavuşamamaktan, aylarca içimde büyüttüğüm sevgimi sana verememekten korkuyordum. Böyle bir ölüm asla adil olmazdı. Sonra bana doğum günümde aldığın atkıyı boynumdan çıkardım. Kollarımı direğe doladım. Ellerimi atkıyla sararak ısıtmaya çalıştım. O an seninle ilk tanışmamız geldi aklıma. İlk bakışmamız. Senin gözlerinden yüreğime akıttığın ilk sevgiyi düşündüm. Ne umutlarla başlamıştık sevgiye. Kaç tren sireni ayırmıştı bizi ve kaç sabah birleştirmişti bizi garda. Ümitle birbirimizi beklemiştik. Her kavuşmanın sonunda da yeni bir sevinçle bağlanmıştık birbirimize. Sırf ben çok seviyorum diye, sen evinin balkonunda sardunyalar büyütmüştün ve ben her geldiğimde, her gün bir kırmızı sardunya çiçeğini bana getirmiştin. Onları kitaplarımın arasında kurutarak şiirlerle bezediğim rengarenk kağıtlara yapıştırıp sana yollamıştım. Yaş gününde sürpriz olsun diye kırlardan çiğdemler, gelincik çiçekleri toplayıp kutular içinde sana yollamıştım. " Keşke burada olsan!" dediğinde, sana gidememekten içime ne acılar çöreklenmişti. Ve sen umutla yollarımı gözlemiştin. Şimdi her şey burada böyle mi bitecekti? Bu demir direk dibinde bekleyen acımasız aç kurtlar tarafından mı bitirilecekti güzelim sevgi?

        Böyle ne kadar daha dayanabileceğimi bilmiyordum. Ben, geçmişle az sonra sona erecek yaşamım arasında bağ kurmaya çalışırken bir sesle irkildim. Bir kamyon sesiydi bu. Olanca gücümle bağırdım kamyondakilere. Onlar da beni fark ettiler. Hemen kamyonu durdurdular. Onları fark eden kurtlar oradan hızla uzaklaştı. O an içim bambaşka bir sevinçle doldu. Yaşama dönmenin sevinciydi bu. Dahası sana kavuşma umudumun sürmesinin sevinci.

        Köye geldiğimizde yaşananlara hala inanamıyordum. Ya köylüler oradan geçmeseydi ne yapardım? Neyse ki şansım olduğuna seviniyordum. Lojmanın önünde ise serçeler uçuşuyordu. Belli ki yolumu gözlüyorlardı. Serçelerin dönmemden duydukları sevinç çığlıkları eşliğinde lojmana girip ekmek artıklarını aldım. Pencerelerin önünde dolanan serçelere attım. O kadar acıkmışlardı ki pay kapabilmek için neredeyse birbirlerini parçalayacaklardı. O sırada ekmek kokusunu alan birkaç çoban köpeği de geldi. Ama onlara o kadar öfkeliydim ki hepsini kovdum oradan. " Gidin buradan sahte kahramanlar. Lazım olduğunuz zaman gelmezsiniz, yemek zamanı ortaya çıkarsınız. Gidin hemen buradan."dedim. Suçlu olduklarını anlamış olacaklar ki kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp oradan uzaklaştılar.

        Gün biterken üzerimde inanılmaz bir yorgunluk vardı. Bu senden yana giden otobüslere yetişememenin yorgunluğu mu yoksa yaşama veda etmenin korkusundan kaynaklanan yorgunluk mu bilmiyorum ama içimdeki yaşama sevinci ve sana kavuşabilmenin umudu bu yorgunluğu önemsiz kılıyordu. Akşamın alacakaranlığı yavaş yavaş çökerken dışarıda aç serçelerin çığlığı, yüreğimde de sana olan sevgimin coşkusu hüküm sürüyordu. Ve ben sana kavuşma yolunda bir günü daha tüketmiş olmanın heyecanıyla giriyordum geceye.

Dört Ocak


Sarı Hüzünler Gölgesinde  1.Kitap(tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin