25.Mektup

74 10 0
                                    


        Sevdiğim,

        İkindi olmak üzere. Dışarıda çok güzel bir hava var. Cemrelerin düşmesinden sonra ağaçlar tomurcuklanmaya yüz tuttu. Karların erimesiyle oluşan kar suları tıpkı senin sevginin yüreğime akması gibi tatlı bir tebessümle çağıldayarak aşağılara doğru akıyor. Bu ses bana öyle huzur veriyor ki içimde apayrı bir yaşama sevinci oluşturuyor. Bir seni sevmekten, bir de bu sesi ömür boyu dinlemekten bıkmam. Okulun önündeki çimenlikte henüz topraktan yeni çıkmaya çalışan çiğdemler güneşe ve gökyüzüne merhaba diyor. Son karların erimesiyle birlikte kırlardaki son kardelenler de yaşamlarını tüketiyorlar. Çok uzak diyarlardan koşarak gelen rüzgarlar en görkemli ağaçları, en bereketli toprakları ve en nadide çiçekleri öperek başka diyarlara gidiyor. Bilmem hangi diyarları gurbet edinen göçmen kuşlar sılaya dönmenin sevinciyle bulutların arasından süzüle süzüle geçiyorlar. Doğadaki tüm olup bitenleri seyrederken içime bir sızı çörekleniyor. Çünkü her canlı ait olduğu yere, ait olduğu yaşama dönüyor. Bir tek ben ait olduğum yere, ait olduğum yaşama dönemiyorum. Nedense ben senin yanına dönemiyorum, senin yaşamına dönemiyorum bir türlü. İşte içimi acıtan sızının nedeni bu.

        Lojmanın önündeki taş merdivene oturmuş, içimdeki sızıyı dindirmeye uğraşırken gözüm çok uzakta, köyün girişindeki yola takılıyor. Orada birinin yaklaşmakta olduğunu fark ediyorum. Dakikalar ilerledikçe, sıra sıra kavaklar arasından geçen kişi daha da belirginleşiyor. Sonra bana doğru koşmaya başlıyor. O an gözlerime inanamıyorum. Bu sensin. Yerimden nasıl kalktığımı bilmeden sana doğru koşuyorum. Çevredekilerin şaşkın bakışlarını umursamadan kollarımı açıp sana sarılıyorum. O kadar sıkı sarılıyorum ki aylarca içimde biriktirdiğim tüm hasretler bedenimden fışkırıp senin bedenine giriyor adeta. Hiçbir şey söylemeden dakikalarca orada öylece kalıyoruz. " Mektupların geldi. Özlemlerin geldi ama çok bekledim sen gelmedin bir türlü. Dayanamadım ben sana geldim." diye fısıldıyorsun kulağıma. Sana hiçbir şey söyleyemiyorum. İçimdeki çocuksu mahçupluğa sığınıp için için ağlıyorum. Sonra el ele tutuşup lojmana doğru yürüyoruz. Biz yürürken güneş bir başka güzellikte açıyor. Son kardelenler yaşamlarına yaşam katarak bambaşka renklere bürünüyorlar. Bastığımız her yerde yeni yeni çiğdemler açıyor. Henüz boy vermemiş madımaklar gökyüzüne doğru fışkırıyor. En hoyrat tipilerin kol gezdiği karşı dağlarda bahar rüzgarları en kısa otları bile ayrı bir şefkatle öpüyor. Kurt ulumaları yükselen aşağı dereden şimdi en şirin kuşların sesi geliyor. Kan kırmızısı gelincik çiçeklerinin en güzelleri bacaklarımıza sarılıp bize mutluluk diliyor. Ve gezegenimizdeki tüm bitkiler, tüm canlılar bize ve sevgimize saygı göstermek için önümüzde eğiliyorlar. Bu gösterişler arasında lojmana giriyoruz. O an o kadar mutlu oluyorum ki mutluluktan başım dönüyor. Sen yere oturuyorsun. Ben de başımı senin dizlerine koyuyorum. Nefes almaya çalışıyorum. Ama nefes alamıyorum. Yüreğimden bir şeyler akıp boğazımı tıkıyor. Bedenim kaskatı kesiliyor. Gözlerim kıpkırmızı oluyor. Gözlerime bakıyorsun. Gözlerimden korkuyorsun. "Gözlerin neden kıpkırmızı? Sanki kanla dolmuş."diyorsun. Sana yanıt veremiyorum. Birden ağlamaya başlıyorsun. Çığlıklar atıyorsun. Başımı dizlerinden alıp yere bırakıyorsun. Korku ve çığlıklar içerisinde lojmandan çıkıp koşmaya başlıyorsun. Bense nefessiz kaldığım yerde, kan kırmızısı gözlerimle senin ardından bakakalıyorum. " Gitme! Beni bırakma!" demek istiyorum ama diyemiyorum. Sonra bedenimin her yeri kırmızıya boyanıyor. Son kardelenlerin yok oluşu gibi son nefesimde tükeniyor. Ve ben cansız biçimde yere uzanıyorum. Son kardelenler, çiğdemler ve gelincik çiçekleri bana ağlaşırken, çalar saatin zil sesinin odamda çınlamasıyla gözlerimi açıyorum. İşte o an her şeyin rüya olduğunu anlıyorum. Göğsümde bir ağırlık hissediyorum. Kalbim sıkışıyor. Derin derin nefes alıyorum. Gördüğüm rüya beni o kadar etkilemiş ki kendime bir türlü gelemiyorum. Yatağımdan güçlükle kalkıp yüzümü yıkamaya gidiyorum. Daha sonra pencereden dışarı bakıyorum. Ne kardelenler var ne de gelincik çiçekleri. Her yer bembeyaz. Güneş uzun zamandır ilk kez yüzünü göstermeye çalışıyor. Ama o da belli belirsiz. İlerideki ağıllardan koyun sesleri geliyor. Tipinin yokluğunda ilk kez gün, canlıların normal bir yaşama dönme telaşına tanıklık ediyor.

Dokuz Ocak



Sarı Hüzünler Gölgesinde  1.Kitap(tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin