11.Mektup

113 9 0
                                    


        Sevdiğim,

        Sabah uyandığımda içimde bir sıkıntı vardı. Yataktan çıkmayı hiç istemedim. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki arkadaşım seslenmeseydi akşama kadar yatardım. Üzerimdeki bitkinliğin, bıkkınlığın nedenini bilmiyordum. Aralıksız yağan yağmurun verdiği ruh hali olmalı. Zaten yağmur nedeniyle kaç gündür serçeler bile konmuyor penceremin önüne. Sabahları penceremin önünde öterek bana günaydın demelerini özledim. Güz mevsiminin ortasında çoğu kuşlar da şimdiden terk ettiler burayı. Seslerine uyandığım serçeler de uğramaz olunca ne kadar yalnız olduğumu fark ettim. Bu iç karartıcı ekim sabahında bana ışık veren, içimi aydınlatan tek şey senin sevgin. Seni düşününce üzerime yığılan bitkinlik bir nebze olsun azaldı. Yaşamanın ne kadar güzel olduğunu anladım. Çünkü yaşamda beni bekleyen güzellikler vardı. Sen vardın, içimi ışıtan sevgin vardı. Ben senin için yaşamalıydım. Sabahın iç karartıcı serinliğinde, işte bu iyimser düşünceler beni kendime getirdi. Üzerimdeki bitkinlikten sıyrılıp günlük yaşamıma döndüm.

        Öğle üzeri okul dönüşü çok sevindirici bir gelişme oldu. Köyün otobüs şoförü elinde bir gazeteyle geldi lojmana. Bana bir yazı gösterdi. Hani, önceki mektuplarımda öğrencilerimin yoksulluğuna çözüm arıyorum demiştim. Bu nedenle iki gün önce bir gazeteye gönderdiğim mektubu bugün yayınlamışlar. İşte otobüs şoförünün gösterdiği yazı benim gönderdiğim mektup. Çok sevindim. Mektupta öğrencilerin, okulun ve köyün ihtiyaçlarından söz ettim. Köyün yoksulluğunu, öğrencilerin okuma aşkı ile dolu olduklarını ama yoksullukla boğuştuklarını yazdım. Umarım iyiliksever birileri çıkar da bir yardım eli uzatır. Öğrencilerin ve okulun bazı ihtiyaçları giderilirse çok iyi olacak.

       Öğleden sonra ise köyde davullar çalmaya başladı. Geçen gün bizi yemeğe davet eden köylünün düğünü varmış. Bu yağmurlu havada neden düğün yaptıklarına anlam veremedim. Havanın bu denli yağmurlu olacağını kestiremediklerinden olsa gerek. Beni asıl düşündüren ise yerlerdeki çamurlar. İnsanın ayaklarına topak topak yapışan çamurda nasıl düğün olacak merak ediyordum.

        Arkadaşımla düğün evine gittik. Düğün sahibine kutlama dileklerimizi sunduk. Davullar büyük bir uyum içinde çalıyordu. Çamura rağmen etrafta koşuşturan çocuklar kendilerini şimdiden düğünün havasına sokmuşlardı. Az ötedeki evden nefis düğün yemeği kokuları geliyordu. Gelen misafirler karınları doyurulmak üzere evde kurulan sofralara götürülüyordu. Genç kızlar ve erkekler çalan davulların ritmine uyup halay çekiyorlardı. Bütün bu kargaşa içinde hiç kimse hafif çiseleyen yağmura ve ayaklara yapışan çamura aldırmıyordu. Düğünün curcunası, bu yağmurlu ekim gününde köye apayrı bir hava katıyordu.

        Düğünün ilerleyen saatlerinde yağmur dindi. Hafiften bir güneş açtı. Belli belirsiz açan güneş yine de içimizi ısıttı. Güneşin açması sanki düğünü olan genç çifte Tanrı'nın bir lütfuydu. Yağmurun dinmesiyle düğün evinin önündeki açık alanda önceden hazırlanan sandalyelere köylüler oturdu. Düğün o andan itibaren seyrine doyum olmaz bir hal aldı. Türkü söyleyen ihtiyar bir köylü, gençlik yıllarını anarcasına oynayan bir nine, halay çeken gençler ve etrafta koşuşturan çocuklar düğünü bir şenliğe çeviriyorlardı. Gelin ve damat ise oturdukları yerden olup bitenleri keyifle izliyorlardı. Bir ara gelin ve damat da oynamaya çıktılar. Güçlü alkışlar arasında oynadılar. Düğünün curcunası ne kadar sürdü bilmiyorum. Akşam karanlığı çöktükten sonra da açık alanda ateş yakıp sinsin oynadılar. Ateşin üzerinden atlayarak birbirini kovalayan yaşlı genç herkes kendini sinsinin kralı ilan ediyordu. Sonradan öğrendiğim kadarıyla sinsin ateşinden atlamak, düğünü olan gençlere kötü ruhların musallat olması engelleniyormuş. Bu gelenek böyle bir inançla doğmuş ve bin yıldır sürdürülüyormuş. Gecenin ilerleyen saatlerinde sinsin ateşinin sönmesiyle damada kına yakılıp takılar takıldı. Sonra da büyük şamatalar eşliğinde herkes dağıldı.

        Bugün yaşadıklarım beni çok etkiledi. Köyün geleneğine sahip çıkması ve köylülerin birlik beraberlik içinde olmaları güzeldi. Ama beni asıl etkileyen sahne, gelin ve damadın neşe içinde oynamalarıydı. Çünkü o sırada ikimizi düşündüm. Bir gün ikimiz de böyle bir düğünle evlenecek miyiz acaba? Bizim düğünümüzde de çocuklar neşe içinde koşacaklar mı? Herhangi bir baharın yağmuruna, karına, çamuruna aldırmadan bizim de içimizde mutluluk papatyaları açacak mı böyle? Yatağıma uzanıp bunları düşünürken " Neden olmasın? Bizim bu güzel sevgimiz böylesi bir kavuşmayı çoktan hak ediyor. Üstelik biz de yüreğimizin gurbetlerinde özlemler çekerken daha fazlasını çoktan hak ettik."diye geçiriyorum içimden. Yeni evliler gecenin karanlığında sevgilerinin doruklarına çıkarken ben de içimizde mutluluk papatyalarının açacağı düğünümüzün düşüne yatıyorum.

On Dokuz Ekim


Sarı Hüzünler Gölgesinde  1.Kitap(tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin