19.Mektup

96 8 0
                                    


        Sevdiğim,

        Sana kavuşma yolunda günler bir bir eksiliyor. Çekip giden her günle birlikte kavuşmamıza dair umutlarım artıyor. Günler azalırken içimi tatlı bir heyecan kaplıyor. Sana olan sevgim büyük bir tutkuya dönüşüyor. Ara sıra senin bana olan sevgini sorguluyorum. " O da beni tutkuyla seviyor mu acaba?"diye soruyorum kendime. Mektuplarında bana yazdığın sevgi sözcükleri yüreğinin bir haykırması mı? Yoksa ne? "Seni çok seviyorum." demendeki samimiyeti sorguluyorum. Bu, bana olan sevgine duyduğum bir kuşku değil. Aksine, bana olan sevginin güçlülüğünü belirtmek için bir çaba. Beni, benim seni sevdiğimden daha güçlü tutkuyla sevdiğinden eminim. Ama şu sıralar önüne geçemediğim çocukça bir iç hesaplaşma benimkisi. Umarım bana gücenmezsin.

        Bugün derste öğrencilerden "Sevgi" konulu birer resim yapmalarını istedim. Kimisi el ele tutuşarak oynayan çocukları, kimisi ağaçları, çiçekleri ve kuşları, kimisi de aile resimleri yaptı. Hepsi de çok güzel resimlerdi. Ama içlerinden bir öğrenci sadece annesini ve kendini yaptı. Neden böyle bir resim yaptığını sorduğumda bana " Benim için en değerli varlık annem. Beni her gün okula getirip okuldan götürüyor." dedi. O böyle söyleyince çok duygulandım. Çünkü bunu söyleyen öğrencim yürüme engelli ve her sabah annesi onu sırtında okula getiriyor, okul çıkışı da yine sırtında eve götürüyor. Demek ki onun için sevgi, anne sevgisi. Ona her gün emek harcayan annesini her şeyden, herkesten daha çok seviyor. Öğrencimin söylediklerini beynimde yorumlarken benim de seni bu denli sevmemin nedenini anlıyorum. Zira sen de bana emek harcıyorsun. Gün boyu beni düşünerek hem emek hem de zaman harcıyorsun. O halde sevginin karşılığı emek, zaman desek daha doğru olur.

        Bugün, Jean Paul Sartre've büyük aşkı Simon De Beauvoir'ın birbirlerine yazdıkları mektupları okudum. Mektuplarında Sartre, Simon De Beauvoir'a "Sevgili aşkım... Sizi o kadar çok seviyorum ki... Sizi çok güçlü seviyorum..."diye hitap ediyor. Simon De Beauvoir da ona " Sizi tutkuyla seviyorum... Hayatım, mutluluğum... Sizi kendimden bile çok seviyorum..." şeklinde karşılık veriyor. Karşılıklı söylenen bu sevgi sözcükleri gerçekten etkileyici. Yalnız onların birbirlerine sesleniş biçimlerini samimiyetten biraz uzak buluyorum. Birbirlerine "Siz" diye hitap etmeleri belki bir saygı ifadesi ama "Siz" sözcüğü sanki aralarına biraz mesafe koyuyor gibi. Oysa ben sana hep "Sen" diye hitap ediyorum. Çünkü seni kendime yakın, benim bir parçam olarak görüyorum. Sana "Siz" demeyi aklımdan bile geçirmedim. Daha ilk tanışmamızda bile sana "Sen" diye seslendim. Senin bana " Bir tanem... Büyük aşkım... Sen benim canımsın..." gibi ifadelerin beni çok mutlu ediyor. Senin bana "Sen" diye hitap etmen, beni yaşamındaki en değerli varlık olarak görmenin bir belirtisi. Beni bir parçan olarak gördüğün için sana binlerce kez teşekkür ederim. Jean Paul Sartre aşkına nasıl hitap ederse etsin ben sana hep "Sen" diye hitap edeceğim.

        Sevdiğim, burada zaman yavaş ilerliyor. Sanki saatler durmuş. Ben, akşamı daha çok seviyorum. Çünkü her akşam oluşunda " Bir gün daha geçti." diye seviniyorum. Sabah olunca da içime bir sıkıntı çöküyor. " Gün nasıl geçecek?"diye düşünüyorum. Öyle ya da böyle zaman geçiyor aslında. Bu sürede benim yapabildiğim en iyi şey seni düşünmek, seni sevmek. Seni o kadar çok seviyorum ki gün boyu çektiğim onca özlem sana olan sevgimi çoğalttıkça çoğaltıyor. Öyle ki ne Sartre'ın Simon De Beauvoir'a duyduğu sevgi ne de Franz Kafka'nın Milena'ya olan sevgisi benim sana beslediğim sevgiye erişebilir. Hatta sana olan sevgimin Tristan ve Iseult'un aşklarından daha büyük olduğunu düşünüyorum.

        Sevgiyi kim nasıl tanımlarsa tanımlasın, ister öğrencimin annesine duyduğu sevgi, ister Kafka'nın Milena'ya olan sevgisi biçiminde yorumlansın, benim sevgimin yüceliği yüreğimin derinliklerinde gizli. Ben o sevgiyle besleniyorum, o sevgiyle yaşama bağlanıyorum. Kafka Milena'ya şöyle diyor: "Sen bir bıçaksın ve ben o bıçakla içimi deşiyorum, desem sevgiyi anlatmış olurum." Görüyorsun ya, Kafka Milena'ya duyduğu sevginin kendini öldürdüğünü ima ediyor. Oysa ben senin sevginle yaşam buluyorum. Beni burada yaşama bağlayan tek gerçek senin sevgin. Çünkü sevgi öldürmez, yaşatır.

Altı Aralık



Sarı Hüzünler Gölgesinde  1.Kitap(tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin