Her sabah olduğu gibi bu sabahta ormanın çıkışındaki tepeye gitmek için koşmaya başladı. Hakkındaki gerçeği öğrendiğinden beri o tepeye gidip biraz oturuyor, ardından teyzesine ve kardeşine yardım etmek için pastaneye gidiyordu.
Suratına yapışan siyah saçlarını eliyle geriye doğru iterken son günlerdeki ölüm haberlerini hatırlamak boğazında bir yumru oluşturdu. Kasabanın halinin aldığı bu korkunç durum onu endişelendiriyordu; ama elinden bir şey gelmiyordu.
Katilin kasabanın yerlilerini öldürmesini anlayabilirdi belki; ama kasabaya gelen Japon turisti öldürmesini anlayamazdı. Sonuçta katilin kasabadaki insanlarla bir davası olabilirdi; ama bir turistle ne gibi bir davası olabilirdi ki? Öldürülen kişiler arasında en masumu belki de o turistti diye düşündü kız alnını kaşırken.
Bu kasabanın ard arda öldürülen insanların kanıyla kirlendiğini biliyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi saf değildi. Tıpkı onun gibi.
Bir canavar olduğunu düşünüyordu. Normal biri ansızın anlamlı çığlıklar atmaya başlamazdı, üvez ağacının ona fısıldadıklarını duyamazdı ya da cesetler normal insanları kendilerine doğru çekmezdi. Hayatı boyunca normal olmaya çalışsada olamayacaktı; çünkü o Tepelerin Kızı'ydı.
Kendini ailesinden saklıyordu. Her ne kadar ailesi; kardeşi, teyzesi ve anneannesinden oluşsa bile...
Onların bunu öğrenmesini istemiyordu. Nasıl bir canavar olduğunu bilen tek kişi vardı. Ona neden normal olmadığını anlatan, çocukluğundan beri tanıdığı, güvenebileceği biri, ilk aşkı...Ormandaki kuşların eskisi gibi cıvıldamadığını farketti. Sanki bir şeyler farklıymış gibi geldi. Bu onun kısa bir an için mutsuz olmasına neden oldu. Ayrıca endişelenmeye de başlamıştı. Bir yandan içindeki tuhaf hissi yatıştırmaya çalışırken tepeye uzanan yolu takip etti.
Tepeye yaklaşırken gördüğü ağacın üzerinde asalak olarak yaşayan bitki durmasına sebep oldu. O bitkinin adını biliyordu. Ökse otu... Uzanıp otu alırken bir eliyle saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.
Sevgilisinin ona anlattığı ökse otuyla ilgili olan efsaneyi hatırlamaya çalıştı. Gözlerini kapatıp beynindeki sis bulutuna daldı; ama hatırlayamadı. Fakat bu efsaneyle ilgili söylediği sözü unutmamıştı.
"İki gün sonra hatırlamam bile."
Bu anı zihninde dolaşırken dudakları hafifçe yukarı kıvrılmıştı. "Biraz sonra senin hikayeni hatırlayacağım." diye düşünerek kıvrımlı patikadan koşmaya devam etti.
Ökse otu elinde koşarkan sanki sesli düşünmek hatırlamasına yardımcı olacakmış gibi sesli bir şekilde düşündü.
"Sahi neydi o efsane?" dediğinde ormandan çıkmış tepeye tırmanıyordu. Ait olduğu yere...
Tepedeki büyük meşe ağacının dibine oturup ökse otunu kenara koydu. Bu kadar küçük bir otun onu bu kadar düşündürmesi komiğine gidiyordu. Küçücük bir ota yenilmişti. Hafızasına küçük bir hakaret ederken kafasını ağaca yaslayıp istemsizce bir kahkaha attığında kulaklarında bir uğultu hissetti. Derinden gelen uğultuların az sonra sırtını dayadığı ağacın gövdesinden geldiğini anladı. Sevgilisinin ona ağaçların diğer dünyayla bağlantısı olduğunu, dallarında ölü insanların ruhlarının gezindiğini anlattığını hatırlıyordu. Ruhların ona fısıldaması tüylerini diken diken ederken "Demek ki hafızam o kadar kötü değilmiş." diye fısıldadı küçük ökse otuna.
Sesleri net olarak algılayamadığı için kulağını ağacın gövdesine yaklaştırıp "Lütfen. Sizi anlamıyorum." diye fısıldadı; ancak sesleri hala anlamıyordu. Sevgilisi ile bunun üzerine çalışmışlardı; ama o zaman da becerememişti. Yine beceremeyeceğini anlayıp pes etti. Tekrar eski konumunu aldığında boğazında bir ağrı hissetti. Sanki ince bir şeyle boğazı tutuluyormuş gibiydi. Elini boğazına götürünce anladı ki boğazında çığlık atmasını ve kısmen nefes almasını engelleyen bir tel vardı. O tel ses tellerine baskı yaptığı sürece asla gerektiği gibi bir çığlık atıp sesini duyuramazdı.
Ağzından kesik kesik boğuk sesler çıkarken ağacın arkasından yanına gelen ayak seslerini duydu. Siyah pelerinli biri az önce kızın yere bıraktığı ökse otunu aldı. Kız karşısındaki kişinin pelerininden dolayı sadece dudakları ve burnunun bir kısmı görüyordu. Ayrıca cildi pürüzsüzdü. O acı gerçek önce beynine sonra yavaş yavaş tüm hücrelerine hücum ederken suratına bir damla yaş düştü. O ağlamıyordu, az sonra olacak şey yüzünden gökyüzü ağlıyordu. Pelerinli kişi katildi ve az sonra kızı öldürecekti. Sanki tüm bunlar sıradanmış gibi katil elindeki ökse otunu havaya kaldırarak kahkaha attı. Sesi ruhsuz gibiydi ve biraz da hüzün tadı vardı.
Sesinin tanınmaması adına kızın duyabileceği şekilde sessizce konuşmaya başladı. Sesi fısıltıdan biraz daha yüksekti. Kız bu sesi bir yerden tanıyor gibiydi.
"Bunun hikayesini hatırlamıyorsun. Bu küçücük otu göz ardı ediyorsun. Tıpkı Balder'in annesi Frigg gibi. Balder İskandinav mitolojisinin en güçlü tanrısı Odin ve Frigg'in oğlu! En yakışıklı ve en sevilen Tanrı. Gözde olan! Loki onun bu özelliğini hep kıskanmış ve bu yüzden onu öldürmek istemiş. Söylesene sen kız kardeşini böyle bir sebep için öldürmez miydin?"
Genç kız zorla nefes alıp "Hayır." dedi. Sesi fısıltıdan daha boğuktu. Boğazındaki tel teninde iz bırakmaya başlamıştı bile. Katilin dudakları alaycı bir şekilde yukarı doğru kıvrıldı ve kızın verdiği cevaba aldırmayarak devam etti.
"Loki'nin Balder'i öldürmek istediğini öğrenen Frigg bunu engellemek istemiş. Bunun içinde dünyadaki bütün varlıklara Balder'i öldürmeyeceklerine dair yemin ettirmiş; ama sadece bir şeyi göz ardı etmiş. Senin bile hikayesini hatırlamadığın şeyi... Ökse otunu... Ve Loki Balder'i ökse otundan yapılmış bir mızrakla öldürmüş. O günden sonra bir daha ökse otunu unutmamak için kapılara ökse otu asılmış."
Katil dudaklarını ısırıp kafasını yukarı aşağı sallarken alaycı bir ses tonuyla "Ne tuhaf değil mi? Ölmeden önce içinde kendimi bulduğum bu hikayeyi benden dinledin." dedi. Kız şimdi onun kim olduğunu daha çok merak ediyordu. Katil ağacın arkasına doğru ilerlerken kız zorla sesini topladı ve "Kimsin sen?" diye sordu. Göğün gürlemesi katilin iç hesaplaşmasını bölmüştü. Kısa bir an tekrar düşündükten sonra pelerinini açıp yüzünü gösterdi. Sonuçta kız ölecekti, kimseye onun aslında kim olduğunu söyleyemezdi diye düşündü.
Kız "Sen..." diye fısıldadığında katil ağacın arkasına geçip teli biraz gevşetti. Bu kızın çığlık atmasına yardım edecekti. Katil gevşettiği teli kızın kaçmaması için sımsıkı tutarkenn"Şimdi tatlım. Bir ölüm perisi gibi ulu." dedi onca insanın öldürmüş olmanın verdiği acımasılıkla. Kızın en ölümcül çığlıklarından biri kulakları doldururken ağaçtaki kargalar dehşet içinde gaklayarak uçuştu. Sonra katil tüm gücüyle elindeki teli sıktı ve nihayet Drunemeton için birini kurban etti. En güçlü türlerden birinin kurban edilmesi bundan sonra olacak her şeyi onun için çok daha kolay yapacaktı. Elindeki ökse otunu yere atarken kızın ağacın önünde duran ve muhtemelen orada çürüyecek olan bedenine son kez baktıktan sonra yağmurun onu ıslatmasına izin vererek tepeden aşağı indi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEPELERİN KIZI
FantasyKaranlık yükseliyor. Drunemeton bir mıknatıs gibi kötüleri kendine çekiyor. Sayısız intihar ve sayısız kurban ediliş... Yıllardır bulunamayan bir katil... Ablasını öldüren kişiyi bulmak için ant içmiş bir kız... Bir ölüm perisi... Tepelerin Kızı... ...