Elindeki bezle tezgahı parçalamak istercesine siliyordu. Aklı sıra heyecandan doğan sinirini tezgahtan çıkartıyordu. Çünkü bugün hoşlandığı çocuğa açılacaktı ve kendisine bu fikri veren ablası Melisa hala ortalıkta yoktu. Tezgaha yaptığı bu işkence onun ruhunun derinliklerini besliyor, onu biraz olsun rahatlatıyordu.
Melisa'nın her sabah o tepeye gidip oturmasına anlam veremiyordu. Ortalıkta gezen seri bir katil vardı ve Melisa bu konuda çok rahat davranıyordu. Bu rahatlık Yasemin'in boğazında bir yumru oluşmasına neden oluyordu. Annesi ve babasından sonra onuda kaybedemezdi.
Tezgahın arkasında ayaklarının üzerinde yükselerek pastaneden dışarı doğru baktı. Hala kimsecikler yoktu. Ruhu bedeninden ayrılacakmış gibi hissediyordu. Heyecanın dışında bir şeydi bu. İlk defa böyle hissediyordu. Nedenini bilmiyordu.
Saat bire geliyordu. Ablası hala ortalıkla yoktu; ancak birazdan hoşlandığı çocuk gelecekti.
Hoşlandığı çocuk, her salı arkadaşlarıyla okulun yanındaki sahada basketbol oynamadan önce bu pastaneye gelip Yasemin'in yaptığı ıslak keklerden yerdi. Çocuk mükemmel kelimesini yetersiz bulduğu o kekleri yağmur sonrası toprak kokusuna benzetirdi.
Sahi neden yağmurdan sonrası toprak kokusu bu kadar mükemmeldi ki diye sordu kendine Yasemin.
Pastaneye bir sis gibi çöken keder havasından kurtulmak için elindeki bezi tezgaha bırakıp dışarı çıktı. Dışarıdaki üvez ağacının yanındaki masalardan birine oturduğu sırada karşıdan ona doğru gelen kişiyi görmesiyle heyecanlandı. Çünkü birazdan yıllardır içinde damla damla biriken cümleleri bir sel gibi dışarı akıtacaktı.
Çocuk sandalyelerden birini çekip oturdu. Yasemin arka cebinden kalem ve not defterini çıkartıp "Ne alırsınız?" diye sordu.
"Islak kek."
Yasemin kaşlarını kaldırıp "Sadece ıslak kek mi?" diye sordu. Çocuk kafasını evet anlamında sallamakla yetindi. Yasemin siparişi getirmek için pastaneye girdiğinde yıllardır bu konuşmadan öteye gidemediğini düşündü. Sadece bir defa çocuk kekleri övmüştü o kadar. İsmini bile bilmediğine dair bahse bile girebilirdi.
Bir dilim keki kesip tabağa koydu. Bir an onu bir enerji dalgası sarıyormuş gibi hissetti ve bakışlarını dışarıda oturan çocuğa yönelttiğinde yağmurun başladığını gördü. Tabağı eline alıp hızlı adımlarla dışarı çıktı. Sandalyelerden birine oturup tabağı masaya koyduğunda çocuk ona anlamayan bir şekilde bakıyordu.
"Selim. Şu an ne düşünüyorsun bilmiyorum ama beni dinlemek zorundasın."
Selim bir çatal keki ağzına attığında işaret parmağını kaldırarak "Bir dakika." dedi. Lokmasını yutarken gözlerini kapattı ve bu akıcı tada kendisini bıraktı. Onun açık kahverengi gözlerine bakmamak onu rahatlatıyordu. Göz göze konuşunca daha da heyecanlanıyordu. Sanki dünya onun gözlerinden ibaretmiş gibi hissediyordu.
Selim lokmasını yuttuktan sonra "Evet şimdi devam edebilirsin." dedi. Dışarıdan bakanlar onun bu halini itici bulabilirlerdi; ancak Yasemin bu halini nedense çok tatlı bulmuştu.
"Nereden başlasam bilmiyorum ama... Seninle karşılaştığım ilk günü hatırlıyorum. O gün kendime dedim ki..."
İşte bu söyleyecekleri aşkının nasıl biteceğinin başlangıçlarıydı. Ancak onun sözünü kesen bir şey olmuştu. Ablasının erkek arkadaşı Kerem nefes nefese yanına gelmişti.
Kerem elindeki telefonu havaya kaldırıp "Melisa'ya ulaşamıyorum." demişti. Yasemin telaşla ayağa kalktığında Selim'de kalkmıştı.
"Gidip kafasını dinlediği bir tepe vardı ormanın dışındaymış galiba. Büyük bir meşe ağacı varmış. Oraya bakabiliriz." dedi Yasemin soğukkanlılıkla. Kerem'i daha fazla telaşlandırmak istemediği için en iyi yaptığı şeyi yapıyordu. Duygularını saklıyordu.
Kerem gözlerini kaçırarak "O olmadan o tepeyi asla bulamayız." dediğinde ikiside hiçbir şey anlamamıştı.
O sırada Yasemin bir şeyler duymaya başladı. Fısıltılar kulaklarını tırmalıyordu.
Fısıltıların geldiği tarafa -sağa- döndüğünde üvez ağacını gördü. Sesler ondan geliyordu. Tıpkı meşe ağacının ablasına fısıldaması gibi üvez ağacı da ona fısıldıyordu. Üstelik bunlar korkunç şeylerdi.
Önce Selim'e sonra Kerem'e baktığında onların sesi duymadığını düşündü. Yoksa onlar tepki verirlerdi. Hemen sonra feryat etmeye başladı. Tıpkı ablası gibi.
Selim hiçbir şeyin farkında değildi, sadece Yasemin'in feryadını duymamak için ellerini kulaklarına bastırıyordu; ama Kerem farkındaydı. Gözünden bir damla yaş düşerken sandalyelere tutunup yere çöktü.
Kerem "Bu kadar erken olmamalıydı. Sana sahip çıkamadım." diye fısıldadığında dudaklarından yağmur damlalarıyla birlikte çaresizlik döküldü taş zemine. Sevdiği kızı kalbindeki mayının üzerine yerleştirmişti. Kızın ayağını çekmesiyle Kerem'in kalbi paramparça olmuş, herbir zerresi bir daha toparlanmasın diye kaybolmuştu adeta. Kerem bundan sonra ne yapacağını, nasıl toparlanacağını bilmiyordu.
Yasemin feryadını kestiğinde etrafını toprak kokusu sardı. "Neden bu kadar güzel kokarsın ki?" diye düşündü tekrar. Sonra hisleri sessizce dile geldi, beyninde bir koro halinde can buldu.
"Sevdiklerimi elimden aldığın için mi? Sevdiklerimin kokusu mu bu koku aslında yoksa?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEPELERİN KIZI
FantasiaKaranlık yükseliyor. Drunemeton bir mıknatıs gibi kötüleri kendine çekiyor. Sayısız intihar ve sayısız kurban ediliş... Yıllardır bulunamayan bir katil... Ablasını öldüren kişiyi bulmak için ant içmiş bir kız... Bir ölüm perisi... Tepelerin Kızı... ...